Charlie Kirk'ün uydurma şehitliği ve Amerikan Müslümanları için bir sınav

Charlie Kirk'ün öldürülmesi, Amerika'nın uzun süredir tedavi etmeyi reddettiği bir hastalığın başka bir belirtisidir.

Mohammad Aaquib’in Middle East Monitor’de yayınlanan yazısı, Haksöz Haber tarafından tercüme edilmiştir.


Charlie Kirk, açıklanamayan bir trajediye kurban gitmedi; kariyeri boyunca savunduğu siyasi kültürün kurbanı oldu. Yıllarca silah reformu savunucularıyla alay etti, silahlı saldırı kurbanlarının yas tutan ailelerini aşağıladı ve silahları Amerikan özgürlüğünün kalbini oluşturan kutsal bir değer olarak gördü. Ancak öldürmenin korkutucu derecede kolay olduğu bir ülkede, onun bu meydan okuması sonunda mantıklı bir sonla karşılaştı. Amerikan devleti, bu ölüm döngüsünü tesadüfen değil, kasıtlı olarak besliyor. Silahları kısıtlamayı reddederek yurt içinde şiddet üretiyor ve bunu bombalar ve mermiler şeklinde yurt dışına ihraç ediyor; bu silahlar Bağdat'tan Gazze'ye kadar şehirleri yerle bir ediyor ve nesilleri yok ediyor. Kirk'ün ölümü bir sapma değil. Bu, hayal edilebilecek Amerikan sonu; bir adam, kendisinin alkışladığı kan dökme mekanizması tarafından yutuldu.

Amerika'daki Müslümanlar için bu an bir sınav. Bir kez daha, ülke şiddet ve kederin anlatısına kapılmış durumda ve Müslümanların buna tepki vermesi bekleniyor. Tehlike, başkasının senaryosuna çekilmesinde yatıyor: aşırı sadakat göstermeye zorlanmak, suçluluk duygusuyla yas tutmaya zorlanmak veya partizan öfkesini taklit etmeye teşvik edilmek. Kirk'ün ölümü, özellikle 11 Eylül'ün yıldönümü arifesinde, taklit değil, Müslüman topluluğun nerede durduğu ve bu değişken zeminde nasıl yol alacağı konusunda dikkatli bir iç gözlem gerektiriyor.

Müslüman liderler şimdiden dengeli bir tutum sergilemeye başladılar. Dr. Ömer Süleyman'ın sözleri kısa ve ilkeli idi: “Onun öldürülmesini onaylamıyorum. Onun yasını tutmayacağım.” Bu açıklama her iki aşırılığı da reddetti. Kaybedilen bir hayatı kutlamadı, Müslümanları sık sık aşağılayan bir adamı kutsallaştırmadı. Bu, uydurma şehitlik tiyatrosuna dâhil olmayı reddetmekti.

Dr. Yasir Qadhi de şiddetin asla bir çözüm olmadığını vurgularken, şiddeti yurtdışına ihraç eden ve sonra da bu şiddet ülkesine geri döndüğünde şok olmuş gibi davranan bir toplumun ikiyüzlülüğüne dikkat çekti. Onun mesajı yüceltmeyle değil, ahlaki gerçekle ilgiliydi: Şiddetle ölmek, yıllarca şiddeti normalleştirmeyi affettirmez. Bu tür bir netlik çok önemlidir. Kirk'ü kutsallaştırmak için toplu sessizlik ve suç ortaklığı isteyen sağın ve Müslümanların partizan öfkesini yinelemesini isteyen solun baskısına direnir. Her iki yol da İslami ilkelerle uyumlu değildir. Peygamberin ahlakı, çarpıtılmamış haysiyet, suç ortaklığı olmayan şefkat ve gösterişsiz gerçektir.

Kirk'ün ölümünün 11 Eylül yıldönümüne yakınlığı göz ardı edilemez. Yaklaşık çeyrek asır önce yaşanan o gün, Amerika'daki Müslümanların varlığını yeniden şekillendirdi. Güvenin yerini şüphe aldı. Havaalanları aşağılama mekânlarına dönüştü. Camiler gözetim altına alındı. Sıradan Müslümanlar masumiyetlerini kanıtlamak için sadakatlerini göstermek zorunda kaldılar. Bütün bir topluluk yaşam, çalışma ve ibadet biçimlerini değiştirmek zorunda kaldı. Kirk'ün öldürülmesi bir başka 11 Eylül değil, ancak zamanlaması üzerinde düşünmeyi gerektiriyor. Şiddet anlatılarının kamuoyunun algısını bir gecede nasıl değiştirebileceğini gösteriyor. 11 Eylül'den sonra Müslümanlar, işlemedikleri bir eylemden toplu olarak sorumlu tutuldu. Kirk'ün ölümünün ardından Müslümanlar yeni tuzaklara karşı uyanık olmalı: yeterince yüksek sesle yas tutmazlarsa günah keçisi ilan edilecekler ya da sessiz kalmanın daha akıllıca olacağı gereksiz tartışmalara sürüklenecekler. 11 Eylül'ün hatırası, başkalarının Müslümanların varoluş koşullarını bir kez daha dikte etmesine izin vermemek için bir uyarıdır.

Bir de anlatım meselesi var. Büyük medya kuruluşları, şüphelinin 22 yaşındaki beyaz bir erkek olan Tyler Robinson olduğunu doğruladı. Bu nedenle, ana akım haber spikerlerinin veya manşetlerin ağzından henüz “terörizm” kelimesi çıkmadı. Bunun yerine, söylem dikkatlice sansürlendi ve ideoloji içermeyen bir trajedi olarak sunuldu. Şüpheli siyahî bir kişi veya daha kötüsü Müslüman olsaydı, senaryo tamamen farklı olurdu. “Terörizm” kelimesi çoktan ekranlara yayılmış olurdu. Bütün topluluklar kınama, açıklama ve mesafe koyma çağrısı alırdı. Genç Müslümanlar okullarda ve işyerlerinde gözetim, aşağılama ve şüpheye hazırlıklı olurdu. Şu anki sessizlik tarafsızlık değil; artık şok edici bile olmayan, köklü bir çifte standarda ortak olmaktır. Terörizm, eylemin kendisiyle değil, failin profiliyle tanımlanır. Bu, Müslümanlara ayrılmış, diğerlerine uygulanmayan bir etikettir.

Kirk'ün sonunu, onun savunduğu kültürden ayırmak imkânsızdır. Yıllar boyunca, silahları yücelten, azınlıkları şeytanlaştıran ve Müslümanları devletin düşmanları olarak gösteren politikaları ve söylemleri yüceltti. Yurtdışında Müslüman topraklarını harap eden savaşları savunurken, yurt içinde şüphe ve düşmanlığı normalleştirdi. Böylece, sonunda içe dönük hale gelen zehirli bir şiddet ortamının beslenmesine katkıda bulundu. Bunu kabul etmek, onun öldürülmesini kutlamak anlamına gelmez. İslam, ölümden sevinç duymayı yasaklar. Ancak gerçek, bunun bağlamdan kopuk rastgele bir eylem olmadığını kabul etmeyi gerektirir. Bu, şiddeti yücelten bir kültürün acı meyvesiydi. Aynı şiddet, en gürültücü savunucularını bile esirgemiyor.

Peki, Amerikan Müslümanları bu konuda nasıl bir tutum sergilemelidir? Cevap, ilkelere bağlı bağımsızlıkta yatmaktadır. Dini liderler, ahlaki açıdan net bir şekilde konuşmaya devam etmeli, şiddeti kınamalı ve sahte kutsallaştırmayı reddetmelidir. Siyasi örgütler uyanık olmalıdır, çünkü Kirk'ün ölümü, polis gücünün genişletilmesi, gözetimin artırılması ve sivil özgürlüklerin kısıtlanmasını meşrulaştırmak için kullanılacaktır. Müslümanlar uzun zamandır bu tür önlemler için uygun birer günah keçisi olmuştur ve savunucu gruplar, bu trajediyi baskıcı politikalar için kullanma girişimlerine karşı kararlı bir şekilde direnmelidir. Geniş topluluk ise itidal göstermelidir. Çevrimiçi alay veya sevinç gösterileri, Müslümanları daha da karalamak için bir silah olarak kullanılacaktır. Aynı zamanda, Müslümanların varlığını açıkça aşağılayan bir şahsiyeti yas tutma zorunluluğu da yoktur. Taziyeler, eğer sunulacaksa, ilkelere dayalı olmalıdır: şiddet yanlıştır, ancak hayatlarını zararı meşrulaştırmakla geçirmiş kurbanları yüceltmek de aynı derecede yanlıştır.

Belki de en büyük tehlike taklitçilikte yatmaktadır. Amerika'daki Müslümanlar, güvenlik arayışında çok sık liberal kesimlerin retoriğini taklit etmişlerdir. Ancak sol, güvenilir bir pusula değildir. Öfkesi seçicidir, ilkeleri esnektir. Kendi politikasına hizmet eden trajedileri abartırken, diğerlerini görmezden gelir. Onun tutumunu taklit etmek, Müslümanları başkasının tiyatrosunda birer dekor haline getirme riskini doğurur. İzlenecek yol farklı olmalıdır: ne sağ ne de sol, izlenecek yol peygamberlik yoludur.

Charlie Kirk'ün öldürülmesi, Amerika'nın uzun süredir tedavi etmeyi reddettiği bir hastalığın başka bir belirtisidir. Yurtdışında ve yurt içinde şiddetin yüceltilmesi, kendi mimarlarını bile yiyip bitiren bir kültür yaratmıştır. Müslümanlar için bu, içe dönme, uyanıklık ve ahlaki netlik zamanıdır. Uydurma şehitlik, olduğu gibi ortaya çıkarılmalıdır. Kahraman yaratma reddedilmelidir. İlerlemek için tek yol, partizan işaretlerle değil, adalet ve dürüstlük gibi dini ahlak ilkeleriyle yönlendirilen ilkeli bağımsızlıktır.

* Mohammad Aaquib, Kalküta'da yaşayan Hintli bir yazar ve araştırmacıdır. Çağdaş Güney ve Batı Asya'da komünalizm, siyasi şiddet ve Müslüman kimliği üzerine çalışmalar yapmaktadır.

Çeviri Haberleri

Gazze'deki soykırım, ellerine mal oldu ancak o çok daha fazlasını kaybetti
Sadece sözde bir ateşkes
İsrail'in Gazze'deki soykırımı dijital yok oluşla nasıl genişliyor?
İsrail sömürgeciliğini korumak, onun işkence uygulamalarına da sahip çıkmaktır
Filistin bayrağı Londra'da dalgalanırken Arap ufukları bomboş