Rula Hamdouna’nın WANN’da yayınlanan yazısını Huri Nisa Harman, Haksöz Haber için tercüme etmiştir.
27 Ocak 2025’te Gazze’de yerinden edilmiş insanların Kuzey’deki evlerine geri dönmelerine izin verilmişti. Her zaman geri dönmeyi hayal ettiğim evi sonunda tekrardan görebilecektim. Bu bir zamanlar imkânsız gibi görünen bir hayaldi, tıpkı uzak bir gökyüzündeki yıldız gibi, dokunulması imkânsız. Ancak yıkım, sürgün ve acıdan bir buçuk yıl sonra sonunda kendi şehrimin içinde durdum, kendi mahallemde, evimin bulunduğu sokakta.
Düşünmüştüm ki eve dönüşüm, kabusuma bir son verir, hayatımdaki en karanlık bölümün son kısmı olur. Ama sonunda acı verici gerçeği keşfettim: Kâbus bitmemişti, daha yeni başlamıştı.
Kendi sokaklarımız ve binalarımız artık tanınabilecek durumda değildi. Binalar sessiz birer iskelet, ölümümüze ve yıkıma son tanık olanlardı. Bir zamanlar hayatla dolu olan mahalleler şimdi yakın geçmişin hayaletleri tarafından takip ediliyordu. Sanki farklı bir şehirdeymişim gibi hissettim, antik zamanlardan çıkıp gelmiş bir yerde. Bildiğimiz ve sevdiğimiz her şeyin bizden çalındığı bir şehirde.
Yeni tür bir mücadele
Dönüşümüz yeni tür bir mücadeleyi beraberinde getirdi. Bu sefer sürgün edilme mücadelesi değildi, yeni bir tür uzaklaşma. “Ev” olarak bildiğimiz o yere bir tür yabancılaştırma getirdi.
Artık bizi koruyacak evler yoktu; temiz su ve bir insanın onuruna dahi yetecek temizlik malzemeleri yoktu. İnternet kıttı, bizi dış dünyaya bağlayacak en ufak bir verici noktasını güçlükle bulabiliyorduk.
Her şeyden alı konulmuştuk, birbirimizden bile. Sevdiklerimizin durumunu kontrol etmek için bir telefon görüşmesi ya da kısa bir mesaj atabilmek artık kolay değildi. Birini görebilmenin tek yolu kişiyi yüz yüze ziyaret etmekti. Ulaşım yoktu çünkü yakıt maliyeti ödeyebileceğimizin ötesine geçmişti. Uzun mesafeler yürümek günlük bir ihtiyaca dönüşmüştü, sadece temel ihtiyaçlar için değil, sevdiklerimizin yüzlerini görmek ve iyi olduklarından emin olmak için de.
Kayıplarımızın hatıraları, ümidin parlaklığı
Ateş sonsuz dostumuz olmuştu. O bizim eski yaşamlarımıza olan tek bağımız. Her bir alev kendisiyle birlikte acı ve kayıpların da anısını taşıyor, fakat ayrıca ümidin ışığını da kalplerimizin içinde barındırıyor. Yemek yapmak için yaktığımız ateşin basitliği bütün bu yıkımın arasında bile hala bizimle kalmıştır.
Şu an buradayım, evimin içinde duruyorum ya da ondan kalanların arasında. Duvarları önceki dekorlarından mahrum bırakılmış, onları bu savaşın acımasızlığının sessiz tanıkları haline getirmiş. Her bir köşesi şarapnel ve moloz ile dolu.
Evimizin her köşesi şarapnel ve moloz ile dolu. Fotoğraf: Rula Hamdouna
Yıkıma rağmen eski odamı kolayca buldum. Her santimini zihnime kazımıştım. Orada durdum, toz gibi dağılmış hatıraların ortasında ve kendi kendime bir söz verdim: Tekrardan inşa edeceğim, hiç olmadığı kadar güzel bir şekilde.
Altından daha değerli
Enkazı toplamaları ve etrafı olabildiği kadar temizlemeleri için işçiler getirtmeye başladık. Pek hayal ettiğim gibi değildi ya da umduğum gibi. Yerleri yıkamak ya da her köşeye yapışan tozu temizlemek için su yoktu. Sadece yerleri süpürmek durumunda kaldık. Fakat süpürgenin her bir hareketiyle, sanki kalbimden bir tabaka acı süpürüyormuş gibi hissettim, daha toz yerden bile kalkmadan.
Kaosun ortasında, kardeşim elleriyle yüzünü kapayıp bana takıldı: “Yemin ederim, sadece duş alıp üstümdeki bu tozu atmak istiyorum. Kendimi nasıl temizleyeceğim bilmiyorum bile!”
Göğsümdeki ağırlığa rağmen gülümsedim ve basit bir cevap verdim. “Önce banyoyu kullanmak için biraz su bulalım da!”
İnsanlar çaresizce su bidonlarını doldurmak için kamyonların etrafında bekliyorlar. Fotoğraf: Rula Hamdouna
İşte o zaman su aramaya başlamaya karar verdim. Basit bir ihtiyaç şimdi nadir bir hazineye dönüşmüştü.
Eşiyle birlikte kendi evini temizleyen komşumuza gittim, aynı kalp kırıcı görüntünün ortasında. Su bulabileceğim bir yer bilip bilmediğini sordum. Bana acı tatlı bir gülümsemeyle baktı ve dedi ki, “bu günlerde su bulabilmek zor, ama bana bir bidon getirirsen senin için onu doldurabilirim.”
Karşı konulamaz bir minnettarlık hissettim. Nasıl açıklayabilirim bilmiyorum. Belki de çölün ortasında susuz kalmış birinin bir damla su bulması gibi bir tür minnettarlıktı.
Üst kata erkek kardeşimin yanına, iyi haberi taşıyarak çıktım, bize dünyalar ifade ediyordu. Odaya girdim ve heyecanlı bir şekilde konuştum, “Said, sana duş alman için su buldum!”
Bana inanamamış bir şekilde baktı, sanki ona gömülü hazine bulduğumu söylemişim gibi. Birkaç litre suyun kutlamaya değecek bir şey olduğunu hayal edemiyordu, fakat bu yeni dünyamızda bizim hazinemizdi. “Su”, “altından” daha değerli hale gelmişti.
Dünyada hala iyilik var
Bütün bu acıya rağmen, şehrimin her köşesinde bulunan bütün o kayıpların acısına rağmen, komşumun jesti kalbimde bir tür ümit ışığı uyandırmak için yeterliydi.
Komşumun bana verdiği sadece birkaç litre sudan çok daha fazlasıydı. Bana verdiği dünyanın hala az da olsa içinde iyilik barındırdığını söyleyen sessiz bir mesajdı. Bütün bu yıkımın ve harabenin arasında, nazikliğin özü insanların kalplerinde köklü bir şekilde bulunmaktadır. Bu Filistinlilerin içten gelen nazikliğinde kesinlikle görülebilir.
Ortak ihtiyacımızı paylaştığımız o anda, halkımızın, katlandıkları tüm zorlu koşullara rağmen, hala içlerinde iyilik ve paylaşma tohumlarını taşıdıklarından emin oldum.
*Rula Hamdouna, Gazze’deki El-Ezher Üniversitesi Ticaret Fakültesinden muhasebe bölümünden mezun oldu ve İngilizce dersler aldı. Çevrimiçi yazar ve çevirmen olarak çalışıyor ve aynı zamanda Tamer Toplum Eğitimi Enstitüsü ile iş birliği yaparak çocuklar için eğlence atölyeleri düzenliyor ve sahada raporlar yazıyor.
“Yazarlık ve çevirmen benim için sadece iş değil,” diyor. “Onlar birer tutkudur.”