Adnan Hmidan’ın Middle East Monitor’de yayınlanan yazısı, Haksöz Haber için tercüme edilmiştir.
Dünyanın sessizliği karşısında, İsrail hapishaneleri kara delikler gibi hayatları tüketiyor — yaşayanları yutuyor ve sadece kırık bedenler ve hayalet gibi ruhlar bırakıyor.
Bu duvarların arkasında 9.100'den fazla Filistinli var: yaklaşık 400 çocuk ve 75 kadın, ayrıca tek yaptıkları işgalin zulmünü ortaya çıkaran stetoskop, kalem veya kamera ile halklarına hizmet etmek olan doktorlar, öğretmenler ve gazeteciler.
Bunlar arasında, saygın tıp ve insani yardım figürleri olan Dr. Hüssam Ebu Safiya ve Dr. Merwan al-Hams da var; ikisi de yargılanmadan veya suçlanmadan hastanelerinden alınmış. Uzun süredir toprakları ele geçiren aynı işgal gücü, şimdi de insanları ele geçiriyor — Batı başkentleri “özgürlük” ve “uluslararası hukuk” dilini vaaz etmeye devam ederken, yirmi birinci yüzyılda yaşanan grotesk bir gerçeklik.
Filistinliler, aynı baskı mekanizmasının bir parçası olarak işleyen İsrail'in sözde yargı sistemine uzun zamandır güvenlerini yitirmiş durumdalar. Bunlar, bir sivilin, topraklarını işgal eden ordunun bir subayı ve askerlerinin önünde yargıç karşısına çıktığı askeri mahkemelerdir. İsrail makamları, idari gözaltı yoluyla, suçlama veya delil olmaksızın herhangi birini süresiz olarak hapse atabilirler — bu uygulama, adalet ve insan onurunun her ilkesini ihlal etmektedir.
Parmaklıklar kadar acı veren bir şey de Batı medyasının kasıtlı sessizliğidir. Ekranlarını başka yerlerdeki mahkûmların hikâyeleriyle dolduran aynı medya kuruluşları, Filistinlileri yüzsüz, isimsiz istatistiklere dönüştürmüştür.
Parmaklıklar ardında çocukluklarından mahrum kalan çocuklarla ilgili haberler, yıllardır oğullarından haber bekleyen annelerle röportajlar, serbest bırakılanların görüntüleri yok — aylarca ihmal edildikten sonra hastalıkların tahrip ettiği, gözleri çökmüş bedenleri.
Yakın zamanda serbest bırakılan tutukluları muayene eden doktorlar, yaygın cilt enfeksiyonları, şiddetli yetersiz beslenme ve titremeyen ellerden bahsediyorlar — bu titreme sadece soğuktan değil, aylarca kelepçeli kalmanın bıraktığı kalıcı izlerden kaynaklanıyor.
Başka bir devlet bu tür bir suistimalden sorumlu olsaydı, Batı medyası öfkeyle karşı çıkardı. Muhabirler hapishanelerin önünde hesap sorulmasını talep ederdi. Ancak kurban Filistinli ve fail İsrailli olduğunda, ahlaki pusula tersine dönüyor: kınama sessizliğe dönüşüyor ve zalim “meşru müdafaa” kelimesiyle ödüllendirilirken, kurban abartmakla suçlanıyor.
Binlerce Filistinlinin hapsedilmesi insanlığa karşı işlenmiş bir suçtur. Uluslararası toplum — başta Uluslararası Kızılhaç Komitesi olmak üzere — hemen harekete geçmelidir: İsrail'deki tüm gözaltı merkezlerini ziyaret etmeli, koşulları belgelemeli, tıbbi bakım sağlanmalı ve avukatların ve bağımsız gözlemcilerin içeri girmesine izin verilmelidir.
Tüm Filistinli tutuklular — erkekler, kadınlar ve çocuklar — gecikmeden serbest bırakılmalı ve işkence, kötü muamele ve zorla kaybedilmelerden sorumlu olanlar adalete teslim edilmelidir. İdari gözaltı politikası bir kez ve sonsuza kadar sona erdirilmelidir.
Gazze'deki soykırımı ve kasıtlı aç bırakılmayı görenler, bu hapishanelerde yaşananlara şaşırmayacaktır. Bombanın tetiğini çeken el, tutukluların bileklerindeki zincirleri de sıkılaştırmaktadır.
Yine de, karanlıkta bile, bu tutuklular dayanmaya devam ediyor — işgalin vahşetine ve vicdanını yitirmiş bir dünyanın ahlaki çöküşüne canlı tanıklık ediyorlar. Sadece birkaçı hala yüksek sesle söylemeye cesaret ediyor: özgürlük bir haktır ve onur pazarlık konusu olamaz.