Batılı devletlerin Gazze politikası değişiyor mu?

İskoçya’nın eski Başbakanı Hamza Yusuf, İngiltere başta olmak üzere Batılı devletlerin Gazze’deki vahşete olan destek politikalarındaki olası değişiklikleri incelerken atılan son adımların yeterliliğini de sorguluyor.

Hamza Yusuf /  Al Jazeera

Sözler Gazze'yi kurtaramayacak - Batı, İsrail'in vahşetine olanak sağlamayı bırakmalı

Birleşik Krallık hükümetinin İsrail'in Gazze'de işlediği korkunç suçlara ilişkin yaptığı son açıklamalar, güvenilir müttefikleri İsrail'in Gazze halkına karşı iğrenç bir vahşet uyguladığının farkına varılması açısından memnuniyet vericidir.

Dışişleri Bakanı David Lammy dün (20 Mayıs) Avam Kamarasında yaptığı konuşmada İsrail'in Gazze'ye uyguladığı ablukayı “ahlaki açıdan yanlış” ve “İngiliz halkının değerlerine hakaret” olarak nitelendirerek kınadı ve bunu yaparken de İsrail ile serbest ticaret anlaşması müzakerelerini durdurdu ve protesto amacıyla bazı küçük yaptırımlar uyguladı. Bir gün önce Başbakan Keir Starmer, Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve Başbakan Mark Carney, İsrail'in yeni askeri saldırısını durdurmaması ve Gazze'ye yardım akışına izin vermemesi halinde “somut eylemler” konusunda ortaklaşa uyarıda bulunmuşlardı.

Bu açıklamalar Batılı müttefiklerin İsrail'e yönelik son dönemdeki en açık eleştirileri olmakla birlikte ancak bir buçuk yılı aşkın süredir devam eden acımasız sivil kayıpların (2023'ten bu yana on binlerce kadın ve çocuk da dâhil olmak üzere 50.000'den fazla Gazzeli öldürüldü) ardından geldi. İsrail tarafından işlenen zulümlere yönelik bu tür eleştiriler Batılı müttefikler tarafından bir yıldan daha uzun bir süre önce yapılsaydı, çocuklar da dahil olmak üzere kaç masum hayat kurtulabilirdi.

Şimdi asıl soru, bu gecikmiş ahlaki netliğin, değişimi gerçekleştirmek için gereken anlamlı tedbirlerle desteklenip desteklenmeyeceğidir.

Uzun zamandır İsrail'in korkunç davranışlarını görmezden gelmeye hazır olan İsrail'in sadık müttefikleri neden aniden seslerini yükseltmeye karar verdiler? Bu değişimin, insanların çektiği acılara karşı yeni keşfedilen bir duyarlılıktan ziyade jeopolitik ve hesap verebilirliğin getirebileceği farkındalıkla ilgili olduğunu düşünüyorum.

Son birkaç haftadır Başkan Trump'ın Netanyahu'dan bıkıp usandığı ve İsrailli liderin stratejisini kendi anlaşma yapma mirası için bir yük olarak gördüğü bildiriliyor. Nitekim Trump, Netanyahu hükümetinin yoğun lobi faaliyetlerine rağmen son Körfez turunda İsrail'e yer vermeyerek Washington ile Tel Aviv arasındaki uçurumun derinleştiğine işaret etti. Bu ayrılık Birleşik Krallık, Kanada ve Fransa'ya İsrail'in tutumuna ilişkin köklü kaygılarını, ABD'nin açıkça karşı çıkmasından ya da daha da kötüsü Beyaz Saray'ın azarlamasından korkmadan dile getirmek için ihtiyaç duydukları diplomatik örtüyü sağladı.

Buna bir de deneyimli diplomatların, saygın uzmanların ve insani yardım çalışanlarının son derece güçlü müdahalelerini ekleyin. BM Acil Yardım Koordinatörü Tom Fletcher, 13 Mayıs'taki BM Güvenlik Konseyi brifinginde, Gazze'ye 10 haftadan uzun bir süredir yardım girmediğini ve 2.1 milyon insanın açlık tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu vurgulayarak, Gazze'de yaşanan “21. yüzyıl vahşetini durdurmaları” konusunda Konsey'i uyardı. İsrail'in destekçilerine ve genel olarak uluslararası topluma haklı olarak basit bir soruyla meydan okudu: "Soykırımı önlemek ve uluslararası insancıl hukuka saygı gösterilmesini sağlamak için kararlı bir şekilde harekete geçecek misiniz? Yoksa bunun yerine ‘elimizden geleni yaptık’ mı diyeceksiniz?"

Bunun ardından Fletcher üzücü bir çağrıda bulundu: Gazze'deki ailelere 48 saat içinde hayati yardım ulaşmazsa yaklaşık 14.000 bebek ölebilir. On dört bin bebek! Eğer bu vicdanınızı sızlatmıyorsa, kesinlikle hiçbir şey sızlatmaz. Çatışma bölgelerinde onlarca yıllık deneyime sahip bir diplomat ve insani yardım görevlisinin böylesine çarpıcı ifadeleri, pek çok kişinin bize söylediklerinin altını çiziyor: Gazze yeryüzünde bir cehennem ve sahadaki koşullar insanlık dışı olmanın ötesinde.

Acı çeken sivillerin görüntüleri ve canlı yayınları çoğaldıkça, İsrail'i destekleyen, silahlandıran ve finanse eden ülkeler de kendi suç ortaklıklarıyla yüzleşmek zorunda kalıyor. Ahlaki öfke tek başına yeterli değildir. Eğer Batılı hükümetler, İngiltere hükümetinin son 48 saat içinde söylediği gibi, İsrail'in eylemlerinin “korkunç”, “tahammül edilemez” ve “kabul edilemez” olduğuna gerçekten inanıyorlarsa, o zaman birkaç göstermelik yaptırım uygulamak ya da aylardır yapılmayan müzakerelere ara vermek yerine somut adımlar atmalıdırlar.

İşte Birleşik Krallık ve Batılı müttefiklerinin acileg atması gereken üç somut adım:

İlk olarak, Birleşik Krallık ve müttefikleri İsrail'e yönelik tüm silah ihracatını ve ilgili bileşenleri derhal askıya almalıdır. İngiltere'nin mevcut önlemleri - silah lisanslarının sadece %10'unun askıya alınması - son derece yetersizdir. Dışişleri Bakanı İsrail tarafından işlenen vahşeti “Britanya değerlerine hakaret” olarak tanımlayabiliyorsa, bu vahşeti kolaylaştıran F-35 Jetlerinin parçaları da dâhil olmak üzere Britanya'ya silah, mühimmat ve bileşen satılmasını nasıl haklı gösterebilir?

İkinci olarak, Birleşik Krallık anlamlı yaptırımlar uygulamalıdır. Bir avuç İsrailli figürün önemsiz mal varlıklarının dondurulmasının ötesinde, yaptırımlar üst düzey İsrailli yetkilileri hedef almalıdır. Gazze'nin temizlenmesi ve yok edilmesine ilişkin son açıklamaları Dışişleri Bakanı tarafından haklı olarak aşırılık olarak nitelendirilen İsrailli Bakan Bezalel Smotrich gibilerine yaptırım uygulanmalıdır. Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından savaş suçları ve insanlığa karşı suçlar nedeniyle aranan Başbakan Benjamin Netanyahu için de yaptırımlar gündeme gelmelidir. Ayrıca UAD'nin ırk ayrımcılığı ve apartheid yasağını ihlal ettiğini tespit ettiği bir hükümeti izole etmek için bir zamanlar apartheid Güney Afrika'sına uygulananlara benzer ticari ambargolar ve kültürel boykotlar da ciddi bir şekilde tartışılmalıdır.

Son olarak, Birleşik Krallık ve Batılı müttefikleri, Avrupalı müttefikleri İrlanda, Norveç ve İspanya'nın izinden giderek Filistin Devletini derhal tanımalıdır. Eğer Birleşik Krallık gerçekten iki devletli bir çözümün barışa giden yol olduğuna inanıyorsa, sadece bir devleti tanıyıp müzakere çağrısında bulunarak sadece lafta kalamaz. Filistin/İsrail sorununun askeri bir çözümü olmadığını biliyoruz. Bu sorun ancak diplomasi ve müzakereler yoluyla çözülebilir. Bir halkın hakları tamamen inkar edilirse barış yolunda ciddi bir ilerleme sağlanamaz.

Son birkaç gündür Londra, Paris ve Ottawa'dan gelen açıklamalar gecikmiş ve memnuniyet vericidir; ancak Gazze halkına yönelik soykırımı durdurmak için önemli eylem ve yaptırımların başlangıcı olmalıdır.

Ölen on binlerce Gazzeli, sayısız yaralı ve evlerinden sürülenler için artık çok geç. Bununla birlikte Batı'dan yükselen eleştiri dalgası, İsrail'e verilen eleştirel olmayan desteğin bu hükümetleri tarihin yanlış tarafına yerleştirdiğinin farkına varıldığını gösteriyor; bu hatanın hesabı önümüzdeki yıllarda sorulabilir.

Kararlılıklarının gerçek ölçüsü söylemlerinin gücü değil, şimdi atacakları anlamlı adımlar olacaktır.

Ölümün eşiğindeki 14,000 bebeğin iyiliği için umarım bu eylem geç değil bir an önce gerçekleşir!

Hamza Yusuf, geçmiş dönem İskoçya Başbakanıdır. Yusuf’un Al Jazeera’da yayımlanan yazısı Haksöz Haber tarafından tercüme edildi.

Çeviri Haberleri

Gazze'deki soykırım, ellerine mal oldu ancak o çok daha fazlasını kaybetti
Sadece sözde bir ateşkes
İsrail'in Gazze'deki soykırımı dijital yok oluşla nasıl genişliyor?
İsrail sömürgeciliğini korumak, onun işkence uygulamalarına da sahip çıkmaktır
Filistin bayrağı Londra'da dalgalanırken Arap ufukları bomboş