19 Yıllık hayat, 600 günlük direniş

Merak ediyorum, başka bir yerde doğsaydım acaba kim olurdum? Güvende olmak nasıl hissettirirdi? Doğum günümü nasıl kutlardım?

Mohammad Weam Al Ta'ban’ın WANN’da yayınlanan yazısını Gülbanu SümerHaksöz Haber için tercüme etti.


Bugün benim doğum günüm.
 19 yaşıma girdim, aynı zamanda savaş altındaki 600. günüme de… Doğum günüm mü? Belki… ama bir mumum yok, pastam yok, sürprizim yok, doğduğum günle alakalı hikayeleri dinleyebileceğim bir ailem yok. Sadece dronlardan gözükmeyen bulutlu gökyüzüm, bitmek bilmeyen patlamalar ve sessizce ‘’Bana ‘İyi ki doğdun’ diyebilecek birisi kaldı mı hayatta?’’ diye fısıldayan bir kalp.

Geçen sene - yine savaş sırasındaydık - arkadaşımın
beni bir hediyeyle şaşırttığını hatırlıyorum:
aslında bir yardım kolisi olan bir kutu.
Kutuyu açtım.
İçinde konserve fasulyeler, bezelyeler ve nohutlar vardı.
Markette ne kaldıysa onu getirmişti bana.
O gün hala ne kadar şaşkın olduğumu hatırlıyorum.
Çünkü Gazze’de, bir hediyenin değeri etiketiyle değil;
onun sana ulaşana kadar yaşamın ne kadar direnebildiğiyle belirlenir.

Savaştan önce, son sınıf öğrencisiydim.
Çalıştım, kardeşlerim ve arkadaşlarımla gülüp eğlendim.
Üniversitenin hayalini kurdum, başlamak üzere olduğum yepyeni bir yaşamı.
Ufak şeyleri planladım: yeni bir çanta, yeni bir şehir, yeni bir sayfa.

19 yaşımda, üniversitede olmam gerekirdi.
Arkadaşlarımla gelecek planlarımı paylaşmam, ilk gezimi planlamam,
ilk maaşımla anneme küçük bir hediye almam gerekirdi.
Ama… Gazze’de her şey ertelenmiş durumda
Hayat da, neşe de, hatta hayaller de…
İkinci bir bildirime kadar.

Ama ertelenmemiş olan şey ise savaş.
Sabahları, hazır değilken uyandırır bizi.
Akşamlarıysa, sevdiğimizi ve sahip olduğumuz her şeyi alır götürür.
Ya da ait hissettiğimiz o sokakları…

Gece yarısında, yeni yaşımın ilk saatlerinde. Mesaj aldım,
çok sevdiğim birinden.
Ama içimde bir tuhaflık vardı.
Dronun vızıldayan uğultusu;
resmen tüm gökyüzünü doldurmuştu - oldukça korkutucu ve gürültülü şekilde -
sanki bize o anı çok görmüş ve
yalnızca özel zamanlarda bulmaya çalıştığımız o huzuru çalmaya çalışıyordu.

Mutlu olmalıydım, olamıyordum.
Kutlama gibi hissettirmiyordu bu.
Ya başka bir yerde doğsaydım. Kim olurdum acaba?
Güvende yaşamak nasıl hissettirirdi?
Peki ya, doğum günümü nasıl kutlardım?
Hayatın sesi nasıl olurdu acaba?
Savaş uçaklarının ve katliamların
sürekli gürültüsü olmasa?

Bu sorular kovaladı beni her gün, daha da arttı zamanla.
Savaş sadece huzurumuzu değil — en ufak mutlu anımızı bile bozuyor, çalıyor, mahvediyor.

Geçtiğimiz 600 günde, daha da olgunlaştım son 17 yıldan.
17 yıl nasıl yaşamayı öğrenmek için yeterli bir zamandı.
Ama hayatta kalmayı öğrenmem
600 gün içinde oldu.
Tüm hayatımı küçük çantaya nasıl sığdırırım,
patlamalardan korkan küçük bir çocuğu nasıl sakinleştiririm,
saatlerce ekmek ve su kuyruğunda bekleyip
elim boş dönmeyi öğrendim ben.
Sevdiğim biriyle paylaştığım bayat bir ekmeğin,
ziyafetten nasıl daha da lezzetli olabileceğini öğrendim.
Ölümden nasıl kaçılır onu da öğrendim.
Elveda demeye fırsatım olmadan sevdiklerimi kaybetmeyi,
rehberinden sildiğin arkadaşının,
sonsuza kadar hafızanda kazınabileceğini öğrendim.
600 günde.

Gazze’de doğmak demek
İlk ninninin siren sesleri olması demek.
Doğum günlerini jetlerin uğultusu altında geçirmek demek.
Gazze’de doğmak demek,
enkazların içinde büyüyüp,
yine de futbol oynayabileceğin bir alan bulmak demek.

Ama ben yalnız değilim.
Benim yaşımda olan herkes Gazze’de iki şeyin arasında gidip geliyor: kaybetmek ve direnmek
Biz süper kahraman değiliz, sessiz kurbanlar hiç değiliz!
Biz yalnızca, fay hattında doğan bi’ nesiliz.
Biz sesleri kulağımıza kazınan savaş uçaklarının altında büyüyen bi’ nesiliz.

Zaman bize yetişemeden büyüdük biz.
Günleri değil, şehitleri sayarak öğrendik takvimi.
Ve bir patlamanın yönünü,
yankısından tanımayı öğrendik.

Üstümüzdeki dron mu? Yoksa F-16 mı? anlamayı öğrendik duyduğumuz gürültüyle.

Ama yine de, bu felaketin arasında asla bombalamayacakları şeyi kaybetmedik.
Umut.
Umut ettik, okul okuyacağımıza, âşık olacağımıza, normal bir hayat yaşayacağımıza
sadece normal bir hayat.

Bu bizi direnişçiden daha fazlası yapan şey oldu işte.
Çünkü biz, şahit olduk.
Şahit olduk, çocukluğumuzu mahvetmeye çalıştığını
ama kalbimizden asla silemediği zamana.
Şahit olduk, şehri binlerce kez yoketmeye çalışmasına
ve her seferinde şehri o çocukların minik elleriyle yücelttiğine.

Gazze’de biz birey olarak büyümeyiz, ortak bir hafıza olarak büyürüz.
Hikâyelerimizi bir emanet gibi taşırız biz - yas tutmak için değil,
tüm dünya ile paylaşmak için.
Ve bu sayede kimse bize ‘’sessiz kaldılar’’ diyemesin ya da
kimseye hayallerini söylemeden
öldü diyemesinler.

Bu doğum günümde, bir şey istemiyorum sizden.
Beni bir yere götürmenizi, pasta almanızı veya mum yakmanızı istemiyorum.
Tek istediğim -
Şu ‘sayacın’ durması.
Artık saymak istemiyorum… 601, 602,603…
Tek istediğim normal bir gün.
Hayat denen o yerde.

 

*Mohammad Weam Al Ta'ban, Gazze'de yaşayan Filistinli bir yazar ve kendini toplumunun insani hikâyelerini paylaşmaya adamış bir gönüllüdür. Filistinli bir Arap medya platformu olan Alyamamaa için yazıyor.

Güçlü bir sosyal sorumluluk duygusuyla hareket eden Mohammad, VentodiTerra ve QurbanTareeq Al Ihsan gibi kuruluşlarda gönüllü olarak çalışmış ve zor koşullara rağmen topluma destek girişimlerine katkıda bulunmuştur.

Yurtdışında prestijli bir üniversitede makine mühendisliği okumayı hayal ediyor ve Filistin davası için bir değişimci olmayı arzuluyor. Anavatanına derinden bağlı olan Mohammad, sesini, becerilerini ve deneyimlerini gelecek nesiller üzerinde kalıcı bir etki oluşturmak için kullanmayı umuyor.

Çeviri Haberleri

Gazze'deki soykırım, ellerine mal oldu ancak o çok daha fazlasını kaybetti
Sadece sözde bir ateşkes
İsrail'in Gazze'deki soykırımı dijital yok oluşla nasıl genişliyor?
İsrail sömürgeciliğini korumak, onun işkence uygulamalarına da sahip çıkmaktır
Filistin bayrağı Londra'da dalgalanırken Arap ufukları bomboş