1. YAZARLAR

  2. Hüseyin Su

  3. Gündemimizi belirlemede ÖZNE olmak

Gündemimizi belirlemede ÖZNE olmak

Kasım 2001A+A-

Dünya gündemini, elbette bizim de gündemimizi her zaman aynı merkezler belirliyorlar. İster doğrudan, ister dolaylı yollardan ve şaşırtmacalarla olsun, bir süre neyi konuşacağımızı, nereye bakacağımızı ve ne ile uğraşacağımızı hep o merkezler belirliyorlar. Neleri sorun edinip, o sorunlara nasıl çözümler bulacağımızı da... Gerek dünya halk-lamın, gerekse bu halklardan birisi olarak bizim, kendi gündemimizi bilmek, belirlemek ve konuşmak konusunda, doğrusu hiç de ferasetli olduğumuz söylenemez. Suç, bu noktada, yalnızca bizim gündemimizi belirleyenlerde değil. Verili gündeme teslim olmanın sorumluluğu da var ve bu ağır sorumluluk bizim omuzlarımızda. Bu noktada sorunun, gündem başlıklarının neler olduğundan çok, neden kendi gündemimizi bir türlü belirleyemeyişimiz olduğunun üzerinde düşünülüp tartışılması gerektiğini düşünüyorum. Sorun yeni değil, ama hep tekrarlanıyor, inançlarımızın, düşünüşümüzün, kavrayışımızın, bakış açılarımızın, önceliklerimizin sıralanışının, gözümüzün ve kulağımızın nerelerde ve kimlerde olduğunun, ne istediğimizin ve kimlerin yerinde olmak istediğimizin, neleri, nasıl yapmaya çalıştığımızın..., elbette bütün bunların hepsinin de yaradılışın tabiatına, sünnetullaha uygun olup olmadığının bir sağlamasını almak, temel gündem maddemizdir. Biz dediğimiz özne, hayatı; Tanrı, yaradılış ve inanç bağlamında algılayıp rotasına oturttuğunda, kördüğümü çözmüş olacaktır. Bu kadar kolay mı? Evet bu kadar kolay ve bir o kadar da zor tabiî... Bu noktayı atlayarak konuştuğumuz hiçbir gündem, bizim gündemimiz değildir. Yapılacak hiçbir eylem sağlıklı bir sonuca götürmeyecektir. Hiçbir bakış açısı, aydınlık bir ufuk sağlayamayacaktır bize. Alınacak hiçbir sonuç bizi tatmin etmeyecektir. Bizi tanımlayan dili konuştuğumuz ve onun lügatini kullandığımız sürece bu çelişkiyi ve şaşkınlığı yaşamaya devam edeceğiz. Örneğin, '11 Eylül'ü milât olarak aldığımızda, bizi çağırdıkları alana kendiliğimizden girmiş olacağız; önümüze sürülen kitaptan okumaya başlayacağız demektir. Az önce sözünü ettiğim temel bağlamda, dünya gündemini, kuleleri, Pentagon'u, bütün bunların neyin simgesi ve insanlığa, neye mal olduklarını, Taliban'ı, Laden'i, varsa önerilerini ve halklarına yaşattıklarını... vb., konuşmadık, görmedik; hatırlamadık. En çok da, bütün bunları birer siyasal/politik ilgi ve yüzeysellikle gördük. Bugün dünya gündemini belirleyen merkezler, Balkanlar'a gelirken güvenlik unsuru, Afganistan'a giderken terör unsuru mu? Gündem belirleyici ve tanımlayıcı merkezlerin ve dillerin yaptığı şu: Kendisinin ötekine yaptığı güvenlik önlemleri, öteki tarafından kendisine yapıldığında terör oluyor... Ötekinin kendisine benzememekte, kendisi kalmakta direnişi barbarlık, ötekini kendisine benzetmeye çalışmak için uyguladığı terör ise medeniyet... İster bireysel, ister ulusal, isterse evrensel plânda olsun, güce imrendiğimizde, onun yerinde olmak istediğimizde, onun gündemini, dilini, önceliklerini ve yöntemlerini de kabul etmiş oluyoruz. Bunu da hayatı, sorunlarımızı ve sorumluluklarımızı yumuşatmak amacıyla ya da saikiyle yapıyoruz. Ne soyut ne de somut, hiçbir şekilde ve hiçbir şey pahasına algımızı, ferasetimizi, düşüncemizi, inançlarımızı; hayatımızı, yüzeysel ve yapay bir dile, bir gündeme teslim etmemeliyiz. Bu dünyada, insan ve müslüman olarak var olduğumuzun ve bu varlığın sorumluluklarının bilincinde olmak, bu bilinçle yapıp etmeye çalışmanın temel gündem maddemiz olduğunu düşünüyorum. Çok mu soyut? Aksine tek ve en somut gerçeklik bu görünüyor bana. Asıl ihtiyaç duyduğumuz ve bizi güçlü yapan ne denli çok şeyleri, nasıl yitirdiğimizi hatırlamaya ve bir hafızaya en çok ihtiyacımız olduğu bir zamandan geçiyoruz. Mazluma da, zalime de yardım ediniz, öğüdünü unutalı çok oldu. Oysa evrensel plânda ne kadar ihtiyacımız var bugün ona. Çünkü, artık herkes zalimlerin yerinde, en azından da yanında olmak istiyor.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR