1. YAZARLAR

  2. Zehra Ç. Türkmen

  3. Cinsel Sapkınlık Dalgaları ve Sorumluluğumuz

Zehra Ç. Türkmen

Yazarın Tüm Yazıları >

Cinsel Sapkınlık Dalgaları ve Sorumluluğumuz

Temmuz 2022A+A-

Ekinin ve neslin hunharca ifsat edildiği bir dönemde yaşıyoruz. Modern, seküler hayat, bir yandan “ilerleme” adına tabiatı, doğayı, ekolojik dengeyi tahrip ederken, öte yandan da bireyi, aileyi ve toplumu bir arada tutan dinamikleri yok ederek nesilleri bozmakta ve insanlık onuru açısından onulmaz tahribatlara yol açmaktadır.

İnsan fıtratına baskı yapan, ahlaki değerleri yok sayan, insanı nefsinin kölesi haline getirmeye yönelen bu modern zihniyet karşısında hepimiz zor bir imtihana tâbi tutuluyoruz.

Kur’an-ı Kerim’in insan davranışları arasında öncelediği ölçüler ve ahlak kavramı ne yazık ki günümüz dünyasında gittikçe yitirilen değerler halini almaya başladı.

Adalet ile zulmün, doğru ile yanlışın, iyi ile kötünün, helal ile haramın yer değiştirdiği kirli zeminde yürümek her geçen gün daha da zorlaşıyor. Özellikle yaşadığımız bu modern cahiliyede İslami değerleriyle yaşamaya çalışan çocuklarımız ve gençlerimiz için hayat biraz daha zor.

İslami hassasiyet taşıyan gençler el altından görünmeyen bir sopa ile disipline edilmekte, İslami değerlerinden, hassasiyetlerinden vazgeçmeleri istenmektedir. İyi ve doğru yolda olan gençlerin toplumsal görünürlüğünün önüne adeta barikatlar konmaktadır. Toplumda var olan dinî aidiyetleri çözüp insanları yönlendirmeye çalışan gizli sopa, aslında Türk inkılâplarıyla birlikte Batılılaşmayı pozitivist ilerleme hedeflerinden de geride moderniteye ve seküler hayat tarzına öykünme şeklinde algılayan veya dayatan bir milli eğitim müfredatı kitleleri sürüleştirmeye çalışıyor. İlkokul sıralarından itibaren hepimiz bu kimliksel tacize maruz kaldık. Taciz ‘milli’ denilen müfredat dışında sırasıyla yerli ve küresel telkinlerle de genişliyor. Bizler iç zaaflarımızla birlikte Osmanlı-İslam ümmeti mirasından gelen bir toplumuz. Toplumumuzun ortak bağlarını çözmeye çalışan Batılılaştırıcı söz konusu tacizler, 1926’da ‘Türk Devrimi’ diye İsviçre Medeni Kanunu’nun kopyasının topluma tepeden inmeci tarzda zorla dayatılmasıyla başladı. İlki 1929 yılında yapılan ve her sene yaygınlaştırılan mahremiyeti sergilemeye dönük “güzellik” yarışmaları kamuoyunda ifsada dönük önemli tacizlerdendi. Bu taciz süreci 28 Şubat 1997 post-modern askerî darbesi ile birlikte üniversitelerde ve ortaöğretimde tesettürün yasaklanması ile devam etti.

2000’li yıllarda sosyal medya üzerinden Batı’daki tüm cinsel içerikli veya cinsel sapıklıklarla ilgili görseller Türkiye sathında yaygınlaşmaya başladı. Cinsel sapıklığa kapı aralayan eylem ve söylemler her geçen ne yazık ki daha fazla kendine zemin aramaya başladı.

Bugünün dünyası çok fazla insan merkezli yani birey odaklı. “Benim kararım!”, “Ben böyle istiyorum!”, “Benim bedenim!” gibi cümlelerin ardı ardının kesilmediği, adeta bireyin ilahlaştırıldığı bir dünyadayız. Bireysellik insanın terbiye edilmesini de zorlaştırıyor. Nemelazımcılık bir ikon halini almış artık. Ve tüm bunlar daha uygar ve daha ilerlemeci olmak adı altında topluma sunulmaktadır.

Fransız sosyolog Alain Touraine’nin, “Uygarlık ve sürekli ilerleme diye diye yeniden hayvanlığa döneceğiz.” sözü bugünün dünya anlayışında karşılık buluyor adeta.

Son yıllarda özellikle sapkın anlayışların sözcüleri olan LGBT gibi gruplar, fıtri cinsiyetlerine veya mahremiyetlerine aykırı şekilde davranan Lut kavmi gibi kurgulanmış cinsel yönelimlerini ilahlaştırmaktadırlar. Bu cinsî sapık eğilimleri kanunlaştırmak konusunda pornografinin önünü açan birçok Batılı ülke söz konusu sapkınlığı yasal koruma altına alıyor. Küresel sermayenin inisiyatifindeki her türlü medya LGBT’li belediye başkanları veya bakanlar ile ilgili haberleri özendirici bir dille dünya gündemine sunuyor.

Tüm dünyada cinsel sapkınlık her türlü yolu kullanarak kendini meşrulaştırmaya çalışıyor. Artık toplumsal hayatın her aşamasında bu sapkın düşünce anlayışıyla karşılaşmamız mümkün. Çünkü bu sapkınlık artık Batılı paradigmanın bir parçası. Türkiye’de eğitim veren okul öncesi bir kurumun internet sayfasındaki ön kayıt formunda çocuğunuzun cinsiyeti kısmında kız, erkek ve diğeri şeklinde maddeler yer alabilmekte. Özellikle sosyal medya ağları üzerinden bu gruplar ciddi propaganda yapmakta ve kullandıkları ajitatif dil ile kendilerine alan açmaktadırlar.

2022 yılında Fransa’nın PSG futbol takımı yönetiminin LGBT renklerine boyanmış formaları oyuncularına giydirmek istemesi, Lüksemburg Başbakanı’nın eşcinsel evliliğinin sosyal medyada alkışlanarak verilmesi, H&M mağazalarının sosyal medya hesapları üzerinden yayınladığı eşcinsel reklamlar, Türkiye’de yayına başlayan Disney’in içerik direktörünün verdiği röportajda çizgi film ve film karakterlerinin en az %50’sinin LGBT olacağını söylemesi, Tesla ve SpaceX’in kurucusu Elon Musk’ın oğlu Xavier’in cinsiyetini ve adını değiştirmeye karar vererek geçtiğimiz nisan ayında mahkemeye dilekçe sunması, TikTok fenomeni Mükremin Gezgin adlı fahşanın sosyal medyada yayınladığı doğum videosu, voleybolcu Ebrar isimli sapkının her gün TV kanallarında reklamlarda yer alması sapkınlığın kanıksatılması için toplumun gözüne sokulan sadece birkaç örnek.

Çaresiz Değiliz

Tüm kimlikler gibi cinsel kimlik zihnimizdedir, düşünce ve duygular doğuştan ve değiştirilemez değildir. Sonradan değişebilirler ve olgusal olarak yanlış veya doğru olabilirler” düşüncesini savunan ve bu düşünceye zemin arayan bu tür sapkın anlayışlara karşı neler yapmalıyız? Bu anlayış Batılı pozitivist ilerleme anlayışından besleniyor. Üst değer olarak insan aklını merkeze koyan bu anlayışa göre hakikat veya sabit değerler yoktur; normlar ve değerler zaman ve şartların değişmesiyle değişir. Bu zihniyete göre cinsel sapıklık olan LGBT de toplumsal değişimin getirdiği kaçınılmaz bir sonuçtur.

Öncelikli olarak bu azgınlığın ve vahyî sabiteleri yok sayan bilinemezciliğin önüne geçmek her Müslümanın sorumluluğudur. Ekini ve nesli ifsad eden, insanın yaradılışına, fıtratına müdahale eden bu sapkın anlayışlara karşı hiçbirimiz sessiz kalamayız. Bu anlamda 17 Haziran 2022 tarihinde İstanbul Üniversitesi kampüsünde sapkınların ‘onur haftası’ etkinlikleri kapsamında yapacakları pikniğe karşı haktan, adaletten ve fıtrattan yana tavır koyan genç kardeşlerimizin çabası takdire şayandır. Bu ve buna benzer çabaları çoğaltmak ve birbirimize özgüven aşılamak önemlidir. Ancak lağıma dönüşen bu akımı kaynağından kesmek gerekmektedir. Bu operasyonun, ilk ve orta öğrenimin ders müfredatındaki Batıcı-maddeci telakkileri tasfiye etmekle, yaratıcı telakkisinden kopuk biyoloji derslerinin hâlâ pozitivist muhteva ile işlenmesine son vermekle de doğrudan alakası vardır. Tabiî ki pozitivist muhtevanın taşıyıcılığını yapan ideolojik öğretmenlerin, eğitim için ilkokul ve lise sıralarına gönderdiğimiz çocuklarımıza yönelik ders adı altında yaptıkları materyalist propagandaların da kimlik bozucu etkileri olmaktadır.

Ayrıca sosyal medyada sergilenen aykırılıklara ve TikTok gibi ağlara sınır getirilmesi için çaba gösterilmelidir. Özellikle bu ağlar henüz gençliğe yeni adım atan çocuklarımız için büyük riskler taşımaktadır. Erişimi kolay bu sayfalarda eşcinsel videolar paylaşılmakta, hatta eşcinsel YouTuberların paylaşımları ile gençlerin zihinleri kirletilmekte, sapkınlık masum bir hale sokulmaktadır. Gençlerimiz bu sapkınlığa bedenen eğilim göstermese bile zihnen sapkınlığı hayatın akışı içinde “olabilir” şeklinde kabul etmekte ve insan hakları olarak değerlendirebilmektedirler. Dolayısıyla insan hakları konusunda da çocuklarımızı uyarabilmek için insan hakları emperyalizmine maruz kalmayacakları tarzda yeterliliği olan bir bilgilenme ve bilinçlenme içinde olmalıyız.

Rabbimiz, Şuara suresi 165-166 ve Araf suresi 80-81. ayetlerde cinsel sapkınlıkları kesin bir dille lanetlemektedir. Dolayısıyla bu sapkınlığa zemin hazırlayan, destekleyen herkes Rabbimizin buyruğu gereği kesin bir dille lanetlenmelidir. Bu nedenle genel siyasi yönetimdeki yetkililere de büyük sorumluluk düşmektedir. Bu tarz sapkınlara ve bunu topluma yayma gayreti içinde olanlara karşı yasal engellemeler getirilmeli; ayrıca eğitim müfredatında geç kalınmış da olsa gerekli düzenlemeler yoluna gidilmelidir.

Tahrim suresi 6. ayeti gereği ömrümüzün sonuna kadar ailemize karşı sorumlu olduğumuz bilincini her daim zihnimizde diri tutmak gerekmektedir. Bu sorumluluk gereği ailemizle ve dolayısıyla çocuklarımızla donanımlı ve yeterli vakit geçirebilme imkânına özen gösterilmelidir.

İnsan bulunduğu ortamın etkisiyle şekillenen, uyum gücü yüksek bir varlıktır. Biz Müslümanların fıtri ve İslami mesajlarımızla gündemi belirlememiz veya ortamı etkilememiz yeterli keyfiyette değildir. Bu nedenlerle söz konusu keyfiyeti yakalama gayretlerimiz yanında Müslüman aileler olarak tehlikelerin farkında olmalı ve bu tehlikelere karşı çocuklarımız için tedbirler almalıyız.

Dünyevi ve materyalist düşünce anlayışı, sözde insana özgürlük vaat ediyor gibi görünerek aslında benliklere hükmedip insanın tercihlerini, istek ve davranışlarını kendi arzuladığı gibi belirlemektedir. Modern hayatın biçimsel yönü hepimizi adeta bir hortum gibi içine çekiyor. Bu nedenle Müslüman aileler olarak daha sık bir araya gelmeli, çocuklarımız ve gençlerimizin buluşacağı ortak zeminleri ve tutarlı programları çoğaltmalıyız. Bu ortak zeminlerde çocuklarımızı bu çağın tehlikelerine karşı bilinçlendirecek, dikkat ve zamanlarını kuşatacak yapıcı, üretici ve kuşatıcı araç ve söylemlerin nasıl olacağı üzerinde istişari olarak yoğunlaşmalıyız.

Bizim hayatımıza yeni giren ve çok hızlıca hayatlarımızı tahrip etmeye çalışan LGBT lobileri aslında yeni bir oluşum değil. Uzun yıllardır dünyanın birçok yerinde kendilerine yer bulmuş bir deneyime dayanıyorlar. Bu cinsel sapkın eğilimlerin değer tanımayan modern teknolojinin bireyselliği, haz ve tüketim çılgınlığını körüklemesi sonucunda mı yoksa toplumsal dokuyu bozma amaçlı egemenlerin akademyayı da mobilize ederek oluşturduğu tasarımlar sonucunda mı yaygınlaşma eğilimi gösterdiği tartışılabilir. Ama yaşanılan bu sapkın gerçekliğin fıtrata ve vahyî değerlere aykırı bir süreci ifade ettiği ortada. Bu sürecin haberleri ile veya bu sürece sempati besleyen öznelerle karşılaştığımızda şaşkınlıklar, infial ve gerilimler yaşıyoruz. Mesele, bizim olayları hep geriden takip ediyor olmamızla da ilgilidir.

Modern insan, bedenin ruhun gölgesi sayıldığı anlayıştan, insanın kendini bedenden ibaret saydığı bir anlayışa doğru eviriliyor. İki halde de sorumlu kul olunduğu bilincine ulaşılmamışlık söz konusu. Modern süreçte beden artık verili olmaktan çıkartılıp kişinin kendi inisiyatifi altına alınmakta. Varlık felsefesinin artık ilk adımları “ben” enaniyetine dayanıyor. Liberalizmin de “birey” oluşturmak hedefi bu kibri besliyor. Hal böyle olunca da günlük hayatımızdan insan ilişkilerimize kadar sonu gelmez arzu ve isteklerimize, “nefs-i emmare” temelli seküler bir anlayış hâkim oluyor.

İnsan davranışları seküler değerler doğrultusunda değiştiği zaman farkında olmadan inanç ve düşünce sistemi de o davranışlarla uyumlu hale geliyor. “İnandığın gibi yaşamıyorsan yaşadığına inanırsın.” düsturu bunun en önemli ifadesidir.

Bu nedenle gençlerimizin zihninde bu sapkın düşünceler daha fazla meşrulaşmadan sesimizi yükselterek açık bir şekilde ahlaksızlıklara “La” deme bilincini kolektif bir tavra dönüştürebilmeliyiz. Yoksa Allah’ın bir ayeti olan gökkuşağı hep sapkınlıkla anılacaktır.

Kur’an’da “izzet”in karşılığı olan “onur” kavramının izzet yoksunları tarafından tahrip edilmesine müsaade etmeyecek bir tedbir ve dayanışma içinde olmalıyız.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR