1. YAZARLAR

  2. Murat Yılmaz

  3. MHP'yi bekleyen tehlike
Murat Yılmaz

Murat Yılmaz

Yazarın Tüm Yazıları >

MHP'yi bekleyen tehlike

28 Mart 2008 Cuma 03:58A+A-

AK Parti'ye açılan kapatma davası, 22 Temmuz sonrası krizlerde olduğu gibi MHP'yi yeniden "anahtar parti" konumuna getirdi.

Daha önce cumhurbaşkanlığı ve başörtüsü krizlerinin çözümüne katkı sağlayan MHP'nin, siyasi partilerin kapatılmasını zorlaştıracak anayasa değişikliği karşısındaki tavrı beklenir oldu. Terör ve bölücülük dışında parti kapatılmasının kaldırılmasını teklif eden MHP'nin, 'parti kapatmak yerine şahsi sorumluluk getirilsin' ifadesinin ne anlama gelebileceği sonradan anlaşıldı. Cemil Çiçek'in ifadesiyle bu durum "Verin Tayyip'i alın partinizi" formülünü içermekteydi. Sadece Tayyip Erdoğan değil, AK Parti'yi AK Parti yapan Bülent Arınç, Hüseyin Çelik, Recep Akdağ, Binali Yıldırım gibi isimlerin de siyaseten yasaklanmasını beraberinde getirebilecek düzenleme MHP'yi 22 Temmuz öncesi pozisyona oturttu. Üstelik, AK Parti davasının esasını teşkil eden üniversitelerde başörtüsü yasağını kaldırma teklifinin MHP'den gelmesi ve MHP'nin başörtüsünün zikredildiği YÖK Kanunu'nun 17. maddesindeki düzenleme ısrarına rağmen, hakkında bir davanın söz konusu olmaması itimadı zaten sarsmıştı. Siyasi partilerin kapatılmasıyla ilgili MHP'nin son teklifi, bu vadide ciddi bir kırılmaya işaret ediyor. Başörtüsüne yönelik hukuka aykırı ve ayrımcı yasağın kaldırılması yönünde AK Parti ile MHP'nin ittifakı, başörtüsü etrafında Türk siyasi hayatındaki birçok fay hattının ve paradoksun harekete geçmesine yol açtı. Türk siyasi hayatındaki temel dinamiklerden biri olan merkez-çevre ilişkileri, milliyetçilik ve ulus-devlet anlayışındaki çelişkilerin su yüzüne çıkmasına yol açan başörtüsü tartışmaları, MHP bakımından da paradoksal durumlar yarattı. MHP'nin bugün yaşadığı kırılmayı anlayabilmek için bu paradoksların üzerinde biraz durmak lâzımdır.

MHP, merkezle çevre arasında

MHP, esasen merkez-çevre ilişkilerinde merkezle çevre arasında salınan, buna bağlı olarak da istikrarlı bir konum edinemeyen bir siyasi parti olarak dikkat çekicidir. Bu durum, her şeyden evvel, MHP'nin ideolojisini teşkil eden milliyetçilikten kaynaklanmaktadır. Milliyetçiliğin ulus-devletle tanımlanması veya özdeşleştirilmesi, benzeri bir çelişkiyi neredeyse bütün milliyetçi siyasi parti veya hareketlerin bünyesinde mündemiç kılmaktadır. Çünkü totaliter parti-devlet özdeşliği haricindeki devlet ve partilerin rasyoları ister istemez birbirlerinden farklılaşırlar. Bu farklılaşma, bilhassa merkez-çevre ilişkilerinin zaman zaman kutuplaşmaya dönüştüğü ülkelerde nicelikten ziyade niteliğe dönüşme istidadı taşır.

Nitekim Türkiye'de milliyetçilik, İttihatçılardan itibaren devlet ideolojisine dönüşmeye ve bu haliyle de siyasi merkezin bir ideolojisi olarak toplumsallaşmaya başlamıştır. Bu durumun yarattığı sıkıntılar, İkinci Meşruiyet sonrasındaki tartışmalarda ve hatta Milli Mücadele döneminde de görülebilir. Bu tartışmaların telafi edilemez bir kırılmaya inkılap etmesi, Cumhuriyet döneminde CHP'nin tek parti yönetimi altında Kemalizm tecrübesinde yaşanacaktır. Bu kırılma, Türk milletinin tanımlanmasındaki farklılaşmadan doğacaktır. Bu dönemde, Türklük, dönemin kimi başka milliyetçilik anlayışlarına benzer şekilde milleti teşkil eden topluluğun gerçek tarihî ve sosyolojik kimliği dikkate alınmadan antik bir döneme atıfla, devlet ekseninde ve ırk tedaisi etrafında tanımlanmaya çalışılmıştır. Bu tanım, otoriter bir yönetim altında yapıldığından ilmi temellerinden mahrum olduğu gibi siyasetin ikna etme kısmını dışlayan bir zor uygulaması ve tehdidi altında gerçekleşmiştir. Türklerin, İslam tarihi içerisinde yaşadıkları başta Osmanlı olmak üzere tecrübelerini yok farz eden ve resmî düzeyde Müslüman kimliğini en azından görmezden gelen bu Türklük tanımı, siyasi merkez dışında çevrede kabul görmedi. Böylece Müslüman azınlıklar yanında, bu millet tanımının ana kolunu teşkil edecek Müslüman çoğunluk da bu tanım konusunda ikna edilememiş oldu.

Türkiye'nin tek parti diktatörlüğünden kurtulmasından sonra, bu alanda da yaşanan yumuşama ve ikna imkânı ekseninde gelişebilecek yeniden tanımlama ve mayalanma ihtimali, askerî darbeler ve resmî ideolojiyi esas alan milli güvenlik devleti tarafından bertaraf edildi. Böylece milli kimlik ve milliyetçilik, merkezle çevrenin kutuplaşması içinde yer almaya devam etti. Bu yüzden de Müslüman azınlıklar yanında Müslüman çoğunluk da bu bahiste merkezle arasında gerilim yaşamayı sürdürdü. Bu gerilim kendisini, Müslüman azınlıklar üzerinden etnik mesele, onları da içine alan Müslüman çoğunluk üzerinde laiklik anlayışından kaynaklanan din ve vicdan hürriyetinin ihlali şeklinde ortaya koymaktadır.

MHP'nin dayandığı fikri miras bu gerilimleri temellük etmenin ötesinde, kurucu lideri Alparslan Türkeş'in şahsında bu gerilimleri katmerli bir şekilde bünyesine dahil etti. Türkeş, 27 Mayıs darbesine katılmak suretiyle zaten baştan itibaren çevre nezdinde bir meşruiyet problemi yaşa(t)mıştı. Bunun yanı sıra, MHP'nin kuruluş aşamasındaki Kemalist ve Türkçü vurgusu da, partiyi merkezin yeni aktörü gibi takdim etmiştir. Ancak MHP'nin zaman içerisinde merkezden dışlanmanın ve çevreden ilgi görmemenin getirdiği bir anlayışla Kemalizm'den ve Türkçülükten uzaklaşarak kendi ifadeleriyle Türk-İslam sentezi çizgisine gelmesi, pozisyonunu değiştirmiştir. 1970'lerin başında gelişen kapitalizmden rahatsız olan ve Soğuk Savaş'ın komünizm tehdidi algılamasıyla anti-komünist cepheye savrulan kesimin temsilcisi olmayı başaran MHP, 70'lerin ikinci yarısındaki şiddet ortamında Alevilere karşı Sünnî reaksiyoner cephenin partisine dönüşmüştür. Bu gelişmeyle, dinî hassasiyeti giderek artan ve partiyi kuşatan ülkücü gençlik hareketi, dinî ve taşralı kimliğiyle merkezkaç özellikler göstermeye başlamıştır. Böylece ideolojik düzeyde sağlanmış görülen dengeye rağmen, Türkeş ve MHP Genel Merkezi'yle ülkücü hareketin gövdesi arasında bir başka tür merkez-çevre gerginliği oluşmuştur.

12 Eylül 1980 askerî darbesi sonrası ülkücülere devrimcilerle aynı muamele tatbik edilince, Agah Oktay Güner'in MHP davasında söylediği "Kendi zindanda, fikri iktidarda" söylemine rağmen, ülkücü hareketin merkeze olan mesafesi artmıştır. 12 Eylül öncesi MHP liderliğinin ve giderek resmî ideolojinin daha sert bir şekilde eleştirildiği bu süreçte, MHP'nin kuruluşundaki paradoks ve gerginlikler yeniden tetiklenmiştir. Böylece ideolojik ve sosyolojik denge sarsılmıştır. Bu istikrarsızlık, MHP içinden dinî hassasiyetleri dikkat çeken Muhsin Yazıcıoğlu önderliğindeki gençlik liderlerinin ayrılmasına rağmen, sona ermemiştir. Komünizm tehdidinin ortadan kalkışı da, dış düşman etrafında birleşme söylemini Türkeş'in elinden almıştır. Bu meyanda Doğu ve Güneydoğu'da meydana gelen Kürt sorunundan mütevellit PKK şiddet hareketi, MHP üzerinde ilk elde sağaltıcı bir etki yaratmıştır. Ancak bu sağaltıcı etki, kısa zamanda yerini Türk milliyetçiliğinin içindeki Türkçü dışlayıcı damarla İslamî bütünleştirici damar arasındaki fay kırıklarını harekete geçirmiştir. Keza, MHP'nin 28 Şubat sürecinde Refah Partisi ve DYP karşısındaki cephede yer alışı, MHP'nin mayasına çalınmış bu ideolojik ve sosyolojik problemleri müzminleştirmiştir.

Bu süreç, son olarak Nisan 2007'de başlayan cumhuriyet mitingleri ve cumhurbaşkanlığı krizinde, MHP'yi çok zor durumda bırakan bir makasın içine almıştır. Bir yanda merkezin diğer yanda çevrenin kutuplaşması, MHP Genel Merkezi'nde, büyük şehirlerle Ege ve Marmara'da partiye PKK şiddeti dolayısıyla sempati duyan reaksiyoner ve laik yeni milliyetçilerle, diğer yanda MHP'nin geleneksel tabanını oluşturan Sünnî hassasiyete sahip Orta ve Doğu Anadolu ile Karadeniz Bölgesi arasındaki farklılıkları telif etme problemi yaratmıştır. MHP'nin öteden beri merkez karşısındaki zaman zaman teslimiyetçi ve çoğu zaman da ürkek ve çekingen tavrı, MHP'yi çevreden ziyade merkeze yakın göstermiştir.

MHP liderliğinin de memnun olmadığı bu stratejik açmaz, MHP'ye seçimlerde %15 kadar oy getirmesine rağmen, MHP liderliğinde ve teşkilatında tam anlamıyla bir dehşet yaratmıştır. MHP, geleneksel tabanında ciddi bir oy kaybına uğrarken, Ege ve Marmara'dan biraz da DYP'nin çöküşünden ve CHP'nin AK Parti karşıtı cepheyi tam anlamıyla kendi şemsiyesi altına alacak kabiliyeti gösterememesinden kaynaklanan bu oy kaymasından istifade etmiştir. Bu durum, MHP liderliği, elitleri ve teşkilatında zaten zar zor sağlanan ideolojik ve sosyolojik dengenin büsbütün sarsılması korkusunu yaratmıştır. Bu korkuyla "titreyip kendine gelen" MHP, her fırsatta geleneksel denge ve tabanını gözetecek siyasi hamlelere yönelmiştir. Bu şekilde 22 Temmuz seçimlerinde ortaya çıkan seçmen iradesine ve bu arada kendi geleneksel tabanına mesaj vermek isteyen MHP, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde TBMM'ye girme kararının ardından üniversitelerde başörtüsü yasağının kaldırılması için AK Parti ile işbirliğine girmiştir. Bu hamleleriyle son seçimde partiye oy veren yeni seçmenini kaybetme riskini de göze alan MHP, aslında bu seçmenin kendi ideolojik ve sosyolojik dengesini bozmasından ve böylece MHP'nin başlangıçta yaşadığı problemleri yeniden yaşamasından korkmaktadır.

'Krizleri çözen parti' imajı yara alır

Mamafih, MHP'nin bu hamlelerine ulusalcılara, cuntacılara ve çetecilere karşı 22 Temmuz seçimlerinden sonra daha net bir tavrına rağmen, mayasında hâlâ "merkezci" bir kanat olduğu başörtüsü meselesine bakışlarından, üsluptan ve Deniz Bölükbaşı, Gündüz Aktan gibi siyasi figürlerden anlaşılmaktadır. Nitekim MHP, başörtüsü yasağının sadece üniversitelerde kaldırılması ve kamu görevlileri arasında devam etmesinde kararlı. Üstelik üniversitedeki yasağın da ancak orduda uygulanan çene altı diye tarif edilen "Gülhane fiyongu" adıyla maruf bir şekilde olmasını istiyor.

MHP'nin 22 Temmuz seçimleri sonrasındaki imajı yüzünden ve karşı cephenin şirretliği yüzünden dikkat çekmeyen bu merkezci ve otoriter tavır, çevreyi ve muhafazakâr tabanı tatmin etmekten uzaktır. Bu vadide MHP, tıpkı DYP ve Anavatan Partisi gibi çevredeki dönüşümü ve bu dönüşümün ürünü yeni zihniyet ve elitleri algılamakta zorlanmaktadır. Artık bu tür sınırlı siyasi hamleler, hele de bu kesimden kopuk bürokratik kadroların eliyle ikna edici bir politika olmaktan çıkmıştır. Bu bakımdan MHP'nin başörtüsü hamlesi, onu korkularından ve geleneksel paradoksundan kurtarmak yerine, hiç de beklemediği bir şekilde tam da paradoksun mantıki sonuçlarıyla karşılaşmaya götürecek tartışmaya götürebilir. MHP'nin çevredeki dönüşümü anlamadığı halde anlamış gibi görünmesi, yağmurdan kaçarken doluya tutulmasıyla sonuçlanabilir. MHP, merkez-çevre ilişkileri çerçevesinde denge gözetme kaygısının dışına çıkamayınca, prensiplerden uzaklaşma ve merkez sağın tasfiye olan DYP ve Anavatan partilerine benzeme ve hatta 1970'lerin ortasında sağlayabildiği kendi dengesini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Bu bakımdan AK Parti'ye yönelik kapatma davası karşısındaki tavrı, MHP için merkez-çevre dengesinden kendi dengesine kadar sirayet edecek bir yol ayrımını işaret etmektedir. ([email protected])

Zaman gazetesi

YAZIYA YORUM KAT