1. YAZARLAR

  2. Ayhan Bilgen

  3. Mesele 12 Eylül ile yüzleşmek
Ayhan Bilgen

Ayhan Bilgen

Yazarın Tüm Yazıları >

Mesele 12 Eylül ile yüzleşmek

13 Eylül 2008 Cumartesi 05:36A+A-

Darbe yapanların yargılanamadığı bir ülkede darbeye teşebbüsün cezalandırılması aslında oldukça ironiktir. Toplumsal ve siyasal zeminlerde 12 Eylül'le yüzleşmedikçe Ergenekon hesaplaşmasının ağır yükünü sadece yargıya yüklemek, boş bir hayal olacaktır

12 Eylül yüzleşmesi, bir nostalji arayışı yada salt tarih tartışması değildir. Bugünlerimizi, yarınlarımızı dahası hayatımızın tüm alanları etkilemeye devam eden bir yapısal dönüm noktasıdır. Elbette her tarihi günü, öncesi ve sonrası ile birlikte ele almalıyız. Türkiye'yi 12 Eylül sürecine götüren gelişmelerle ilgili eleştirilerimizi de açık yüreklilikle yapmalıyız. Siyasetçiler, medya, gençlik hareketi temsilcileri bu özeleştiriyi mutlaka yapmalı, hepimizi askeri darbenin kucağına iten hatalarımızı cesaretle masaya yatırmalıyız.

Ancak unutmamalıyız ki hiçbir gerekçe, 12 Eylül 1980 ve sonrasında yaşanan insanlık suçlarını meşrulaştırmaz. Resmi söylemin 12 Eylül öncesine yönelik eleştirileri büyük oranda bu amaca hizmet için kullanılmak istenmektedir.

HESAPLAŞMANIN ANAYASA BOYUTU

Türkiye'de büyük çoğunluğu AB sürecinde dış dinamiklerin etkisi ile yapılan yasal değişikliklere rağmen hastalıklı birçok anayasal kurum, hak ve özgürlükleri tehdit etmekte, toplumsal barışın tesis edilmesini imkânsız hale getirmektedir. Bu yapı ile köklü bir hesaplaşmaya girilmeden atılacak demokratikleşme adımları güdük kalmaya mahkûmdur.

Cumhurbaşkanının yetkileri, YÖK, YAŞ, yargı denetimi dışında tutulan alan gibi birçok somut sorun yanında, dolaylı olarak hayatımızı tehdit eden birçok geleneği de 1982 Anayasasına borçluyuz. Kadroların el değiştirmesi ile iyileşmesi mümkün olmayan bu yapılar, toplumsal taleplere cevap veremediği gibi değişim talebini de ötelemenin gerekçesi olarak önümüze çıkarılmaktadır.

Türkiye'yi uluslararası arenada zor duruma düşüren temel direnç noktaları kendisini anayasaya dayandırırken, bu gerçeği göz ardı ederek reformlar gerçekleştirmenin imkânı yoktur. Yüzeysel ve göstermelik kalmaya mahkûm küçük adımlarla köklü bir değişim sürecini yönetmek mümkün değildir. Sivil siyaseti yargı ve güvenlik bürokrasisi karşısında çaresiz bırakan yapısal sorunlar açık tartışma zeminlerinde ele alınmalıdır. Bu tutum yeni anayasa arayışını sadece bir mevzuat değişikliği olmaktan çıkarıp, toplumsal uzlaşmaya altyapı hazırlayacak bir anayasa hareketine dönüştürecektir. Dinamik ve katılımcı bir süreç hazırlanmadıkça, en ileri metinleri de kapalı kapılar ardında oylayarak onaylasanız, toplumsal sahiplenme ve içselleştirmeyi sağlayamazsınız. Bu anlamda yeni bir anayasa yapılması, bırakın sadece iktidar partisini, tek başına parlamentonun tekelinde bile görülmemelidir. Toplumun en marjinal çevrelerini de dışlamayan bir tartışma ortamı ile ancak gerçek bir ortak akıl üretilebilir. Herkesin kendi doğrularını dayattığı bir ortamda dokunulmazları, tabuları bol bir anayasayı cilalayıp “yeni“ diye piyasaya sürmek kendimizi kandırmaktan başka bir sonuç doğurmayacaktır. Ne içerde ne dışarıda itibar görmeyecek bir değişikliğin, ilerde daha büyük değişikliklere adım niteliği taşıyacağı iddiası ise Türkiye gerçekleri ile örtüşmeyen bir fantezidir. Türkiye gibi bıçağın sırtındaki ülkelerde yarım yapılmış işler, bizi o işi tamamlamaya değil, uzun süren bir oyalama sürecine taşımaktadır.

ERGENEKON'UN AKIBETİ

Türkiye tahterevallisinde bir ucunda anayasa değişikliği talebi, diğer ucunda Ergenekon davasının derinleşmesinin engellenmesi bulunmaktadır. İkisini birden yerine getirmeye çalışmak beyhude bir uğraştır.

Ergenekon davasında Türkiye'yi bekleyen birkaç ihtimali bir kere daha göz önüne koyarak düşünmeliyiz. En başta ifade etmeliyiz ki, yeni komuta kademesinin belli olması ile birlikte 'insani amaç' ile de olsa, iki paşaya yapılan ziyaret davanın seyri konusunda hep bir şüphenin zihinlerde yer etmesine sebep olacaktır. Ziyarete layık görülenler ve görülmeyenler ayrımı ilerisi için başkaca sinyalleri de barındırmaktadır. Darbe yapanların yargılanamadığı bir ülkede darbeye teşebbüsün cezalandırılması aslında oldukça ironi dolu bir durumu ortaya koymaktadır. Darbenin ortaya çıkarttığı tahribat üzerine etkin bir tartışma bile yapılamazken amacı 'laik cumhuriyeti ve üniter devleti korumak' olan örgütlenmelerin cezalandırılması çok da kolay olmayacaktır.

Bu amaç için kendini her zaman ve her şartta yetkili gören bir anlayış için hukuk bir formaliteden ibarettir. Olağan dönemleri olağan üstüleştiren birçok söz ve uygulamaya tepkisiz kalıp, darbe karşıtlığı yapmanın inandırıcı bir tarafı da olmayacaktır.

JİTEM'in var olup olmadığını bile tenezzül edip toplum ile paylaşmayanların, laiklik ve ulus devlet vurguları da inandırıcı bir söyleme dönüşmeyecektir.

Önceki darbelerle ilgili sadece siyaset ve sivil toplum dünyasının değil, görev başındaki askerlerin de açık bir tavır geliştirmeleri gerekir. Hukuka ve demokrasiye bağlılık söyleminin inandırıcılığının ilk şartı, önceki askeri müdahalelerle ilgili doğru tutum almaktır. Bundan imtina eden bir güvenlik bürokrasisi ile her zaman gözümüz arkada kalacak; 'yeni darbeler olur mu?' sorusu ile içerde ve dışarıda muhatap olacağız.

Siyasete müdahale biçiminin değişmesi, modern formatların geliştirilmesi Türkiye'nin de modern bir ülke olduğu anlamına gelmez. Bu açıdan 12 Eylül ile yüzleşmeden Ergenekonda bir arınmanın yaşanması beklenmemelidir. Kaba ve teşhir olmuş, yüzü yıpranmış örgütlenmelerin tasfiyesinin mutlaka hukuk devletine geçişe hizmet edeceğini beklememek gerekir. En azından 12 Eylül sürecini kapsayan bir yüzleşmeye, toplumsal ve siyasal zeminlerde gidilmedikçe, Ergenekon hesaplaşmasının ağır yükünü yargıya yüklemek, boş bir hayale umut bağlamaya dönüşecektir.

12 Eylül döneminde yaşı büyütülerek idam edilen, işkence tezgâhlarında infaz edilen, gözaltında kayıp edilenlerin kemikleri sızlarken, Ergenekon davasının sorumluluğunu mahkeme heyetine yönelik beklentilerimize indirgemek, tarihi bir fırsatın kaçırılması anlamına gelecektir.

ÖNCE FAVORİ DARBESİ OLANLAR YÜZLEŞMELİ

Bir sonraki 12 Eylül'de aynı şeyleri tekrarlamak zorunda kalmamamızın yolu ayrımsız olarak her türlü darbeye karşı durmaktan geçiyor. 12 Mart sonrası sağcı dergilerin kapaklarını süsleyen asker resimleri, hala 27 Mayıs kutlaması yapan solcu aydınlar ve nihayet 28 Şubat'ta darbeye karşı çıkarken şeriata da karşı olduğunu beyan etmek zorunda kalan kimi 'demokratlar'... İnsan onurunu güvence altına alacak bir anayasa ile Ergenekonlardan arınmış bir ülkede yaşayabilmek için önce darbe karşıtlarının kendileri ile yüzleşmesi gerekiyor galiba?

Yeni Şafak gazetesi

YAZIYA YORUM KAT