1. YAZARLAR

  2. BÜLENT ŞAHİN ERDEĞER

  3. Kur’ân’a En Yakın Dönemi Öncelemek -4
BÜLENT ŞAHİN ERDEĞER

BÜLENT ŞAHİN ERDEĞER

Yazarın Tüm Yazıları >

Kur’ân’a En Yakın Dönemi Öncelemek -4

10 Aralık 2010 Cuma 22:27A+A-

Daha önce kaleme aldığımız üç makalemizde özetle, Kur’ân’ın gerçekte ne dediğini ve neyi hedeflediğini layıkıyla anlayabilmek için Kur’ân’ın indiği zemini tanımanın önemine dikkat çekmiş, ardından da indiriliş sürecinin mesajın doğru anlaşılması ve uygulanmasındaki işlevini irdelemiştik.

Bu iki merhaleyi sindirdikten sonra yani Kur’an’ın inzal olduğu çağdaki dünü ve bugününü tanıdıktan sonra “Kur’ân’ın yarınını (bizim bugünümüzü)” mevzu bahis edebiliriz. Kur’an bir zemine indi ve o zemine müdahalede bulunduktan sonra son ayet ile birlikte lafzî olarak sustu/tamamlandı. Kur’ân’da “Dinin Kemâle ermesi” olarak tanımlanan (Maide 3)  bu noktadan sonra ise Evrensel Dönem başlamıştır. Bundan sonra artık Kur’an hitâb etmemekte okunan bir kitap olarak işlevini sürdürmektedir. Bu noktadan sonra zamansal olarak yavaş yavaş açılmaya başlayan açı muhatap ile vahiy arasında çok farklı engellerin girmesine sebep olmaktadır. Kültür, Coğrafya, Ayrı gündemler, çağın değişen düşünüş biçimi, paradigmal değişimler…

 

 

O halde Kur’ân’ı gerçekte indiği dönemde ne demek istediğini hakkıyla anlamak isteyen muhatabın yapması gereken şey bu açının daraldığı noktaya kadar geri gidebilmektir. Bu da mantıksal olarak Kur’an asrın’dan sonraki ilk iki asrı kapsamaktadır. Yukarıdaki tablo’da da görüldüğü üzere zamansal ve kültürel değişim açısının genişlemesiyle birlikte Kur’an’ın hitâb’ının anlaşılması da gittikçe zorlaşmaktadır. Bu Kur’an’ın kendisinden değil muhatabın değişiminden kaynaklanmaktadır. Bu bağlamda Kur’an apaçıklığından ve anlamının netliğinden bir şey kaybetmemekle beraber muhataplarının algı dünyalarının değişimiyle birlikte Tefsîr çabası gündeme gelmektedir. Bu tıpkı Fıkıh alanında içtihâdın gerekliliği gibi bir ihtiyaçtan doğmuştur. Bu açıdan baktığımızda Tefsîr’in amacı gittikçe açılan bu geniş açıya karşı muhatabı ilk otantik mesajla en az zararla ulaştırmak olmalıdır. Günümüzden örnek vermek gerekirse Modern Türkçe’de kullanılan pek çok kelime ve kavram 40-50’li yıllarda daha farklı, daha da geriye gittikçe (örneğin Tanzimat Döneminde ya da Osmanlı’nın orta dönemlerinde) çok daha farklı kullanılıyordu. Biz bunu kabaca ellişer yıllık aralara bölebiliriz. Toplum yapısının, siyasi erk’in ve coğrafyanın değişmesi gibi dış etkenler dilin de anlam daralması, kayması ya da genişlemesine sebep olmaktadır. Benzeri durum Arapça ve Arap kültürü için de geçerli olduğundan mümkün olduğunca en yakın eserlere/verilere ulaşmaya çalışmak hedefimiz olmalıdır.

Hz. Peygamber’in sağlığında apayrı bir Kur’ân tefsiri yapmadığını biliyoruz. Çünkü Resûlullah Muhammed (s), Kur’ân’ın iniş sürecinde doğrudan vahiyle haşir neşir oluyordu ve Vahyin doğrudan müdahalesine/terbiyesine açıktı. Resulullah İlk Müfessîr olarak değerlendirilmişse de biz bu tanımlamanın çok teknik ve vakıayı anlatmaya yetersiz olduğunu düşünüyoruz. Resûlullah, Kur’ân’ı ayet ayet tefsir etmek yerine Kur’ân’la bütünleşmiş bir akletme ve amel etme örnekliği göstermiştir. Kur’ân’ın bak dediği yerden bakan, Kurânla düşünen ve hareket eden bir öncü olarak Hz. Muhammed hayatının her karesine bu Fâruk özelliğini yansıtmıştır. Bu sebeple insanlarla konuşmalarında, doğa ile ilişkisinde teknik bir tefsirden ziyade doğal bir Kur’ânîleşme yaşamıştır. Bu yaşamsal örneklik (Sunnet-i Nebî) insanlar arasından ayrılınca bu yaşamsal tefsîr/beyân/fıkhetme çabası (Sünnet-i Nebî’nin Tefsir boyutunu başka bir makalede işleyeceğiz) Resulullah’ın özel olarak yetiştirdiği kimi sahabilerle devam etmiştir. Ancak bu aşamada artık tamamlanmış olan Kur’ân Mushaf halinde yazıya geçirildiğinden Fâkih ve Müfessir Sahabiler olarak tanımlanan İbn-i Abbâs, İbn-i Mesûd , Âişe, Ali ve Ömer gibi (Rh.a) öncüler Kur’ân’ı tefsir etmişlerdir. Bu isimlerden özellikle Hz. Ali ve İbn-i Abbâs (r) tüm Kur’ân’ı tefsir eden ilk kişiler olarak zikredilebilir. Ayrıca Hz. Ali’nin de hazırladığı mushafta tüm Kur’ân’ı Kur’an bütünlüğünde tefsir ettiği bilinmektedir. (bkz. İlk Kur'an Tefsiri Olarak Hz. Ali (a.s)'ın Mushafı, Cafer Emin, balaghah.net )

·     İbn-i Abbâs ve Kur’an Tefsiri

Maalesef Hz. Ali’nin mushafının elimizde olmaması dolayısıyla ikinci önemli çalışma olan İbn-i Abbâs’ın Kur’an çalışmalarına değineceğiz. İbn-i Abbâs’ın bizzat Resulullah tarafından özel bir eğitime tâbi tutulduğunu Resul’ün (s) kendisi hakkındaki duasından anlıyoruz. Çünkü söz konusu dua kuru kuruya yapılan bir temenniden öte, bizzat şahsiyet yetiştirmeye yönelik bir hedefi ifade etmektedir: “Allah’ım onu Dinde fâkih/derin anlayışlı kıl ve ona te’vili öğret!”(Suyuti, el-İtqan 2:187)

İbn-i Abbâs’ın Kur’an tefsir çalışmaları bizzat öğrencileri tarafından kaleme alınmıştır. O’nun gerek Ehl-i Kitâb kültürüne olan vukufiyeti gerekse de Kur’ân bütünlüğüne olan aşinâlığı Kur’ân’ın bütüncül biçimde anlaşılabilmesi ve her şeyden önemlisi bir Kur’ân fıkhının/Kur’ânî bir dünya görüşünün inşâsı için önemli doneler ihtiva etmektedir.

İbn Abbâs'a nisbet edilen filolojik eserler şunlardır:

1. Garîbu'l-Kur’ân / Luğâtu'l-Kur’ân

2. Mesâilu Nafi‘ b. el-Ezrak

3. Sahifetu Ali b. Ebî Talha

Bu üç eserin dışında tefsirle ilgili olarak, İbn Abbâs'a ait rivayetler, el-Kamûsu’l-Muhît müellifi Fîrûzâbâdî tarafından Tenvîru'l-Mikbâs min Tefsîri İbni Abbâs adlı çalışmada toplanmıştır. Günümüzde de matbû olan (Mektebetûl Asriyye, Beyrut.) bu eserin, İbn Abbâs'a dayandırılan en zayıf ve güvenilmez tarikle gelen rivayetlere dayanması nedeniyle İbn Abbâs'a aidiyetine temkinli bakmak gerekir. “Kur’ân Filolojisine Dair İbn Abbâs’a Nisbet Edilen Üç Eser” isimli akademik bir makale kaleme alan Dr. Ali Bulut’un araştırmasında bu eserlerin sıhhati konusunda vardığı şöyledir:

Garîbu'l-Kur'ân türü eserler, Kur'ân filolojisi alanında telif edilen ilk çalışmalardır. Bu sahada yazılan ilk eser de İbn Abbâs'a nisbet edilen ve muhtemelen onun öğrencileri tarafından telif edilen ve birkaç değişik isimle anılan eserdir. Bu esere Kur'ân'daki garîb lafızları açıkladığı için Garîbu'l-Kur'ân, Kur'ân'daki Kureyş lehçesi dışındaki lehçeleri beyan ettiği için Luğâtu'l-Kur'ân ve kelimelerin luğat anlamlarını vermesi sebebiyle de Luğatu'l-Kur'ân adları verilmiştir. İbn Abbâs'ın bu eseri sözlükçülük alanında da, daha sonraki sistemli sözlüklerin ilk nüvesi olarak kabul edilmektedir. İbn Abbâs'a nisbet edilen diğer bir eser Mesâilu Nâfi‘ b. el-Ezrak ise, Kur'ân'daki garîb lafızların, eski Arap şiiriyle izahını içeren ve soru cevap yöntemiyle telif edilmiş bir çalışmadır. 200 civarında garîb lafza yine aynı oranda şiirle izah getirilen bu eser, hem tefsîr hem de dil ilimleri için önemli bir kaynaktır. Bu esere binâen İbn Abbâs, Arap dilinde şiirle istişhâd faaliyetinin ilk mümessili olarak kabul edilir. İbn Abbâs'tan rivayetle telif edilen Sahîfetu Ali b. Ebî Talha isimli eser, nüzûl sebepleri, nâsih-mensûh, fıkhî hükümler gibi rivayet tefsirine de yer vermekle birlikte ağırlıklı olarak Kur'ân'daki garîb lafızların izahını içermektedir. Yani bir nevi Garîbu'l-Kur'an sayılabilir.”

İlk Dönem Arapça’sına Dönüş Çabası

Farklı kültürlerin fetihler sayesinde İslam toplumuna dahil olması Arap dilinin de kozmopolitletleşmesine yol açmıştı. Bu sebeple Arapça’da lahn diye tabir edilen bozulmalar ortaya çıktı. Bu dil dejenerasyonuna karşı Arap dilcileri bir dizi önlemler aldılar. Özellikle Ebû’l-Esved ed-Dûeli’nin başlattığı noktalama işaretlerinin geliştirilşmesi bu alanda atılmış teknik bir adımdı. Dil’in anlam boyutunda ise Kur’ân’ın otantik anlamını korumaya yönelik eserler kaleme aldılar. Böylelikle Garîbü’l-Kur’ân, Mecâzü'l-Kur'ân, Meânî’l-Kur’ân, İ‘râbu’l-Kur’ân vb. isimli eserler telif ettiler. Aynı dönemlerde Kur’ân’ı doğrudan anlamaya yönelik, el-Ferrâ’ (v.207/822), Ahfeş (v.207/822), Ebû ‘Ubeyde (v.210/825), İbn Kuteybe (v.276/889) gibi müellifler tarafından Me‘ânî’l-Kur’ân, Mecâzu’l-Kur’ân, Garîbu’l-Kur’ân, Te’vîlu Muşkili’l-Kur’ân türünden eserler telif edilmiştir. “Kur’ân’ın indiği dönemde ne dediği?”ne yönelik ilk semantik çalışmalar bu üç dalda kaleme alınan çalışmalardır. Bu çalışmalar yorum’dan çok ilk anlamı tespit etme çalışmalarıdır. Bu açıdan Kur’ân’ın özgün yorumunu yapmak isteyenler için de doğrudan bağlayıcı bir anlam çerçevesi sunarlar. Bu çerçevenin dışına çıkıldığında ise gulât-aşırı yorum yapılmış olacaktır. Dolayısıyla ilk dönemin anlam çerçevesi bize ayakları yere basan yorumlarla uçuk, sapkın, alaksız ya da indî yaklaşımların farkının ortaya koyması açısından önemli bir kıstastır. Aksi bir durum, Kur’ânî kavramların sonraki dönemlerde kazandıkları manalara göre anlaşılması sorununu ortaya çıkaracaktı. Başka bir ifadeyle lafızların nüzul döneminde kazandıkları manaların zayi edilmesi veya yanlış manalarla izah edilmeleri problemine sebep olacaktı.

Ne var ki, ilk iki asırda telif edilen bu türden eserlerin günümüzde oldukça az bir kısmının, Kur’ân’ı anlama çalışmalarında kullanımda olduğu bilinen bir husustur. Çünkü bunlardan birçoğu, hala el yazması halinde dünyanın çeşitli kütüphanelerinde bulunmakta, bazılarının ise sadece isimleri bilinmekte; var olup olmadıkları hakkında her hangi bir bilgiye sahip bulunmamaktayız.

Yine Kur’ân Arapçasına en yakın dönem klasiği olarak Halîl b. Ahmed’in “Kitâb’ul Ayn” isimli sözlüğünü anabiliriz. Bilindiği üzere müellif, İslam tarihinin oldukça erken dönemlerinde yaşayan (100-175 h.), müstesna dil bilginlerinden birisidir. Lügat, aruz, mûsiki, nahiv gibi bir çok alanda önemli eserler telif etmiştir.

Ancak Tefsir çabaları özellikle Orta Dönem’de bu amaçtan uzaklaşarak “mezhep-siyaset ve paradigma değişiminin birer aracı” haline gelmişlerdir. Râzî Tefsirini örnek verebiliriz. Tamamen Kelâm polemikleriyle dolu olan Râzî’nin Tefsir-i Kebîr’i okuyucuyu Kur’ân ne demek istiyor? Sorusundan ziyâde Kelâm mezhepleri arasındaki ihtilaflarda Sünnî/Eş’ârî görüşün haklılığı esas alınmıştır. Aynı durum Kâdî Abdulcebbâr’in Tenzîh’ul Kur’ân an’il Metâîn isimli eseri için de geçerlidir. Tabersî’nin Şiî Tefsiri Mecmû’ul Beyân’ını da örnek verebiliriz.

Sonuç itibariyle Kur’an çalışması yapacak bir 21. Yüzyıl muhatabının Kur’ân’ın indiği döneme en yakın kayıtlı Arapça sözlüklere ve Kur’ânî kültürden uzaklaşmaya karşı bir önlenm olarak kaleme alınan ve otantik-özgün anlam çerçevesini korumaya yönelik önemli bir tedbir olan ilk dönem literatürünü öncelemelidirler. Bu nesnel kıstas aynı zamanda gerek muhafazakarlık gerekse de yenilikçilik adına yapılan yorumlama hatalarını mümkün olduğunca en aza indirecektir.  

Literatürde öne çıkan müellif ve eserlerini şöyle sıralayabiliriz:

1.   İmam Zeyd b. Ali (ö. 122/740), Garib’ul Kur’ân’”ı Fuad Sezgin, bu eserin bir yazma nüshasının Berlin Ktp. No. 10237, 27b-79’da bulunduğunu ifade eder.

2.    el-Halil b. Ahmed, (h. 100- h.175) “Kitab’ul-Ayn”, Tah. Mehdî el-Mahzûmî, İbrahim es-Sâmerrâî, 2. baskı, İran 1409.

3.    Ebû Zekeriyyâ Yahyâ b. Ziyâd el-Ferrâ (ö.207/822)’, Meâni’ûl Qur’an” Tah. M. Ali Neccâr, Kahire, 2000

4.    Ebû ‘Ubeyde EL-Ma’mer, Mecâz’ul Kur’ân (v.210/825), Dr. Fuad Sezgin, 2 cild Mektebetul Hânci –Mısır

5.    Ahfeş (v.207/822), Meâni’ûl Qur’an Alemul Kutub Tahkik: Dr. Muhammed Emin Verd, 2003

6.    Mukatil b. Suleyman, “Tefsiru Mukatil b. Suleyman”- (h. 150) Tefsîrü’l-Hamsi Mie Âye Mine’l-Kur’ân 2 cild 2003, 4 Cilt Takım Tefsir- i Kebir, Çev. İşaret Yay.

7.    Abdullah b. Vehb el-Mısrî (h. 197)/ Sahnûn b. Said (h. 240) “El-Câmî Tefsirul Quran” Darul Garbi İslami 3 cilt 2003 beyrut

8.    İbn-i Kuteybe “Te'vîlu muşkili'l-Kur'ân”, (h. 276) Mektebetul Darul Turâs Kahire 2006

9.    İbn-i Cerir Taberi, 310/923 Câmi’ul Beyân ân Te’vil’ul Qur’ân, c. 12, sf. 602-603, Dâr’ul Âlem’ul Kitab, Riyâd, 2003

Tefsiru Mucahid (h. 104), Tefsiru Dahhâk (h. 105) eserleri de önem arzetmekle bareber isnadlarının zayıflığı göz önünde bulundurulmalıdır. Bununla beraber doğrudan tefsir literatüründe yer alamayan ama Kur’ân anlamları ve yorumlarını içeren ilk dönem Fıkıh ve Kelâm metinleri de Kur’ân’ın özgün anlam çerçevesini belirlememiz için bize ipuçları vermektedir. Fıkıh alanında örneğin;

10.    Taberî ve Hammâd b. Suleyman’ın Fıkhı- (Mevsua- Dar’un Nefais- 1994, Dr. Muhammed Revvâs Kâl’acî)

11.    İbn-i Abbâs’ın öğrencisi İkrime’nin Kur’ân fıkhı, (İkrime b. Abdullah el-Berberi Eserihu fit Tefsir ve’l Ulum’ul Quran- Dr.ahmed Ebu Bekr Hâzim Es-Samarrai, Dar’ul Kutubul İlmiyye, 2009) örnek gösterilebilir.

Ayrıca İlk dönemde yazılan ve Kur’ân’ın akaidle ile ilgili ayetlerinin nasıl anlaşıldığına dair bize önemli bilgiler veren İlk Dönem Kelâm elyazmaları da bu çerçevede önem arzetmektedir. Selef ulemâsından olan Hasan el-Basrî’nin ve öğrencilerinin tutumlarıyla, Ehl-i Beyt imamlarına ait Kur’ân kelimelerine yönelik açıklamaları selef’in Kur’an algısını yansıtır.

12.    Hasan el-Basrî (h. 21/642- h.110-728)’nin Emevî Halifesi Abdulmelik’e yazdığı Mektup: “Risâle fi’l Kader”

13.    Resâil’u Adl ve’t Tevhîd, Daruş Şuruk, Tah. Muhammed Ammara, söz konusu risalelerin çoğu hicri ilk iki asırda yaşamış Ehl-i Beyt mensubu İslâm alimlerinin Kur’ân yorumlarından oluşmaktadır. Özellikle İmâm Kâsım er-Ressî (vefatı h.169)’nin Kur’ân ayetlerine yaklaşımları önem arz etmektedir.

Semantik yöntemin İslam dünyasındaki ilk emektarlarını saygıyla anıyor bir sonraki makalemizde “Sünnet-i Nebî”’nin Kur’ân’ın hüküm ayetlerini anlamadaki rolünü masaya yatıracağız.

Selâm ve Dûa ile…

YAZIYA YORUM KAT

5 Yorum