1. YAZARLAR

  2. Rasim Ozan Kütahyalı

  3. Köylüleri niçin öldürmeliyiz
Rasim Ozan Kütahyalı

Rasim Ozan Kütahyalı

Yazarın Tüm Yazıları >

Köylüleri niçin öldürmeliyiz

10 Mart 2010 Çarşamba 17:18A+A-

Depremden bir gün önce Elazığ’daydım. Deprem bir gün evvel olsaydı ben de bir gece yarısı otel odasındaki yatağımda sallanacaktım. Muhtemelen kitap okurken yakalayacaktı deprem beni. Çünkü bir gün önce tam o gece yarısı saatinde Halil Berktay’ın Taraf yazılarını topladığı ikinci kitabını, Özgürlük Dersleri ’ni okuyordum yatağımda uzanarak...

Uzun zamandır bir deprem yaşamadım. Zaten hayatımda güçlü bir depremi hiç yaşamadım. Ne yapardım bilmiyorum. Panikler miydim acaba? “Ölmeden önce ölünüz” sözüne inancım tam oldu her zaman. Ama ne kadar içselleştirmiştim bu hikmetli sözü, bilmiyorum...

17 Ağustos depreminde Çeşme’deydim. Eve çok geç gelmiştim gene. Depremi hiç hissetmedik oralardan. Babam sabah yanıma gelip, telaşla uyandırmıştı beni. “Kalk oğlum, İstanbul’da büyük deprem olmuş. Durum berbat” demişti...

Şok bir vaziyette TV karşısına geçtiğimde ekranda dörtlü çello grubu Apocalyptica çalıyordu. Metallica grubununUnforgiven parçasının dört çello ile icra edilmiş o versiyonu aklıma kazınmıştır o yüzden...

Elazığ’da olsaydım, panikler miydim bilmiyorum ama bir zarar görmeme ihtimalim çok büyüktü. Bir köyde, bir kerpiç evde değildim çünkü. Sağlam bir oteldeydim. Gerçi en sağlam sanılan lüks binalar bile çöktü 17 Ağustos’ta.

Bürokrat-müteahhit-belediye üçgenindeki iğrenç kumpas biz bu ülkenin yurttaşlarını ölüme mahkûm ediyordu. Yine de şehir ahalisi sonradan bu deneyim üzerine çok dikkat etmeye başladı ev alırken. On yıldır şehirdeki yapılarda nitelik arttı. Fakat köylüler kimsenin umurunda değildi. Köylerde ve köylülerde yine bir şey değişmedi. Bu depremden sonra da değişir mi, bilmiyorum...

Elazığ depremi kaç gün gündemde kalır, onu da bilmiyorum. Hatta siz şu satırları okurken bile gündemden düşmüş olma ihtimali çok yüksek. Gündemdeyse bile biz şehir ahalisinin “Acaba İstanbul’da deprem olur mu?” endişesiyle program yapılmaktadır. Köylüleri kimsenin taktığı yoktur. İstanbul’un Avrupa yakasına yağmur yağınca “Ülkeyi sel teslim aldı” diyen bir medya düzeninde yaşıyoruz çünkü. Bu manşetleri attığı için bedel ödemeyen bir medya düzenindeyiz çünkü. Aslında bu manşet nispeten masum. Neşeyle “Sincan’da Tank Sesleri” diye manşet de atıldı bu ülkede...

Haddini bilmez bir general bir belediye başkanını azarlayınca keyifle “Paşa Başkan’ı hizaya soktu” manşeti de atıldı... Kürtçe şarkı söylemek isteyen Ahmet Kaya’ya “Vay şerefsiz”, başörtüsüyle milletvekili olmak isteyen Merve Kavakçı’ya “Çıplak ayaklı provokatör”, Kemalizmi eleştirdiği için profesör Atilla Yayla’ya büyük puntolarla “Hain” manşeti atılabildi...

Bunları yapanlar da bir bedel ödemedi. Bu tür alçaklıkların maliyeti yok çünkü bu ülkede.

Aslan Türk yargısı bu suçları işleyenleri korumayı pek seviyor... Çürük bina yapan müteahhitlerin genelde mahkemelerde paçayı sıyırdığı gibi, bu manşetleri atanlar da sıyırıyor...

Bu arada hayatlar kararıyor... Hırsız müteahhitler, bürokratlar ve siyasetçiler yüzünden insanlar ölüyor... Köylülerin kerpiç evlerde sersefil yaşamak zorunda kalmasıyla kimse ilgilenmiyor. Köylüler asla manşet olmuyor... Köylülerin en büyük düşmanının köylülük olduğunu yıllardır ısrarla söyleyen Mehmet Altan “devlet düşmanı” ilan ediliyor...

Statüko köylülerin köylerde kalmasından çok memnun. Varsın kerpiç evlerde yaşasınlar, sefalet içinde sürünsünler, teknolojiden yoksun şekilde 19. asır şartlarında “üretim” yapmaya devam etsinler. Biraz sübvansiyon, biraz popülizm yeter onlara. Askere çağrılacağı zaman hazır depomuz onlar bizim. “Gel” dendi mi gelirler, “Git” dendi mi giderler... Berbat şartlarda ölürlerse de zarar yok. Elinde patlayan bir el bombasıyla bile ölse “Şehit” deriz ve teselli ederiz dindar ve yoksul analarını...

Öyledir hep köylüler... Hep yoksul, hep dindar, hep mütevekkil, ceberut devletine karşı hep itaatkâr... Keşke tüm dindarlar da öyle olsa değil mi? Kerpiç evlerde yaşamaya ve ikinci sınıf yurttaş olarak kalmaya isyan etmeseler keşke. Çok sever böyle dindar tipini bizim devletimiz.

Aman şehirlere akıp da onlar da modernleşme sürecine dahil olmaya kalkmasınlar... Hayır, bizler gibi modernleşseler, mevcut şehir ahalisine itaat etseler sorun yok, o zaman onların o kalın suratlarını görmezden gelebiliriz... Ama dindar kimliklerinden kopmadan modernleşmeye kalkıyorlar utanmadan. Bir de kalkıp bu kimlikleriyle hak ve özgürlük talep ediyorlar. Koskoca devletin paşalarını bile sorgulamaya kalkıyorlar. Hiç öyle şey olur mu?

Tüm Elazığ/Harput halkına geçmiş olsun.

Vefat eden yurttaşlarımızın yakınlarına da Allah sabır versin...

TARAF

YAZIYA YORUM KAT