1. YAZARLAR

  2. Melih Altınok

  3. Kibir azabı
Melih Altınok

Melih Altınok

Yazarın Tüm Yazıları >

Kibir azabı

24 Nisan 2012 Salı 07:49A+A-

Kürt Konferansı savaşın bitmesi için hayati öneme haiz bir gelişme. Havada da bulut değil umut var.

Federe Kürdistan Yönetimi Başkanı Mesud Barzani, kendisini “en üst düzeyde” karşılayan ABD, bölgedeki farklı etnik gruplar ve nihayet Türk hükümeti de haziran ya da takip eden aylarda toplanması planlanan bu konferansa hazır.

Tek engel PKK’nin kibirli tavrı.

Açalım.

Barzani gerek Irak’ta anayasal bir düzelmeyle tahsis edilecek istikrarın ve federal yapı içinde kalma alternatifinin, gerekse “bağımsızlık” tercihinin PKK’nin tarafı olduğu çatışmaların ve Türkiye-Suriye gibi ülkelerdeki “Kürt sorununun” çözümüne göbekten bağlı olduğunun idrakinde. Dolaysıyla taşın altına elini sokuyor.

ABD ise yeni dönemde bölgede istikrarın Kürt ve PKK sorununun çözüme kavuşturulmasından geçtiğinin, bunun “Filistin meselesinden bile hayati” olduğunun bilincinde. Konferans’ın motor gücü onlar.

Bölgede yaşayan Kürtler dışındaki unsurlar da barışa varacak müzakerelerin bir bileşeni artık.

Türk hükümetine gelince... Elinizi vicdanınıza koyun demeyeceğim, hafızanızı yoklayın yeter.

Maksimalist taleplerle masayı PKK’nin devirdiği Oslo görüşmelerini hatırlayın. Müzakereler PKK tarafından “güç gösterisine” malzeme yapılıp fâş edildikten ve milliyetçi-ulusalcı muhalefete malzeme verildikten sonra hem Başbakan’dan hem de AK Parti kurmaylarından gelen “gerekirse bir daha yaparız” beyanatlarını düşünün.

Habur “riskini” şunu bunu da unutmayın ve bugüne gelin. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Katar’dan yaptığı ve sonrasında arkasında durduğu açıklamaları bir daha okuyun:

“PKK silah bırakırsa operasyonlar durur!”

Önceki dönemlerden aşina olduğumuz “Muhatabımız değiller. Devletin şefkatli kollarına teslim olsunlar. Operasyonların durması sözkonusu değil” zırvalığından ne kadar keskin bir dönüş değil mi?

Şimdi gelelim o “kibre”.

Barzani’nin Kürt Konferansı için girişimleri sürerken BDP cephesinden gelen “taşeron olma” çıkışını işittik önce. Ardından Murat Karayılan Barzani’yi “AKP’nin PKK’yi tasfiye politikalarına alet olma” diye uyardı.

Dün de KCK Erdoğan’ın son derece makul ve ileri “adımına” aynen şu anlaşılmaz ve sekter cümlelerle “cevap” verdi:

Bu açıklama demokratik çözümün zeminini oluşturmayı değil, sorunun muhatabını savaşla bitirmeyi hedefleyen niyetin ve kararın dile gelmesidir. Oysaki, gerçek barışın yolu Öcalan ve yol haritası ekseninde sunduğu protokollerden geçtiğini halkımız ve kamuoyu çok iyi bilmektedir.”

Türkçe meali: “Masaya silah tehdidimle oturacağım. Müzakerelerin tek yol haritası ise ‘öndeliğin’ çizgisidir. İlkemiz; sert gireceksin, taviz vermeyeceksin, tenezzül etmeyeceksin!”

Gerçekten anlamak mümkün değil.

Bir yandan “Barzani gitti biz de gidelim, rol kaptırmayalım” diye ABD’ye gideceksin. Dağı Konferans’a katılma iradesi göstersin diye “zorluyorum” mesajı vermeye çalışacaksın. Öte yandan herkes “okey” vermişken çıkıp bin yıllık ezberini tekrar ederek “müzakere masasında portakal suyu yok” diye savaşmaya kararlıyız açıklaması yapacaksın.

Çok zor değil mi, gelene bir adım da PKK’nin atması?

Ama tersi olması gerekmiyor muydu? “Müzakere, diyalog, barış, kardeşlik” kullanımında hükümetin kurduğu cümlelere tur bindirenlerin daha hevesli olmasını beklemek suç mu?

Demokrat kamuoyu, barış için, silahların susup konuşmanın başlaması için sinekten umut devşirirken, siz tek bir çocuğun saçının telinden daha değerli olmayan “savaşçının ilkelerinde” ısrar ettikçe, “niyetiniz kötü, kibirlisiniz” deme hakkını veriyorsunuz bize.

Derdinizin barış, operasyonların durması değil, bireysel konumlarınızı garanti altına almak olduğunu gözümüze sokuyorsunuz.

Üstelik bu kibrinizin azabını yalnız da çekmiyorsunuz, başta Kürt halkı olmak üzere hepimizi de sürüklüyorsunuz lanet olası savaşınızın girdabına.

Şimdi epeyce ayrı düşsem de bir dönem aforizmalarını ezberlediğim Yıldırım Türker ne güzel söylemişti: “Barış için can atanlar savaşa can pazarlamaz.”

Ağar mahkûmlar

Kanunu, hukuku falan geçtim, utanmak gerekir!

Hapishanelerinizde onbinlerce insan yatıyor, kimbilir kimler de sırasını bekliyor ve siz bilmem kaç T.C. numaralı vatandaşınız Mehmet Ağar’a yüksek korumalı özel cezaevi arıyorsunuz. Diğer cezaevleri güvenlikli değil mi? Buralarda yatan vatandaşların canı patlıcan mı?

Ağar’ın “seçtiği” Yeni Pazar Cezaevi’nde hazırlıklar başlamış bile. Koruma sayısının arttırıldığını, komutanların teftişleri sıklaştırdığını, Adalet Bakanlığı’na bağlı bir heyetin de incelemelerini tamamladığını duyuyoruz. Darısı bizim cezaevlerinin de başına.

Yazarken bile kendimi aşağılanmış hissediyorum ama sorun bununla da bitmiyor.

Mahkemelerin hakkında yakalama kararı çıkarttığı Ağar iki korumayla geziyor ve bu kişiler polis! Polis korumaları Ağar’ı kendisini yakalayacak polislerden korumaya mı memur edilmişlerdi yoksa? Ya da arama kararına rağmen gerçekten yakalamaya çalıştınız mı, hadi onu da geçtim bir kere olsun “aradınız” mı Ağar’ı.

İçişleri kırk taklayla bile bu skandalı “da” örtemez; peki ya Adalet Bakanlığı’na yakışıyor mu bu ayıp?

[email protected]

TARAF 

YAZIYA YORUM KAT