1. YAZARLAR

  2. Bejan Matur

  3. Keşke adalet bakanı da orada olsaydı...
Bejan Matur

Bejan Matur

Yazarın Tüm Yazıları >

Keşke adalet bakanı da orada olsaydı...

10 Mart 2009 Salı 06:37A+A-

BOTAŞ kuyularının mahkeme kararı ile açılacağı günlerde Şırnak Barosu'ndan bir davet aldım. Cizre'de kadınlar günü dolayısıyla bir panel düzenlenecekti.

Çağrıyı yapan, BOTAŞ'ın asit kuyuları meselesini en fazla gündeme getiren ve unutmaya eğilimli olanlara her fırsatta hatırlatan Avukat Nuşirevan Elçi ve eşi Rüya Elçi'ydi. Nuşirevan ile Ankara Hukuk Fakültesi'nden tanışıyoruz. Fakülte yıllarından hatırladığım kararlı tavrını şimdilerde asit kuyuları konusunda sergiliyor. Başkanlığını yürüttüğü Şırnak Barosu ile Silopi ve civarında birikmiş, üstü örtülmüş sorunlar konusunda disiplinli bir hak mücadelesi yürütüyorlar. Diyarbakır'dan Cizre'ye doğru yol alırken aklımda ne kadınlar günü için söyleyeceğim sözler, ne de panelden kimlerin ne beklentisi olduğu vardı. Zihnimi meşgul eden tek şey, bu coğrafyanın nasıl bir suç alanı haline getirildiği ve insanlardaki izlerinin fark edilecek kadar belirgin olan hüznüydü. Yolda bastıran yağmura, şoförün anlattığı Özel Tim, JİTEM hikâyeleri eşlik ederken, kadını ve erkeği çok da başka kaderlerin insanları gibi düşünemiyordum. Burada yaşananlar kadını ve erkeği aynı kaderin acımasız çarkında çevirip durmuştu çünkü. Sadece bu nedenle de olsa, bölgedeki pek çok baro gibi, Şırnak Barosu'na bağlı avukatların çabası, takdiri fazlasıyla hak ediyor.

Cizre'ye vardığımızda hâlâ yağmakta olan yağmurdan koşarak adliye binasına sığındık. Yapımı henüz tamamlanmış şık, beyaz binanın büyüklüğü şaşırtıcıydı. Üzerinde pirinç harflerle Adalet Sarayı yazmışlardı. Cizre gibi küçük bir ilçede, adliye binasının o kadar büyük olması hayra alamet olmasa da etkileyiciydi! Cizre'nin beyaz Adalet Sarayı'nda, karanlık faili meçhul dosyalar çoktan raflardaki yerini almış, merkezden gidecek desteği bekliyordu. BOTAŞ'ın asit kuyuları, JİTEM'in sebep olduğu ve kıyısına varılmamış diğer bütün suçlar...

Vicdan kuyularını açabilmek ...

Cizre bir sınır kasabası. Diğer Güneydoğu ilçelerinde sık rastlanan politik bilinç orada sınırın dinamizmiyle birleşmiş. Erbil'de düzenlenen Abant toplantısını dikkatle izlemiş çoğu. Sadece kendi hayatlarında karşılaştıkları sorunlarla değil, sınırın öte tarafında olup bitenlerle de yakından ilgililer. Gelişmiş bir politik bilinç kadın erkek ayırmadan hepsinin olaylara bakışını belirlemiş. Yaşanan acılar ortak politik bir duyarlık yaratmış. Belki de bu nedenle orada kadının sorunları dışında gücüne de vurgu yapan bir konuşma yapmayı tercih ettim. Doğulu kadını tarif ederken varlığı sorunlu, geleneklerin altında ezilmiş gibi gösteren bakış açısının gerçeği tam da yansıtmadığını ifade etmeye çalıştım. Kadınların sorunlarını çözmede o hayattan üreyen potansiyelle anlamlı sonuçlara varılabilirdi ancak. Ev içlerini yöneten kadının gücünün hangi araçlarla, evin dışına da taşınabileceği önemli bir soruydu. Baronun lokalinde sarf ettiğimiz soyut, afaki konuşmaları doğrularcasına dışarıda coşkulu bir kalabalık kadınlar gününü kutluyordu. Geleneksel giysiler giymiş kadınlar, bir meydanda erkekleri de yanlarına almış şarkılar söylüyor, halay çekiyorlardı. Yer Cizre'ydi. Dünyanın ve Türkiye'nin başka pek az meydanında rastlanabilecek türden coşkulu bir kalabalık, kadınların hakları için bir aradaydı. Çarşaflı, türbanlı, başı açık kadınlar birlikte halay çekiyorlardı. Toplumdaki farklılıkları içererek de birlikteliğe vurgu yapılabileceğini gösteren tavırları etkileyiciydi. Klasik feminist söylemi aşan bir çeşitlilik, dinamizm. O coşkuyu, o yoğunlukta sokağa çıkarabilmek başka iyiliklerin habercisi de olabilse keşke.

Biz oradan gece yarısı ayrılırken ertesi gün başsavcının eşlik ettiği, avukatların gözetiminde, kuyuların olduğu bölgeye gidilecekti. Nuşirevan'ı tekrar aradım. Bir başkası açtı telefonu. Kuyulara gitmişlerdi. Asit kuyularına eğilecek cesareti nihayet kendinde bulmuştu bu ülke. Ne büyük bir gün! Orada olmayı istedim.

O kuyulardan beklenen, yası tamamlanmamış kemikler çıkmayabilir. Ama ne fark eder ki? Asit kuyuları artık bir metafor sayılmalı. Çünkü bir metafor olarak işlevini fazlasıyla yerine getirecek güçte. Bölgede yaşanan onca hukuksuzluğun üzerinin nasıl kolaylıkla örtülebildiğinin sembolü o kuyular. İçlerinden, kastedilen hayatların izleri çıkmasa da bu böyle. O bölgenin son otuz yılında işlenen suçların izlerinin gizlenmekle yetinilmeyip eritildiğinin işareti. Durmamız gereken en anlamlı yer de burası. Sadece Şırnak'ta, Cizre'de, Silopi'de suçun mağdur ettiği insanlar değil, Türkiye'nin hemen her yerinden bu davaya destek verilmeli, sahip çıkılmalı. Bu sahip çıkmanın ne tür bir barışma ile sonuçlanacağı ancak kalbin ölçüleriyle ifade edilebilir. Çünkü o bölgede yaşayan insanlar hâlâ vücutlarında, bakışlarında yaşadıkları acıların izlerini taşıyorlar. Kiminle konuşsanız, hangi ruha dokunsanız gerisinde hep bir travma var. Hukuk en nihayetinde nötr bir alan. Halbuki adalet bütün bunları aşan görünmez bağlara işaret etmesiyle anlam kazanır. Gönül isterdi ki siyasi irade sembolik de olsa bu meselenin takipçisi olsun. Türkiye'nin adalet bakanı keşke bugün Şırnak Barosu avukatlarıyla yan yana asit kuyularının uğultusunu yüreğinde duyabilseydi. Böyle bir Türkiye'de çok şey değişirdi.

ZAMAN

YAZIYA YORUM KAT