1. YAZARLAR

  2. Sibel Eraslan

  3. Kaburga kemiği dile gelse...
Sibel Eraslan

Sibel Eraslan

Yazarın Tüm Yazıları >

Kaburga kemiği dile gelse...

16 Mayıs 2009 Cumartesi 03:19A+A-

Çoğu kez ismi bile önemli değildir, hayat hikâyesini de bilmeyiz ama örtülüyse bir kadın, “örtülü” kelimesi onun için yeteri derecede açıklayıcı bir kelimedir.

Çocukken çıkardığımız kitap özetleri bile daha çok özeni gerektirirken, “örtülü” diyerek geçiştirdiğimiz kişinin, hayatta asla tekrarlanmayacak özel bir hayat hikâyesi olduğunu ise asla düşünmeyiz. Sünger Bob’taki Plankton misali, ne olduğu bilinmese de dışlanması gereken, tehlikesi en başından belli bir karton kahraman gibidir “örtülü”. Genelleyici bir mesafe ile ancak büyüteç altından izlenebilir o... Bir sünger için bile kolaylıkla kurgulanabilecek somut iyilik öğretisinin yanı sıra, onun kötücüllüğü, tedirginlik uyandırıcılığı daha çok soyut bir kabul algısı düzeyindedir.

Aslında o bir bilinmeyendir.

Örtülü görüntüsü ile yaptığı yapacağı tüm atıflar, kendi hayat hikâyesinin önüne geçmiştir.

Örtülü’nün görünürlüğüne tahammül edemeyenler, onu eskiye dair bir imza olarak karşılarlar çoğu kez. Melankolik denecek derecede bir üzüntü saplantısına yol açar onu görmek. Yenilgilerin, kayıp günlerinin, geri kalmışlığın, toprak yitirmenin, işgal mütarekelerinin, kapitülasyonların, feodalitenin, bir türlü gerçekleştirilemeyen teknolojik atılımların, yoksulluğun, hatta iyi gitmeyen feleğin, makus talihin, yıldızı düşüklüğün hatırlatıcısı gibidir. Onu aile fotoğraflarından sert makas darbeleriyle kesmiş büyüklerimize soru sormaktan bile çekiniriz. Oysa kimimizin kolunda, kimimizin omzunda, ya parmak uçları, ya eteğinin bir kenarı kalmıştır o kesik fotoğraflarda. Bu parmaklar kimindir, ya bu etek kıvrımları, bir zamanlar dizlerimize dayalı bu kesik dirsekler kimindir bilmeyiz. Gerisini sen tamamla. Ama içinden. Hiç konuşmadan...

Örtülü’nün soluk fotoğraflarını, birer masumiyet hatırası olarak saklayanlar da oturur farklı mahallelerde oysa… Onlara göre de bir hatırlatıcı ve bir atıftır örtülü. Huzur veren, cennetten ve ruhtan bahseden, çiçek tarlaları arasında dualar ve ilahiler eşliğinde gezindiği düşünülen, gökle yer arasında bir berzah gibi naif, bulutsu, soyut bir mırıltı gibidir örtülü, bu seferki albümlerde... Kristal cam duvarlarla korunmaya muhtaç, seradaki bir krizantemi andırır, kendi ikliminde ve anayurdunda olmadığından, yaşaması ancak sizin merhametinize, rikkatinize, kol kanat germenize bağlı, nadir bir bitki gibidir. Ona baktığınızda üzülürsünüz. Çünkü o bir mağduredir. Kanadı kırık melekler kadar vicdan azabına gark edebilir sizi. Annenize ve ahirete benzer. Ya dilsiz, ya da mahçup ve çok utangaç olduğundan, konuşamayacağı hep bilinendir örtülü…

Oysa hayatın küçük ve gerçek ritimleri, bir kalp nabzı gibi atar, sadece bu iki yalıtılmış, arındırılmış iki gözden ibaret değildir hayat… Bizi asıl dehşete düşüren, hayret uyandıran sürprizler, küçük hayatların, genellik çeperini yıkan o küçük ayrıntılarında işler... Örtülü diyerek kesip attığımız fotoğraf parçalarının soyut birer mırıltı, hışırtı olmadığını farketmek sarsıcıdır hepimiz açısından… Sanırım Zeynep Direk’ten dinlemiştim: “Karşısında dehşete kapıldığımız şey, aslında sterilize edemediğimiz, hiçbir düzene çok uzun süre tahammülü olmayan yaşamın ta kendisidir” diye. İşte o capcanlı hayatın içinde birden konuşmaya, dokunmaya başlar örtülü. İlkin insan-kadın olduğunu ve ardından ismini söyler dünyaya. Tıpkı bizler gibi iki arada bir derededir, iyi ile kötü arasında salınan sarkacın içinde o da kararsız ve endişelidir, mükemmel kötü olmadığı kadar mükemmel iyi de değildir, melek ve şeytan en az bize olduğu kadar yakındır ona da... Onun da bir ismi olduğunu, kâinattaki diğer şeylerin isimlerini bildiğini, bilmeye çalıştığını hayretle farkederiz. Kaburga kemiğinin dile gelişi, hepimizi altüst eder ardından...

Hayret deriz! Demek keman da çalabiliyormuş Sümeyye Erdoğan! Bazılarımız için ezber bozan bu bilgi, bazılarımız için rakip takımın kalesine çekilen bir penaltıya dönüşür... Garip değil mi? Sümeyye’nin çaldığı keman, ya “vay be!”ye, ya da “şiştiniz mi!” naralarına sebep oluyor. Ama öte yandan tepkilerin benzerliği de ilginç! Biz her seferinde, kızanlarımız da sevenlerimiz de aslında içten içe üzülmekteyizdir bu örtülü kızlara…

Bir planktonun keman çalması kadar hayret verici bir şeydir, bir meleğin teller üzerinde yay sallaması…

“Sümeyye” ilk şehit olan Müslüman kadın olarak geçer tarihlerde. Ama onun hakkındaki bu kutsal ve kült bilgi, hayatı aynı karelerle tekrarlama kolaylığını bahşetmiyor hiçbirimize. Hayat böyle bir şey işte... Lineer bir denklem değil. Öngörülemez ve arzu ettiğimiz biçimde sterilize edilemez olduğu içindir ki; hayatın bizatihi kendisi; hayret uyandırıcı ve dehşete düşürücüdür...

VAKİT

YAZIYA YORUM KAT