1. YAZARLAR

  2. Fatih Tezcan

  3. İsrail Yıkılmalıdır!
Fatih Tezcan

Fatih Tezcan

Yazarın Tüm Yazıları >

İsrail Yıkılmalıdır!

21 Mayıs 2008 Çarşamba 01:32A+A-

 

Dünya üzerinde her halkın self-determinasyon (kendi geleceğini belirleme) ve otonomi (kendi kendini yönetme) hakkı vardır. Bu diğer halklar için olduğu gibi Yahudi halkı için de geçerli olabilir.

Ancak dünya üzerinde hiçbir halk, diğer bir halkın yaşadığı toprakları eskiden bir süre orada kendilerinin yaşadığı iddiasından başka bir sebebe dayanmaksızın gasp ve işgal etmemiş, orada meşru olduğunu savunduğu bir devlet kurmaya kalkmamıştır. Bunun yakınından geçen misaller dahi doğası gereği kendi içinde potansiyel bir stres birikimi, belirsizlik ruhu ve çatışma ortamı taşımaya mahkumdur.

En basit bir mantıkla Müslümanlar daha önce bir süre orada bulunmalarını bahane ederek yani Endülüs’e istinaden İspanya’dan bir toprak talebinde asla bulunmamışlardır. Bu, olsa dahi ne kadar kabul edilebilir bir istektir!

Keza Amerika Birleşik Devletleri, öldürdüğü Kızılderililerin toprakları üstünde kurulması ve dış politikasını komplolar, suikastlar ve kaos hesapları etrafında şekillendirmesi nedeniyle haklı olarak tüm dünya halklarınca şiddetle kınanmakta ama bu ülkenin dahi devlet ilanı, gayri meşru görülmemekte veya bu devlet için “Haritadan silinmelidir!” denilmemektedir.

İçinde bulunduğumuz 2008 yılı itibariyle ise, bir grup Siyonist’in çeşitli hile ve zorlamalarla bölgede gasp ettiği Filistin toprakları üzerinde kurduğunu iddia ettiği İsrail sözde devleti’nin ilanının üzerinden 60 sene geçmiştir.

Teorikte hemen tüm dünya kamuoyu Siyonist sözde İsrail işgal devleti’nin gayri meşruluğunu kabul etmekte, hatta Neturei Karta gibi samimi ve koyu Museviler dahi başta Avrupa olmak üzere dünyanın çeşitli yerlerinde düzenledikleri basın toplantıları ve gösterilerle İsrail’in devlet ilanının ve yaptığı katliamların Musevilik ile alakası olmadığını, Siyonizmin insanlık suçu olduğunu bildirmekte, her Yahudinin Siyonist olmadığını duyurmaya çalışmaktadırlar.

Sözde Siyonist İsrail Devleti’nin ilk tohumlarını atan Theodor Herzl’in Yahudi Devleti adlı manifesto-kitabını yazdığı ve Basel Konferansı’nı topladığı dönem olan 19.yy’ın son yıllarından günümüze kadarki yaklaşık 120 senelik süreç ele alındığında görülecektir ki, bu de facto gasp oluşumunu günümüze taşıyan süreç teorik olarak 1896’da Theodor Herzl’in Der Judenstaat (Yahudi Devleti) manifesto-kitabını yazması ile belirmiş, pratikte 1897 Basel Konferansı ile başlamış, o zaman yapılan bir dizi konferansta olası İsrail Devleti için Arjantin, Uganda ve Filistin coğrafyaları masaya yatırılmış, Herzl’in Yahudileri motive etmesi neticesinde Filistin’de karar kılınmış, hareket Abdulhamid’in Filistin’den toprak isteyen Herzl’i reddetmesiyle sekteye uğrar gibi olduysa da Abdulhamid’in 31 Mart Vak’ası’nda Selanik’e sürgün edilmesiyle önü açılmış, 1908’deki ikinci meşrutiyet ile gizli startını, 1917 Balfour Deklarasyonu ile uluslararası startını almış, daha sonra bu oluşumun önündeki en büyük engel olan hilafet de 3 Mart 1924’te kaldırılmıştır.

1908-1948 arasındaki yaklaşık 40 senelik dönemde Siyonist çetelerce Filistin’de halkın elinden gasp, gaflet, aldatma, zor kullanma, tehdit, suikast, hile ile alınan topraklar eldeki plana göre tevhit edilerek ve adına İsrail denilerek 14 Mayıs 1948’de bir sözde devlet oluşumuna gidilmiştir.

Kurduğu medya ağı ve arkasına aldığı ABD ve İngiliz yardımı neticesinde İsrail işgal gücü, gerek kısmen de olsa emrivakisini kabul ettirmeye gerek muhalif seslerin susturulmasına ve hatta gerekse de Araplarla girdiği savaşları kazanmaya muvaffak olmuştur.

Günümüzde ortalama bir vicdana sahip her insanın kınadığı ve demografik yapıları değiştirmeye yönelik bir soykırım olduğu görülen katliamlarıyla İsrail, dünyanın zaten bozuk olan adalet dengesini iyice alt üst etmekte, yaptıklarını kınayan milletlerin ABD hegemonyasına teslim olmasından yüz bularak ve hahamların fetvalarıyla güçlendirerek yasal olmayan oluşumunu kan ve gözyaşları eşliğinde devam ettirmektedir.

Ortada olan sorunun isminin ve mahiyetinin “Filistin Sorunu” mu yoksa doğru ifade ile “İsrail Sorunu” mu olması gerektiğini sorgulamak, eve giren hırsıza değil evden çıkarılan adama sorun diyen bir mantığın sağlığından rahatsız olmak ve artık bu sağlıksız mantığa sahip egemenlerin Hakk’ın ve halkların görüşlerine saygı duymayarak, menfaat, maslahat ve siyaset gibi faktörler bahanesiyle Siyonist yapıyla girdikleri işbirlikçi ilişkilere karşı durmanın ve sivil inisiyatifi güçlendirerek ve seslendirerek “İsrail Haritadan Silinmelidir” düşüncesini, azmini ve stratejisini yüksek sesle ve iyi çizilmiş bir yol haritasıyla seslendirmenin tam zamanıdır.

Roger Garaudy’nin ‘Siyonizm Dosyası’ adlı eserinin son bölümünde belirttiği ve bugün de bazı Müslüman kişi ve kurumlarca savunulan “Çocuk gayri meşru doğdu diye öldürülmez!” alegorisi yersiz ve geçersiz bir benzetmedir. Bunun haklar toplamı demek olan ‘hukuk’ta da bir yeri yoktur. Sözün gücüne değil gücün sözüne dayanan bu Siyonist emrivakiinin kabulünün yani zulmün ödüllendirilmesinin, dünya üzerinde sebep olduğu ve olabileceği kaosların çapı, yürütülen bu aklın geçersizliğinin sadece bir ispatıdır. İsrail için “Gayri meşru ama sonuçta bebek!” demek gayri meşru bir misaldir. Suimisal emsal olmaz.

Ortalama ahlaka sahip bir insanın evine giren ve evini işgal eden ve evin fertlerini rehin alan sapık bir hırsızı çıkarmak için elinden geleni yapması nasıl radikallik veya marjinallik olmuyorsa veya nasıl bu zorba ve zalim sapığın iri yarı ve silahlı olması bu evden çıkarılması azmini ütopik kılmıyorsa, artık Müslümanlarca çok net idrak edilmelidir ki İsrail’in haritadan silinmesini savunmak bir ütopya veya bir radikalizm veya bir marjinalizm değil bilakis medeniyetin, dinin, şerefin gereğidir. Maruf ve doğru akıl yürütme budur.

Kendi memleketleri işgal olduğunda işgalcilerin tamamının ülkeden çıkarılmasına kadar mücadelelerini bitirmeyen halkların, bu olduktan sonra kendi kurtuluş savaşlarını destanlaştırmaları, fakat aynı süreç Filistin için söz konusu olduğunda “1967 sınırları mı yoksa 1948 sınırları mı kabul edilsin?” şeklinde tartışmaları, pragmatik siyaset argümanları ile izah edilerek içine düştüğü tenakuzdan kurtarılamaz.

İsrail’i gerek güçlü istihbaratı ve ordusuyla, gerek nokta suikastlarıyla, gerek inatçı Siyonizmiyle bir yarıtanrı-devlet olarak tasavvur ve tahayyül etmek de bizzat bir ‘İsrail Propagandası’dır!

Yol gösterici kitabı Kur’an ile içli dışlı olan bir Müslümanın haliyle bilmesi gerekir ki her fani ölümü tatmaya, her zorba zalim güçlü bir adaletin karşısında teslim veya saf dışı olmaya mahkumdur. Bilaistisna tüm Müslümanların, Siyonist işgal gücü İsrail’in işgal ettiği topraklardan kayıtsız ve şartsız çıkarılması için çabası ve çalışması kaçınılmazdır.

Yahudi şeriatına, yani Tevrat-Talmud-Tora üçlemesine bağlı kalınarak yönetildiği en üst düzey devlet yöneticilerince gururla ve açıkça itiraf edilen İsrail için kim nasıl ve hangi sebeple katliam yapmamasını, uluslararası hukuk ve insan hakları normlarına uymasını bekleyebilir?

İsrail’i kınayan devletler, İsrail’in nasıl bir muharref din algısının üstüne kurulu olduğunu anlamamakta mıdırlar? Yoksa bu üst düzey devlet yöneticileri muhatap oldukları işgalci İsrail yöneticilerinin, Yahudilerden başka tüm insanlığa ve dolayısıyla kendilerine de tabi oldukları muharref kitapta yazıldığı üzere kır hayvanı şeklinde baktığını da mı bilmemektedirler?

Emrivaki İsrail hançerinin, batılılarca “Ortadoğu” olarak adlandırılan, esasen de dünya gemisinin kaptan köşkü konumunda bulunan mekandan çıkarılmadıkça geminin tamamını kaplayan stres birikiminin ve sinerji kaybının giderilemeyeceğini de mi fark etmemektedirler?

Birtakım global hesapların bu stres ve sinerjinin çeşitli menfaatlere dönüştürülmesi üzerine yapıldığı çoktan anlaşılmıştır.

İşte tam bu noktada Müslümanların, Filistin ve İsrail sorunu olarak ele alınan dramın aslında bir medeniyetler savaşı olduğunu fark etmesi ve buradan yola çıkarak hareket stratejisini kendi dinine ve yöntemine danışarak belirlemesi yani kendi içindeki tüm farklılıklarını ve ayrılıklarını göz ardı ederek saf saf birleşmesi ve güçlerini birleştirerek düşmanına şedit bir mukabele etmesi gerekmekte değil midir?

Bu bağlamda her türlü mezhepçilik, asırlardır uyutulduğumuz üzere ‘rahmet kaynağı’ mı yoksa ‘rezalet menbağı’ mı olmaktadır, ayrıca ele alınmak durumundadır.

Sen, ben, o, öbürü diye parçalanmış kalabalık bir güruh mu; yoksa istisnasız tüm fertleri ve görüşleriyle 1,5 milyarlık tek isim ve tek cisim bir aile ve ümmet kimliğinde adlanmış ve konumlanmış bir topluluk mu?

Yoksa sakın bu konu İsrail vesilesiyle Allah’ın bize işletmeyi istediği bir ders konusu olmasın?!..

Bir diğer yandan belirtmeli ki, işgal ettiği topraklardan tamamıyla çıkarılacak sözde İsrail devleti tekrar başka bir coğrafyada, söz gelimi 112 sene evvel tartışıldığı gibi Arjantin veya Uganda’da olacak mı olmayacak mı sorunsalı burasının konusu değildir.

Müslüman alimlerin, kanaat önderlerinin ve fikir sahiplerinin -sözgelimi Temimi’nin yaptığı gibi- bu konu hakkında da fikir üretmesi, görüş belirtmesi ve dünyaya duyurması söz konusu olabilir.

Zaten Müslümanlar, bir topluluğa olan kinlerinin, kendilerini o topluluğa adaletsizlik yapmak hususunda tetiklememeleri üzere, Mutlak Terbiye Edici kabul ettikleri Allah tarafından ikaz edilmiş durumdadırlar.

Sonuç olarak,

Şimdi ve burada, Biz Türkiyeli Müslümanlar tüm dünyaya açık ve net ifade etmeliyiz ki;

1.   Tüm Müslümanlar bilmelidir ki bugün haritada İsrail yazılan yerler özbeöz Filistin topraklarıdır. Derhal Müslümanların kullandığı tüm haritalarda İsrail’in 1948’de işgal ettiği toprakların üstünde İsrail değil “işgal edilmiş Filistin” yazılmalıdır.

2.   İslami Hukuk’a göre İsrail’in devlet iddiasını kabul etmek İsrail devletini tanımak demek olup, içki içmek, zinaya düşmek, adam öldürmek gibi günahlarla kıyas edilemeyecek kadar büyük bir günahtır, haramdır.

3.   İsrail, işgal ettiği Filistin topraklarının tamamından ve şartsız olarak çıkmalı veya çıkarılmalıdır.

4.   İsrail işgal gücü ile yapılacak her türlü görüşme ve hatta İsrail’e yapılacak her türlü kınama ve barış çağrısı bu oluşumun tanınma amacına hizmet etmektedir. Çünkü bu ırkçı yapı, kınama ve çağrılardan anlamadığını ve anlar gibi yapsa dahi bunu sadece zaman kazanmak ve Siyonist siyasetine uygun davranmak için yaptığını 60 senede belgelemiş ve kanıtlamıştır.

5.   Ülkelerinde seçim yapılan Müslüman ülkelerin halkları seçim öncesi vaatlerde bulunan partilerine-liderlerine kesinlikle başa gelindiğinde “İsrail’in haritadan silinmesine matuf bir dış politika izlemek” şartını getirmelidirler. Ülkelerinde şeyhlik-krallık-prenslik-emirlik ile yönetilen Müslümanlar yine yöneticilerine İsrail’in haritadan silinmesine yönelik bir siyaset yapılması isteklerini kuvvetlice iletmelidirler. El hak, bu yöneticilerin bu siyaseti tatbik etmeleri ise İslam Ahlakına ve İslam Hukuku’na olan hassasiyetleri ile alakalı olacaktır.

6.   1897 Siyonist Basel Konferansı nasıl tüm dünyaca İsrail’in kurulması yolundaki ilk adım olarak niteleniyorsa dalga dalga tüm dünyaya yayılmasını umut ettiğimiz İsrail Yıkılmalıdır Deklarasyonları da inşallah İsrail’in haritadan ve tarih sahnesinden silinmesinin ilk adımları olacaktır. Bu bağlamda her sivil oluşum liderinin bu amaca matuf bir hareket tarzı belirlemesi Müslümanların bu konuda tek yürek, tek ses, tek güç olmalarının ön şartıdır.

7.   Bu iradeye, herhangi bir cemaat-örgüt-parti-mezhep veya liderinin fikri, söylemi, ifadesi veya teklifi üzere değil ortak akıl ve ahlak sahibi Müslümanların doğrudan doğruya Kur’an’dan aldıkları emir ile kendilerine isabet eden bir belayı def etme azimleri üzerine sahip olunmalıdır.

YAZIYA YORUM KAT

1 Yorum