1. YAZARLAR

  2. Kürşat Bumin

  3. İran: Anlaşılması gerçekten zor ülke
Kürşat Bumin

Kürşat Bumin

Yazarın Tüm Yazıları >

İran: Anlaşılması gerçekten zor ülke

15 Haziran 2009 Pazartesi 09:44A+A-

Okurlardan birisi soruyor Le Monde'un aynı zamanda bir “İran uzmanı” olan dış haberler şefi Marie-Claude Decamps'a:

Seçime katılan adaylar “Koruyucular Konseyi” tarafından ayıklanıp (selection) “Dini Lider” Hamaney'in olurunu almak zorunda olduklarına göre, bu seçimlerin gerçek manada bir değişim getirmesi mümkün müdür?

Gazetecinin bu soruya cevabı, 12 Haziran'da İran'da gerçekleşen şeyin bir seçimden (election) çok, bir seçme-ayıklamaya (selection) benzediği yönünde. Gazeteci, bu tespitini “yani demokratik değil” diyerek kuvvetlendiriyor da.

Bu gözlem bana da doğru geliyor. Ceyda Karan'ın Tahran'dan geçtiği haberin altına yerleştirdiği “İran'da sistem nasıl işliyor?” başlıklı bilgi notundan da anlaşıldığı gibi, 12 Haziran seçimlerini “demokratik bir seçim” olarak nitelemek imkansız. Seçimin bu nitelikte olması, seçim sonrası ortaya atılan çok sayıda “hile” iddialarından ayrı bir mesele. Bilgi notunda sıralanan”Dini Lider”, “Uzmanlar Konseyi”, “Anayasayı Koruyucular Konseyi”, “Düzenin Yararını Teşhis Konseyi”, gibi kurumlar (“Devrim muhafızları ve milisleri saymıyorum bile) öyle yetkiler ile donatılmış ki, bunların yanında “Cumhurbaşkanlığı”, “Meclis” ya da “Yargı Sistemi”nin demokratik bir oluşumundan söz etmek imkansız.

“Dini Lider”, devlet radyo ve televizyon kurumundan emniyet genel müdürlüğüne, silahlı kuvvetlerden “Anayasa Koruyucular Konseyi”ne kadar çok geniş bir alanda görevlileri atama hakkına sahip. “Meclis”i oluşturulan vekiller, “Anayasa Koruyucular Konseyi”nden olur almak zorunda, Söz konusu Konsey, aynı zamanda, Meclis kararlarını iptal etme yetkisine sahip. “Düzenin Yararını Teşhis Konseyi” (adı üzerinde!) İlk Konsey ile Meclis arasındaki anlaşmazlıklara çözüm getirme görev ve yetkisini ile görevlendirilmiş. “Yargı sistemi” deseniz, başkanı “Dini Lider” tarafından atanıyor.

Bunlar bildiğiniz şeyler muhakkak. Öyle bir sistem ile karşı karşıyayız ki, Hugo Chavez'in Ahmedinecad'a gönderdiği tebrik mesajında belirtildiği gibi, bu seçimin “Daha iyi bir dünya için mücadele veren halkların için büyük bir zafer” olarak nitelenmesi epeyce zor görünüyor…

“Devrimler”in sıklıkla (her zaman?) başına gelen şeyler bunlar. Devletler daima devletlerin kucağında can verdiğinden, “devrimci” devlet de çok geçmeden kendine uygun “Koruyucu Konseyleri”ni yaratmakta gecikmiyor. (“Düzenin Yararını Teşhis ve Koruyucu Konseyler”? Benzetmek gibi olmasın ama!...)

Ancak burada duralım biraz isterseniz.

İran'daki sistem böyle olmasına böyle, ancak son seçim kampanyasının gösterdiği gibi bu ülkenin Ortadoğu'nun Suriye'den Suudi Arabistan'a pek çok ülkesinde hüküm süren diktatörlük rejimlerinden de büyük bir farkı var. Bu gerçeği, yazının başında söz ettiğim gazeteci de teslim ediyor. “Ama bir ölçüde demokratik bir işleyişin olduğunu da inkar edemeyiz” diyerek. “Dini Lider”in başta “nükleer” konusu olmak üzere birçok hassas dosya üzerinde söz sahibi olmasına rağmen onun bir “diktatör” olarak algılanmaması gerektiğini söylüyor. O asıl olarak bir “hakem” durumunda; ülkedeki bütün iktidar güçleri ve eğilimlerini dengede tutmaya çalışan birisi o.

Söylediğim gibi, 12 Haziran seçimleri öncesinde (ve de sonrasında) ülkeyi sarıp sarmalayan siyasal iklim, alıştığımız-bildiğimiz tarzda bir “diktatörlük” ile karşı karşıya bulunmadığımızın da delili değil mi? Önümüzdeki tablo, farklı bir baskıcı sistem. Bir “cumhuriyet” olması bakımından az yerde karşılaşılabilecek cinsten çoşkulı bir seçim kampanyası, ama aynı zamanda da seçim gününden başlayarak Devrim Muhafızları ve milislerin muhalefete yönelik sözlü ve fiziki tehditleri ve uyguladıkları sansür. Bir tarafta televizyon kanalındaki tartışmalarda cumhurbaşkanına hakarete varan bir “ifade özgürlüğü”, öbür tarafta –onu da unutmamak lazım- son olarak çok yakın geçmişte karşımıza çıkan ve bu sefer içlerinde bir genç kadının da bulunduğu pek çok kişinin sokak ortasına çekilen vinçlerde idam edilmesi… Bir tarafta “İslami bir cumhuriyet”; ama bu cumhuriyet aynı zamanda çok da “milliyetçi”. (Musavi'den “rasyonel milliyetçi” olarak söz eden Fransız gazeteci, İran'da “muhafazakar” gibi “reformatör” sözcüklerin fazla bir şey ifade etmediğini hatırlatıyordu. İran söz konusu olduğunda bu gibi sözcükleri “rölativizer” etmek gerekir diyordu.)

Okuduklarımdan çıkarttığım sonuç şu: İran'daki seçmenlerin çok daha büyük bir bölümü Tahran ve benzeri şehirlerde ikamet ediyor olsalardı, Musavi bugün cumhurbaşkanıydı. Durum böyle olmadığı için, az gelirli ve özellikle kırsal bölgelerin seçmenleri kendilerinden biri olarak gördükleri Ahmedinecad'ın görevde kalmasını istediler. “Özgürlük” gibi şehirlileri ayağa kaldıran (şehir işi) bir talep bu kitlelere önemli görünmedi. Cihan Aktaş (Taraf), “Geniş bir nüfus 'özgürlük' sloganına itibar etmedi ve en özgürlükçü lider izlenimi uyandıran Kerrubi, sadece 300 bin oy aldı” diyor. Ahmedinecad'ı destekleyen kızlara “Ama Musavi reformlarla sizi daha özgür kılacağını söylüyor” hatırlatmasını yapan Ceyda Karan şu cevabı alıyor: “Biz zaten özgürüz.” Karan, bu seçmenler için “Ahmedinecad'ın kadınları daha güçlü kılacağı, ev kadınlarına sosyal güvenlik sağlayacağı, petrol gelirlerini yoksul ailelere pay edeceği vaatlerine inanıyor” diye devam ediyor. Bir yerde karşıma çakan bilgi de şöyle: Orta halli kesimlerden gelen Basicilerin üniversitelerde “kota”ları, ve özel aile yardımları varmış.

İran son seçim kampanyasının da gösterdiği gibi kolay yönetilebilecek bir ülke değil. Alıştığımız sınıflamalar çerçevesinde anlaşılabilecek bir ülke olmadığı da muhakkak.

Anlaşılması (kendi adıma söylüyorum, anlayanlar vardır muhakkak) zor bir ülke olduğu için, işlerin nasıl ilerleyeceğini, mesela 4 yıl sonraki seçimlerin ortaya nasıl bir sonuç koyacağını tahmin etmek de (benim açımdan) neredeyse imkansız. Özellikle önümüzde bir de, hâlâ nereye varacağı belli olmayan bir “nükleer” dosyası öylece dururken. Fakat ileriye doğru olmasa da, geriye doğru şu tespiti yapabiliriz herhalde: Savaş gerçekten kötü bir şey. İran-Irak savaşı gibi bir kötülük gerçekleşmemiş olsaydı, İran bugün başka bir ülke olmaz mıydı? Sebep olanlar utansın!...

YENİ ŞAFAK

YAZIYA YORUM KAT