1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. Hong Kong'un Siyasi ve Ekonomik Belirsizliği
Hong Kong'un Siyasi ve Ekonomik Belirsizliği

Hong Kong'un Siyasi ve Ekonomik Belirsizliği

“Mevcut uluslararası sistemin devamlılığını savunup koruyuculuğunu üstlenmeye çalışan Çin açısından Hong Kong'taki protestoları sona erdirmek için askeri müdahale seçeneği uzak görünüyor.”

05 Ekim 2019 Cumartesi 07:38A+A-

Analiz: Murat Öztuna / AA

Pekin’de 1 Ekim 2019 günü̈ büyük bir şölen eşliğinde Çin Halk Cumhuriyeti’nin 70. yılı kutlanırken, Hong Kong’da Pekin karşıtı gösteriler düzenleniyordu. Aslında Hong Kong hem coğrafi konumu ve topoğrafyası hem demografik yapısı hem de tarihsel süreç içindeki ekonomik gelişimi açısından Çin’in bir parçası. Bununla birlikte, Batılı emperyalist güçleri, Çin ile tanıştıran bir kapı olması da bu küçük adaya tarihsel bir önem kazandırıyor. Ayrıca 100 yıl boyunca İngiliz sömürgesi olarak kalmasının meydana getirdiği kültürel ve düşünsel farklılaşma, günümüzde bizlere, Batı tarzı liberal sistem ile Çin tarzı sosyalizmin hem sosyolojik hem de ekonomik gelişim süreçlerini karşılaştırabileceğimiz ve şahit olabileceğimiz doğal bir siyaset bilimi laboratuvarı sunuyor. Özellikle, son 20 senede ekonomik farkın nasıl kapandığını yıldan yıla gözlemleyebilme fırsatı sunmasının, sosyal bilimler açısından eşsiz bir tecrübe oluşturduğu söylenebilir. Bu laboratuvarı, Hong Kong’un Çin’e iade edildiği 1997 tarihinden itibaren, siyasi yapı ve ekonomik gelişim açısından kısaca inceleyerek, günümüzde yaşanan protestolar hakkında bir bakış açısı geliştirmeye çalışalım. Hong Kong’un siyasi yapısı

Hong Kong’daki mevcut durumu kavrayabilmek için 1997 yılına dönmek ve eskiden önemsiz bir balıkçı kasabası olan, ancak 18. yüzyılla birlikte peyderpey “Asya’nın incisine” dönüşen bu küçük adayı 100 yıllığına kiraladığı İngilizlerden geri alarak egemenliğini yeniden sağlamak amacıyla Çin’in hazırladığı siyasal sistemi anlamak gerekiyor. Bu siyasi sistem “Hong Kong Temel Kanunu” adı altında düzenlenmiş. Burada dikkat edilmesi gereken husus, bir toplumda sivil ve siyasi hakların korunması ile o toplumun liderlerini seçen kurumlar arasında yapılan ayrımdır. Batı liberal demokratik siyasi sistemlerinde haklar ve seçimler birbirlerini tamamlayıcı nitelikte unsurlardır ve bir makinenin iki dişlisi gibi uyum içinde çalışırlar. Hong Kong için tasarlanan ise adeta hibrit bir siyasi sistemdir: Makinenin dişlilerinden biri yoktur yahut da dişliler birbirlerinden ayrı şekilde çalışmaktadırlar. Bununla birlikte Çin, Hong Kong’da “bir ülke, iki sistem” adını verdiği bu yapılanmanın 50 yıllık garantörlüğünü de üstlenmiştir. Yani Hong Kong’un anakaranın siyasi sistemine 50 yıllık süreç içerisinde dahil edilmeyeceğini garanti etmiştir.

Sivil ve siyasi haklar açısından Hong Kong

Öncelikle bu dişlilerden biri olan “haklar” konusunun Hong Kong’daki durumunu tarihsel olarak açıklamaya çalışalım. Çin ve İngiltere tarafından Hong Kong’un Çin’e iadesi kapsamında 1984 yılında yayınlanan ortak deklarasyonda Çin, Hong Kong halkının Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’nde yer alan haklardan yararlanacağına dair bir söz vermişti. Sonrasında bu sözleşme Hong Kong yönetmeliği haline dönüşmüştü. Bununla birlikte Çin, yukarıda bahsettiğimiz hakların korunması için, kısmen Hong Kong’da hukuk devletinin uygulanacağına ve bağımsız bir yargının bulunacağına dair de bir söz vermişti. Bu sebeple Hong Kong’da sivil ve siyasi haklar bakımından liberal bir düzen bulunuyor. Bugün yaşanan olaylara da bakıldığında, Hong Kong halkının bu haklara büyük değer atfettiği görülüyor.

Hong Kong halkının bu hakların korumasından yararlandığını ve 1997 yılından günümüze (göreceli de olsa) mevcut hukuk sisteminin bir güven unsuru oluşturduğunu ifade edebiliriz. Bu haklara bir örnek verecek olursak, protesto ve gösteri haklarından bahsedebiliriz. Toplanma hakkı olarak da ifade edebileceğimiz bu haklardan yararlanmak isteyenler, öncelikle bir gösteri planı sunarak polisin onayını alır ve sunulan plan dahilinde protesto ve gösterilerini gerçekleştirebilirler. Bu durum Hong Kong’da siyasi yaşamın bir parçası olmakla birlikte, hem Hong Kong halkının medeni gösterileriyle siyasi hayata katılımının gerçekleşmesi açısından hem de Çin’in “bir devlet, iki sistem” planının işlerliğinin göstergesi olması açısından, dünya kamuoyuna örnek teşkil etmekteydi.

Örneğin 2003 yılında Temel Kanun’un 23. maddesi uyarınca önerilen ulusal güvenlik mevzuatındaki değişikliklerle ilgili düzenleme, Hong Kong halkının tepkisine yol açmış ve yarım milyon kişinin katılımıyla yürüyüş ve gösteriler düzenlenmişti. Gösterilerden kısa bir süre sonra iki üst düzey hükümet görevlisinin istifası gelmiş ve 23. madde ile ilgili düzenleme hiçbir zaman kabul edilmemiştir. Ancak bu olaylar Hong Kong’da demokratik bir protesto geleneğinin oluşmasını sağlamıştır. 2003’de yasamayla ilgili düzenlenen bu gösteriler, 2004’de ise gelir eşitsizliğindeki artış ve anakaradan gelen göçmenler sorunu gibi ekonomik ve sosyal problemleri göz önüne taşımak amacına evrilmiştir. Günümüze kadar her yıl 1 Temmuz’da düzenlenen ve farklı sosyal konulara değinilen bu gösteriler Hong Kong’da bir gelenek haline dönüşmüştür. Tüm bu gösteriler (48 bağımsız sivil toplum kuruluşunun ve siyasi grubun üye olduğu çatı bir kuruluş olan) 2002 yılında kurulan Sivil İnsan Hakları Cephesi (CHRF) tarafından düzenlenmektedir.

Siyasi seçimler açısından Hong Kong

Hong Kong’a şehrin yönetimini üstlenecek kişilerin seçimi açısından bakıldığında ise bu sistemin sivil ve siyasi hakların uygulanışına göre daha karmaşık olduğu göze çarpıyor. Hong Kong’un Çin’e iadesinin ardından, Hong Kong Yasama Konseyi üyelerinin en fazla yarısı halk tarafından seçilen üyelerden, geri kalanları ise “işlevsel seçim bölgeleri” adı altında seçilen ekonomi ve profesyonel iş yaşamı temsilcilerinden oluşmaya başladı. Bu işlevsel seçim bölgelerinin çoğunluğu anakara yanlısı olmakla birlikte, az sayıda seçmen tarafından seçilmekteler. Burada anakara yanlısı olmak, tamamen ekonomik gelişmenin getirdiği bir bağlılıktan kaynaklanıyor. Bu üyeler bankacılar, emlak şirketleri temsilcileri, eğitimciler, üreticiler gibi iş ve sermaye piyasalarının içinde olan insanlardan oluşuyor. Bu yazının ilerleyen bölümlerinde inceleneceği gibi, Hong Kong ekonomik varlığını ve bugünkü müreffeh durumunu kısmen de olsa anakaranın dinamik pazarına, üretim gücüne ve sermaye yatırımlarına sağladığı uyuma borçludur. Doğal olarak bu üyelerin anakara ile güçlü ilişkiler içerisinde olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Fakat güçlü ilişkiler içinde olunmasından ziyade, Hong Kong’un en üst düzey yöneticisi konumundaki kişinin seçiminin yapıldığı komitenin çoğunluğunun anakara yanlısı kişilerden oluşması, Pekin hükümetine Hong Kong’daki iktidarın kontrolü hususunda ayrı bir avantaj sağlamaktadır. O halde mevcut siyasi seçimlerde, üst düzey pozisyonların belirlenmesi konusunda kontrolün Çin hükümetinin elinde olduğu ve muhalif sayılabilecek fikirleri önceden engelleyebileceği bir sistem tasarladığı söylenebilir.

Sistemin işlerliği ve olayların bugüne gelişi

Aslına bakılırsa siyasi sistem tüm belirsizliklerine rağmen işlevselliğini muhafaza ediyordu. Fakat Pekin hükümetinin Hong Kong Yasama Konseyi seçim prosedürlerini iyileştirme kararı alması Hong Kong halkının olumsuz tepkisiyle karşılaştı. Pekin hükümetinin sunduğu iyileştirme mevzuatı, Hong Kong liderinin, seçim komitesinin belirli sayıdaki üyeleri (800 kişi) yerine, tüm kayıtlı seçmenlerin oyuyla seçilmesini öneriyordu. Fakat Hong Kong’u yönetmeye aday olan kişileri ise herhangi bir bağımsız siyasi partinin ve partilerin değil, seçim komitesinin aday göstermesini öngörüyordu. Seçim komitesinin nasıl belirlendiğini ise yukarıda siyasi seçimler açısından Hong Kong bölümünde açıkladık.

Bugün yaşanan olayların da fitilinin yakıldığı ilk karışıklıklar, bu önerinin ardından, Hong Kong’daki Pekin karşıtı demokratların, seçim komitesinin üyelerinin Pekin müttefiki olduklarını ve bütün olarak Hong Kong halkını temsil etmediklerini iddia etmeleriyle başladı. Daha net bir ifadeyle iddia, bu şekilde yapılacak bir seçimin çoğunluğun iradesini temsil etmeyeceği yönündeydi. Bunun üzerine, 2014 yılında arka arkaya iki protesto oldu: (Hong Kong’da bir semt olan) “Central’ı İşgal Et” ve “Şemsiye Hareketi” protestoları. Göstericiler ve yetkililer arasında yaşanan sağduyulu iletişim sayesinde, bu iki gösteride de küçük olaylar dışında şiddet olayları yaşanmadı ve gösteriler temelde yasal ve barışçıl bir şekilde sonlandırıldı.

Hong Kong hükümetinin seçim reformunu (aday komisyonunun nasıl çalışacağına dair ayrıntılı kurallar hazırlayarak) tekrar gündeme getirmesine rağmen, bu öneri muhalifler tarafından reddedildi. Bu durum, Hong Kong’daki radikal muhalif çevrelerce cesaret verici olarak algılandı ve “Hong Kong’un bağımsızlığı” ve “kendi kaderini belirlemesi” gibi söylemlerin ortaya çıkmasına yol açtı. Yazının girişinde de belirtildiği gibi, Çin’in doğal parçası olan Hong Kong’da bu tür söylemlerin ortaya çıkması, Çin hükümeti tarafından “egemenlik tehdidi” olarak algılandı. Bunun üzerine Çin, bağımsızlık yanlısı adayların tekrar seçimlere girmelerinin engellenmesi ve yine Çin karşıtı yasama meclisi üyelerinin kovulmalarıyla ilgili bir dizi önlem aldı. Aslında Çin’in, Hong Kong halkının sivil ve siyasi haklarını kullanmasına ve hukukun üstünlüğüne saygı göstermesine dair verdiği ilk taahhüt olumlu ve önemli olmakla birlikte, 2014 yılında yaşananlar Hong Kong’da anakaraya yönelik siyasi bir güvensizlik oluşmasına sebep oldu.

Bugüne geldiğimizde, daha geniş bir tarihsel perspektiften incelenmeye müsait olmakla birlikte, olayların kısaca 15 yıllık bir sürecin devamı niteliğinde olduğunu, yukarıda anlatılan tarihsel süreç ışığında söylememiz mümkün. Bugün halen devam etmekte olan olaylar Hong Kong hükümetinin iade yasa tasarısını gündeme getirmesiyle başladı. Protestoların fitilini ateşleyen bu tasarı, protestocuların iddialarına göre, Çin’de aranan kişilerin iadesini sağlamakla birlikte, Hong Kong’un özerk hukuk sisteminin Çin’in hukuk sistemiyle entegre edilmesine bir adım daha yaklaştıracak. Aslında ne olursa olsun, bugünkü durumun Hong Kong hükümeti için siyasi bir felakete dönüştüğü açık. Çin açısından sürecin nasıl yönetildiği ve olası sonuçlarıyla ilgili saptamalarımızı ise öncelikle Hong Kong’un ekonomik durumunu inceledikten sonraya bırakalım.

Hong Kong ekonomisi

Yukarıda yapılan siyasal sistem analizine tekrar geri dönersek, sistemin aslında siyasi ve ekonomik gücü merkezîleştirdiği görülebilir. Bu merkezîleşme, nispeten az sayıda aile ve şirketin, servetin ve politik gücün çoğunu kontrol etmesine sebep olmuştur. Servetin ve gücün eşit dağılmaması ise Hong Kong halkının kendi hükümetine karşı yüksek düzeyde yabancılaşmasına neden olmuştur. Ayrıca Hong Kong ekonomisi finans, gayrimenkul ve aracı ticaret üzerine kurulu bir büyüme modelini benimsemiştir. Gayrimenkul firmalarının anakarada da yatırımları bulunmakta, aracı ticarette ise anakara üreticilerinin ürünlerini dünya pazarlarına sunmaktadırlar. Finans sektöründe ise anakaranın dev firmaları, biriken sermayelerini Hong Kong borsalarında değerlendirmektedirler. Doğal olarak Hong Kong’da serveti elinde bulunduran azınlığın anakara ile yakın ilişkileri ve karşılıklı bağımlılıkları söz konusudur.

Bununla birlikte, Hong Kong’u küresel sermaye için çekici kılan nokta, anakara pazarına yakınlığı ve entegrasyonu ile birlikte korunmuş hukuk sisteminin getirdiği istikrarlı yapısıdır. Kısacası Hong Kong ekonomik anlamda anakarayla bütünleşmiştir. Çin’in dijital ekonomi modeline yaptığı yatırımlar, bununla birlikte Hong Kong’a sınır olan Shenzhen şehrinde açtığı serbest ticaret bölgesiyle uluslararası ticareti kolaylaştırması, Hong Kong’un aracı ticaret üzerine kurduğu sistemi de olumsuz etkilemekte. Fotoğrafa uzaktan bakıldığında, Hong Kong ekonomisinin şu anda “sismik” bir değişim geçirdiği görülebilir. Gayrimenkul fiyatlarındaki artış, ticari arabuluculuk rolünün azalmasıyla gelen işsizlik, mevcut iş olanaklarının kuzeydeki yüksek teknoloji endüstrileriyle yükselen Shenzhen ve Guangzhou gibi anakara şehirlerine kayması gibi sebepler, günümüzde Pekin’e ve mevcut Hong Kong hükümetine gençlerin gösterdikleri tepkileri ve protestoları açıklamakta kullanılabilecek gerçeklerdir.

Rakamlar da Hong Kong’daki ekonomik durumla ilgili yaptığımız incelemeyi onaylıyor. Hong Kong ekonomisi 2018 yılındaki yüzde 3 büyümeyle, hükümetin öngördüğü yüzde 3,2’lik büyüme oranının gerisinde kalmış durumda. Aynı şekilde, 2017’deki büyüme oranı yüzde 3,8 ve 2019 için yapılan tahminler yüzde 2 ila yüzde. Ayrıca 2019 yılında ABD ve Çin arasında yaşanan ticaret savaşlarının etkisi Hong Kong açısından daha fazla hissedilir hale gelebilir. Hong Kong’un en büyük ticari ortaklarının, yüzde 50’lik oranla anakara ve yüzde 7’lik oranla ABD olduğu hesaba katıldığında, durumun ciddiyeti daha net görülmektedir. Özellikle Hong Kong’un ticaretini oluşturan lojistik ve depo hizmetleri sektörlerinde toplam işgücünün yüzde 12’sinin istihdam edildiği ve Hong Kong ekonomisine katkısının yüzde 18 oranında olduğu da düşünülürse, olası ekonomik durgunluğun Hong Kong ekonomisinde bırakacağı hasar yadsınamayacak derecelere ulaşabilir.

Çin’in Hong Kong planı

Çin’in (Hong Kong özelinde olmasa da) Hong Kong ve Macau’yu da içine alarak tüm İnci nehri deltası boyunca oluşturmayı planladığı Büyük Körfez Bölgesi (GBA) kalkınma planı ilgi çekici nitelikte. İlk olarak 2016 yılında 13. beş yıllık plan kapsamında ortaya çıkan bu plan, Hong Kong-Macau ve Çin’in Guangdong eyaletini yüksek teknoloji ve yenilikçilik merkezi haline getirerek ABD’nin Silikon Vadisi’ne rakip bir bölge oluşturmayı amaçlıyor. Bölgenin 70 milyon nüfusa, 1,6 trilyon dolarlık gayrisafi mili hasılaya ve Huawei, Tencent gibi teknoloji devlerine ev sahipliği yaptığı da düşünülürse, planın sağlam temellere oturduğu söylenebilir. Planda Hong Kong uluslararası finans, ticaret, ulaşım ve havacılık için bir merkez olarak öne çıkarken, komşusu Shenzhen ise bölgenin teknoloji ve inovasyon merkezi rolünü üstlenmiş olarak görünüyor.

Plan kapsamında geçtiğimiz yıl hizmete açılan 55 kilometrelik Hong Kong-Macau-Zhuhai köprüsü Hong Kong’u anakaraya batıdan bağlarken, kuzeyden de hızlı demiryolu hattı Guangzhou ve Shenzhen şehirlerine bağlandı. Aslında Ekim 2018’de açılan köprü Hong Kong açısından olumlu ekonomik etkisini ilk aylarında göstermişti. Hong Kong perakende pazarının yaklaşık yüzde 40’ını anakaradan gelen ziyaretçiler oluşturuyor. Köprünün açılışının ardından Hong Kong’a gelen Çinli ziyaretçi sayısında 2018’in son iki ayında yüzde 20’den fazla artış görüldü. Perakende satışlarına etkisi ise Ocak ayındaki verilere göre yüzde 7 oldu.

Tüm bu siyasi gelişmeler ve ekonomik veriler göz önüne alındığında Çin’in, söz verdiği 50 yıllık süreç içerisinde, yani 2047 tarihine kadar ya da daha önceki bir tarihte, küresel ekonomik düzendeki konumuna da saygı göstererek, Hong Kong’u anakaranın mevcut sistemine entegre etme çabası net olarak anlaşılabilir. Ancak 2003 yılından beri belirli aralıklarla devam eden, giderek yayılan ve artık şiddet olaylarını da içeriyor olmasından dolayı en üst seviyeye ulaşan protestolar, sebebi ister ekonomik durgunluk isterse de siyasi sistem açmazı olsun, Hong Kong halkının sahip olduğu kendine özgü kimliği ve yasal korumalarını kaybettiğini hissetmesinden kaynaklanan varoluşsal kaygıların bir yansıması niteliğindedir. Bu noktada Pekin hükümetinin ve Hong Kong yönetiminin Hong Kong gençliğini ikna edebilme kabiliyeti önem kazanmaktadır. Aynı şekilde protestocuların da, gösterilerin süresi uzadıkça Hong Kong’un küresel ekonomik güven merkezi olma özelliğine zarar verdiklerinin bilincinde olmaları gerekmektedir. Bloomberg’in yayınladığı verilere göre, protestoların başladığı Temmuz ayından itibaren bir buçuk aylık süreçte Hong Kong borsası yüzde 12 düşüş göstermiş, yabancı ziyaretçi sayısında yüzde 30 ila yüzde 50 arasında düşüş gözlenmiştir.

Dünya basınında en çok sorulan soru ise Çin’in bu sorunun çözümü için askeri müdahalede bulunup bulunmayacağıdır. Tüm uluslararası platformlarda barışçıl söylemlerde bulunan ve mevcut uluslararası sistemin devamlılığını savunup koruyuculuğunu üstlenmeye çalışan Çin açısından askeri müdahale seçeneği uzak görünüyor. Ayrıca Kuşak ve Yol Girişimi (KYG) ile çok geniş kapsamlı küresel bir atılım gerçekleştiren Çin açısından, olası bir askeri müdahale, KYG kapsamındaki ülkelerde soru işaretleri oluşturacağından, öncelikli tercih olarak kabul görmeyecektir. Özellikle son dönemlerde “neo-kolonyal politika” ve “borç tuzağı politikası” gibi yakıştırmalara maruz kalan KYG çeşitli sorunlara rağmen devam ederken, Hong Kong’a yapılacak olası bir askeri müdahale, Çin’in oluşturmaya çalıştığı barışçıl kolektif büyüme imajını da zedeleyici nitelikte olacaktır.

Görüldüğü gibi, Hong Kong’da yaşananlar tek bir sebeple açıklanamayacak kadar karmaşık siyasi, ekonomik ve uluslararası boyutları olan derin bir sorunun yansımalarıdır. 2019 senesi, başta ticaret savaşları ve Hong Kong sorunu, sonrasında iç dinamikler ve geçiş ekonomisinin de getirdiği ekonomik durgunluk gibi üst üste gelen problemlerle birlikte, Çin açısından büyük güç olma sınavı verilen bir sene oldu.

[Murat Öztuna ECNU Şangay Üniversitesi’nde siyaset teorisi alnında doktora çalışmalarını sürdürmektedir]

HABERE YORUM KAT