1. YAZARLAR

  2. Fatma K. Barbarosoğlu

  3. “Hillary nine”, “haydi gel bizimle ol”
Fatma K. Barbarosoğlu

Fatma K. Barbarosoğlu

Yazarın Tüm Yazıları >

“Hillary nine”, “haydi gel bizimle ol”

10 Mart 2009 Salı 06:15A+A-

Kadınlar -ve de artık erkekler- daha genç, daha güzel görünmek için servet harcayıp, güzelliğine güzellik katmak için yapaylığın sınırlarını zorlayadursun. Hakiki yaşımız daima bizi sevenlerin bakışlarında ve de küçük çocukların hitabında aşikar. İstediğiniz kadar size eş dost yaşını hiç göstermiyorsun desin. İstediğiniz kadar türlü fotoğraf hileleri girsin devreye. Gözbebeklerinizden sevgi, şefkat ve merhamet parlamıyorsa ölçülü biçili güzelliğiniz bir hiçtir.

Ülkemizi ziyareti sırasında bir hayli de çarpıcı bulduğum ekran misafirliği oldu "Hillary Nine"nin. "Haydi gel bizimle ol" dörtlüsünün konuğu olan Hillary Clinton'un yaşını duyan pek çok kadın vay be demiştir. Onun yaşında olup da dizleri bükülmeyenler, beli doğrulmayanlar Hillary'e gıpta ile bakmıştır. Kendi bedenine monte edilmiş ülkesinin iktidarı ile Hillary, "özendirici" bir figür olarak girivermiştir pek çok eve. Ama gerçeğin ifadesi, şimdi 10 yaşında olan 1999 depreminde Bill Clinton'un burnunu sıkan bebek olarak dünya basınında yer bulan Erkan'ın hitabında ayan beyan oluyor. Erkan'ın, "Hillary nine"si ile görüşmek istediğini "zalim" medyamızdan öğreniyoruz. Başlığı atarken kim bilir ne kadar mutlu olmuştur Hillary ve nine kelimelerini yan yana getiren zeka.

Erkan, Bill dedesine mektup yazdığını ondan cevap geldiğini yani "mektuplaştıklarını" anlatmış muhabirlere. Erkan'ın bu sırrı anti Amerikancı seslerin bastırılması için ne kadar da parlak bir imaj. Erkan'ın "Bill dede"sine yazdığı mektuba Beyaz Saray'dan cevap gelmesine sevinmesinde çocukça bir heyecan, bir sahiplenme duygusu yaşamasında anlaşılmayacak bir durum yok. Anlıyoruz elbet. Anlıyoruz derken bunu ayn el yakıyn olarak söylüyorum. Çünkü henüz orta okul öğrencisi iken benden iki yaş büyük ağabeyimin Türkiye'nin yer altı kaynakları konusunda bir ödevi olmuştu. Neden bilmiyorum sınavları değil de ödevleri pek ciddiye alan çocuklardık. Sıradan bir ödev ağabeyimin içine sinmezdi asla. Arandı tarandı sıradan bilgiler dışında pek bir şey bulunamadı. Sağa sola soruldu ve bu konuda yeterli bilginin ancak Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı'ndan edinilebileceğini öğrendik. Biz de iki kardeş oturup Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı'na mektup yazdık. Ödevimiz budur bu ödevi yapabileceğimiz kaynak konusunda bize yardımcı olabilir misiniz diye. İnanmayacaksınız ama, dört gün sonra bizi hayretten hayrete düşüren bir mektup geldi. Mektupta, talebimizi karşılayacak kaynak bir kitabın postaya verildiği belirtiliyor, heyecanımız ve araştırma azmimiz tebrik edildikten sonra her türlü araştırmamızda bakanlığın yardıma hazır olduğu belirtiliyordu.

Şikayet etmemeyi ama eleştirmeyi ve talep etmeyi hayatta bize en çok bu mektup öğretmiştir desem abartmış olmam herhalde. Yani makamlardan gelen cevapların etkisi bir mektubun etkisinden çok daha fazla bir şeydir.

Erkan'ın, Bill dedesi ile mektuplaşması Amerika'nın imajını ne kadar toparlayıp parlatan bir etkiye sahipse, Pınar Kür'ün Hillary Cilinton'a sormuş olduğu o talihsiz soru da o kadar… Üç noktaya istediğiniz ifadeyi koyabilirsiniz. Ama ben Pınar Kür'ün talihsiz sorusunun, Türkiye'nin imajını, Türkiye'deki yazar kadınların imajını, Türkiye'deki kadınların imajını filan bozduğunu söylemeyeceğim. Çünkü onun sorusu beni hızla Alper Görmüş'ün geçen yıl Aktüel'de yazmış olduğu Pınar Kür biyografisine götürdü. Görmüş, Pınar Kür'ü hakikaten iyi çözmüştü. İyi hikayeci ama kötü düşünür diyordu Kür için.

İyi hikayeci? Belki eskiden. Son yayınladığı herkesin gözü hikaye görsün kampanyaları eşliğinde sunulan kitabı kendisinin gerisinde bir kitaptı. Kür bütün duygularını başörtülü kadın karşıtlığından beslenen bir öfke ile değiş-tokuş etmiş. Hillary Clinton'a sormaya çalıştığı soruda bu iyice görülüyor.

Üç kadının her biri kendisi. Çiğdem Anad, Müjde Ar, Aysun Kayacı. Aralarında kendisi ol(a)mayan bir tek Pınar Kür var. Her biri kendine isim kazandıran mesleğinin iklimiyle oturuyor koltuğuna. Pınar Kür hariç. O orada edebiyatçı duyarlılığı ile değil hükümet karşıtı bir militan olarak oturuyor. Otursun, kim karışır keyfine. Lakin içinde bulunduğu programın magazinel dokusu bu karşıtlığı kaldırmıyor. Tam tersine o karşıtlığı basitleştirip komikleştiriyor. Galiba AKP karşıtlarının ortak noktası bu. Kendisi olmayan kadınlar, bir karşıtlık üzerinden küllerinden doğmayı deniyor. Bazıları başarıyor bunu. Ama büyük çoğunluk başaramayanlardan. Hatırlarsınız Pınar Kür Çankaya Köşkü'nden davet aldığını ama ev sahibesinin başı örtülü olduğu için bu daveti kabul etmeyeceğini söylemişti. Yani kendini gerçekleştirebileceği tek alan olarak başörtüsü karşıtlığını belirlemiş Pınar Kür. Başka hiçbir şey onu ilgilendirmiyor. "Türkiye geriye gidiyor. Durum ABD'den nasıl görünüyor?" diye sormaya çalıştı. Lakin olmadı. Hillary Türkiye'yi övmelere doyamadı.

Oysa bir edebiyatçı için başkalarının övgülerinden ve yergilerinden daha önemli olan şey, kendi hissettikleri ve sezgileridir. Anlaşılan o ki Pınar Kür artık bir şey hissetmiyor ve sezginin coğrafyası kendisine ziyadesiyle kapalı.

"Hillary nine"ye gelince. ABD kamuoyunda neden sevilmediğini daha iyi görmemizi sağladı "Haydi gel bizimle ol" ekranı. Hillary fazlasıyla akıllı bir kadın. Akıllı kadınlar insanda koruma ve korunma isteği uyandırmaz. Oysa kamuoyunun sevdiği kadınlar hep koruyup kollayabileceği "defolu" kadınlardır. Hillary ise fazlasıyla "orta" ve fazlasıyla "akıllı" bir kadın.

Akıllı olduğunu gördük. Kalbinin olduğunu da göreceğimiz günler gelir inşaallah. O zaman kamuoyu ibresi tam tersine döner işte. Halklar, kadınların aklını bir tek şartla affeder. Aklından daha büyük kalbi olduğunu görmek şartıyla.

YENİ ŞAFAK

YAZIYA YORUM KAT