1. YAZARLAR

  2. Fatma K. Barbarosoğlu

  3. "Hem yaralıyım, hem yakınıyım bir yaralının"
Fatma K. Barbarosoğlu

Fatma K. Barbarosoğlu

Yazarın Tüm Yazıları >

"Hem yaralıyım, hem yakınıyım bir yaralının"

08 Mayıs 2009 Cuma 14:11A+A-

Seminer ve konferansların sonunda yanıma gelen öğrencilerin sorularına cevap vermek, bazen seminerin/konferansın süresinden bile daha uzun oluyor.

Yazdıklarını yayınlatmak isteyenler ya da yaşadığını yazmak isteyenler oluşturuyor en büyük çoğunluğu. O gün L geldi yanıma. Biraz konuşabilir miyiz diye. Hay hay.

Yaşadıklarını yazmak istiyor. Başörtüsü yüzünden yaşadıklarını. O da bütün yaşıtları gibi kendi yaşadıklarını biricik zannediyor. Kimsenin başına gelmemiş gelmeyecek kadar biricik. İki bin kuşağı zamanı şimdiden, acıları kendi kalbindekilerden ibaret zannediyor.Çünkü postmodern zamanların en önemli sorunlarından biri de tecrübe biriktirememek. "Tecrübe başımıza gelenler değil,başımıza gelenlerle ne yaptığımız." İnsanlar kendi yaşadıklarını bile tecrübe hanesine kaydedemezken başkasının yaşadığından tecrübe pırıltısı çıkarmak hiç mümkün olmuyor.

Nasıl yazacağımı bilemiyorum diyor L. Nasıl yazacağını bilemiyorsan, demek ki yazmayacaksın diyemiyorum. Biliyorum ki bu cümle muhatabımı kırar. Ama gerçek bu. Nasıl sorusunun ne yazacağından daha önemli olması gerekiyor, eğer yazdıklarını başkasının da okumasını istiyorsan. L'nin soruları bitmiyor. Bana eşlik eder misin diyorum. Yol boyu yürüyoruz. Benim yaşadıklarımı kimse yaşamadı diyor ısrarla. Acılarını biricik kılarak ayakta durmayı deniyor. Sorun tam da bu ya. Onun yaşadıklarını, pek çok kişinin yaşadığını ben biliyorum. Ama o bilmiyor. Bilmek de istemiyor.

Aynı günün akşam saatleri Berlin'de tanıştığım iki genç arkadaşım ve onlar vesilesiyle yeni tanıştığım üç genç kızla oturuyoruz akşamın en dar vaktinde. S ve M Berlin doğumlu. Kendilerini Berlinli olarak görüyorlar. İngilizce ve Almanca ana dilleri gibi. Arapça ve Farsça öğrenmek istiyorlar. Nitekim aynı guruptan olan A'nın Arapça öğrenmek için Şam'da olduğunu öğreniyorum. T ve Z başörtüsü yasaklarından dolayı Malezya'da okumuşlar. Diplomalarını alıp Türkiye'ye dönmüşler. Denkliği olmayan diplomalarını. Kırgın ve yaralılar. Onlara bakarken; bakışımı merhem gibi sunmaya çalışırken; Ali Ayçil'in beni derinden etkileyen o mısrası eşlik ediyor: "Hem yaralıyım, hem yakınıyım bir yaralının."

İnsan yaralı olunca ve yaralarını sarmaktan vazgeçince uçan kuşun rüzgarı bile kasırga gibi geliyor. Gençler yaralarını sarmak istemiyor.

Yaraları sarabilmek için yaşananlar ile aranıza mesafe koymalısınız diyorum. Mesafe. Sevimsiz geliyor bu kelime. Mesafe diye tekrarlıyorlar. Mesafe... Mesafe...Mesafe…

Yaşadığımız zamanın en büyük açmazı bu. Koymamız gereken mesafelerden mahrumuz. Oysa müminin en büyük zırhı olan tevbe, ancak mesafe ile mümkün. Tevbe yaşadığımız günahla aramıza koyduğumuz mesafe ile başlıyor.

Yaşadığınız her şey ile aranıza mesafe koyabilmelisiniz diyorum genç arkadaşlarıma. Herşeyi "başörtülü olduğum için" cümlesiyle açıklamaktan vazgeçmelisiniz. Tam bunları konuşurken, belli ki bir yere yetişmesi gereken genç bir kadın, adım atmaya dermanı kalmamış küçük kızının kolunu hızlı hızlı çekiştirirken bizim guruba laf atıyor: "Yolu teşkil etmişsiniz. Sizin yüzünüzden …"

Gençler, kadının bu tavrını "başörtülü kızlar"ı taciz üzerinden okuyor. Ben evine geç kalmış bir kadının çaresizlik/bezginlik çatışması üzerinden okuyorum. Kendisi o kadar telaşla vapura/otobüse yetişmeye çalışırken, rahvan rahvan yürüyen bir gurup genç kıza sinir oluyor. Bunun başörtülü ya da başörtüsüz olmak ile alakası yok.

Gün boyu karşılaştığımız her olayı benim başka bir yerden değerlendirmeme şaşırıyorlar. Çünkü biz, acısı ile arasına mesafe koyabilmeyi tabi olarak öğrenmiş belki de son kuşağız.

Başını kadınlar örtüyor, lakin tesettür yorgunu olan erkekler!

Nazife Şişman, yeni çıkan Başörtüsü/Sınırsız Dünyanın Yeni Sınırı adlı kitabında, şimdiye kadar pek rastlanmayan bir mesafeden bakıyor yaşananlara. Makaleler hem bir tecrübeyi hem de analiz için gerekli olan mesafeyi barındırıyor.

Sınırlarını yitiren dünyada "başörtüsü" üzerinden sınırlar çizilmesini merkezde tutan Şişman; makaleleri için perspektif belirlerken "dünyanın penceresi"nden görünen manzaraya odaklanıyor. Bu yönüyle sadece Türkiye'ye değil Müslüman nüfusa sahip bütün ülkelere söyleyecek söz biriktiriyor. Biriktirdiği sözlere hem kendi tecrübelerinden tatlar katarak hem de sosyolojinin kavramlarını merkeze alarak yön veriyor.

Sorun şu ki, Şişman'ın dinamik yaklaşımını okuyup anlaması ve değerlendirmesi, bu değerlendirmeleri çözüm için kullanması gerekenler, başörtüsü bezgini. Batılı hemcinlerinden bile daha modern, sakallarından ve bıyıklarından azade erkekler, ziyadesiyle tesettür yorgunu. Başını örten ve başını örterken sadece başının üstündeki 90 cm'lik bir kumaş parçasını değil, tarihin ağırlığını ve yükünü; modern dünyada Müslüman olmanın sorumluluğunu taşıyan kadınlar ve genç kızlar, kelebek kanatları ile fırtınanın içinde hayatta ve ayakta .

Eşlerinin, kızlarının başörtüsünü yük gibi taşıyan erkekler lime lime dağılırken, başındaki örtüyü kül gibi değil gül gibi taşıyanlar bu gücü nereden buluyor? Laikçilerin anlayamadığı tam da budur işte. Bunca zorluğa rağmen Müslüman kadınlar niye örter başını? Nazife Şişman'ın imajını ödünç alarak cevaplayalım: Sınırlarını yitiren bir dünyada içerisini ve dışarısını birbirine katmadan muhafaza edebilmek için.

YENİ ŞAFAK

YAZIYA YORUM KAT