1. YAZARLAR

  2. Bejan Matur

  3. Hariciye odasındaki korku
Bejan Matur

Bejan Matur

Yazarın Tüm Yazıları >

Hariciye odasındaki korku

15 Ocak 2010 Cuma 00:52A+A-

İsrail Dışişleri bakan yardımcısının Türk büyükelçisini aşağılamak için seçtiği yöntem çok şey anlatıyor. Seçilen mekân, mekânın ruhu... Ruhu varsa tabii!

Diplomasi kuralları, dış siyaset ve teamüller pek çok şey söylenebilir ama o daracık odanın işaret ettiği bir ruh hali de var; sorgu odasını hatırlatan bir mekânda, soluk bir ampulün ışığında, basit sıradan koltuklarda aranan prestij, muhakemeyi kilitleyen korkuya işaret ediyor. Sakil üç beş koltuğun alçaklığına indirgenmiş o şovdan güven değil, korku okunuyor.

Bu saçmalığı sona erdirdiği için beklenen özrün gelmiş olması önemli.

Bir ülkenin hariciyesinin nasıl yönetildiği önemli bir gösterge. Dış vitrin en nihayetinde nasıl görünmek istediğimizle ilgili bir seyir alanı. Yaşanan kriz, İsrail'in, dünyaya nasıl göründüğüyle artık çok da ilgilenmediğini gösteriyor. Bu siyasetin iflasıdır! O odadan yansıyan görüntüde siyaset yok. Bir sorgu odasını hatırlatan atmosferde kendine sandalye yüksekliğinde paye biçen sakil bir güç iddiası var. Böyle bakıldığında Gazze'de olup biteni daha iyi anlayabiliyor insan. Onca insanı gıdasız, susuz, elektriksiz bırakan kararlar böyle siyasetçilerin elinden çıkıyor demek ki. Gazzeli çocukların ölüm mührü bu korku ve güç gösterisi ile şekilleniyor.

İsrail'e bir kez gittim. Uluslararası bir şiir festivaline katılmak üzere davet edilmiştim.

Daha havaalanından girerken yaşadıklarım bir cinnetin insan eliyle nasıl örülebileceğini göstermişti. Havaalanından bir kez girdikten sonra yaşadıklarınız, şahane dostluklar, vicdan sahibi müthiş bir muhalefet, Akdeniz doğasının büyüleyici atmosferi, bütün bunlar Kudüs'e gidene kadar insanda bir yakınlık yaratıyor. Ama Kudüs'te cinnet yeniden arz-ı endam ediyor.

Katıldığım festivalin yöneticileri daha çok sol eğilimli olduklarından sırf Filistin halkıyla dayanışma olsun diye Arap yoğunluklu bir şehirde okuma düzenlemişlerdi. Dünyanın pek çok ülkesinden gelen şairlerle beraber şiirlerimizi okuduk. Ud çalındı, Arapçanın ve İbranicenin kardeş gırtlağından çıkan kadim sesle eski kardeşlik tazelendi.

Tel Aviv'den Nasıriye ve Hayfa'ya, oradan Yafa ve Kudüs'e doğru seyrederken hissettiklerime şöyle bir düşünce eşlik etti hep; evet bir cennet. Akdeniz'in kıyısında tarihi, doğası ve biriktirdikleriyle etkileyici bir coğrafya. Ama bir sorun var! İnsandaki adalet duygusunu zedeleyen bir his. O hissin ne olduğunu anlamaya kendi adıma çok çabaladım. Vardığım yer; parçalanmış, travmalarla yüklü bir coğrafyanın insanda yarattığı hakkaniyet ihtiyacıyla ilgiliydi. Doğanın, tarihin ruhuna çok da uymayan zorlama bir durum yaşanıyordu çünkü. 'Yanı başınızda yaşanan onca acıya rağmen, bir cennet yaratılabilir mi?' sorusuydu vicdanımı dürten. Çünkü cennet en nihayetinde konforunu vicdanın mağmasından kurar. Dünyevî rahatlıktan değil. Bir ülke istenmiş ve kavuşulmuş. Bu talebi, derin kök ihtiyacını anlayabiliriz. Ya kurduğunuz hayat bir başkasının cehennemi olmuşsa? Bir cennet bir başkasının cehennemi üzerine inşa edilebilir mi?

Savruldukları ülkelerden büyük bir özlem ve geçmiş ihtiyacıyla kendi topraklarına koşan Yahudilerin vatan ve kök ihtiyacı anlaşılmayı hak ediyor. Ama kurdukları ülkede var ettikleri siyaset o insani ihtiyacın zemini olamıyor hâlâ.

Tıpkı Dışişleri Bakan Yardımcısı Danny Ayalon'un odasında olanlar gibi; hakkaniyet, güç isteğinin yarattığı karmaşada kayboluyor. Ordaki zihniyet ne yazık ki odanın ölçülerinden daha dar. Seçilen yöntemse sakil. Rakibini alçak koltukta oturtma yöntemi Charlie Chaplin'in Hitler parodisinde kullandığı bir motifti. Nazi zulmünden kurtulan Yahudi yönetici, kendine model olarak Hitler'in yöntemini seçmekle ancak trajik olabiliyor.

Nihayetinde sağduyu sahibi yöneticilerden özür geldi ve dileyelim ki bu İsrail için de son olsun. İsrail halkı o daracık odadan dünyaya verilen imajdan daha iyisine layık çünkü.

ZAMAN

YAZIYA YORUM KAT

1 Yorum