1. YAZARLAR

  2. Ayşe Böhürler

  3. Halka ekmek ve eğlence ver!
Ayşe Böhürler

Ayşe Böhürler

Yazarın Tüm Yazıları >

Halka ekmek ve eğlence ver!

26 Temmuz 2008 Cumartesi 06:18A+A-

Sezar'ın sözü bugünde siyasi iletişimin en önemli taktiği olarak kullanılıyor.

"Laura Bush Afganistan'da haka dansıyla karşılandı" gibi haberleri seyrederken insan şu an bir siyasi iletişim stratejisini hangi aşamasında bilgilendiriliyoruz(!) duygusuna kapılıyor.

"Irklar dinler ve eski dostlar arasındaki duvarları yıkalım" bu sözler Amerikan başkan adayı Obama'ya ait. Bir Amerikan başkan adayı olarak, Amerika'nın eyaletlerine uğrar gibi ziyaret ettiği Berlin'deki coşkulu kalabalığa veriyor bu mesajı… İsrail'de "Kudüs başkentiniz olacak" diyor, Afganistan'da ise kadınların kurtulması mesajını veriyor.

Amerikan seçimleri siyasi iletişim stratejilerinin en iyi gözlemlendiği alanlardan birisi. Politik imaj teorileri açısından iyi bir karşılaştırma imkânı sağlıyor. Önceden politik imaj teorilerinde yabancı ülkeler yer almazdı. Çünkü iç kamuoyunun dış dünyayı yeterince tanımadığı bu nedenle orada yapılan çalışmaların seçmeni etkilemediğine inanılırdı. Ama söz konusu olan bir dünya imparatorluğu olunca dış dünyadaki imaj önem kazanmaya başladı.

Amerika'da iç kampanyalar olduğu gibi dış siyasi kampanyalar da büyük halkla ilişkileri şirketleri ile yapılıyor. Bunların en büyüklerinden birisi olan Hill& Knowlton'un müşteri portföyünde Ürdün kraliyet ailesi bile var. Bu ajansın siyasi kampanya kariyeri Amerikan körfez savaşında başlıyor. Ajansın tek hedefi Amerikan halkına "evet Amerika buraya girsin ve dünyayı Irak'tan kurtarsın " dedirtmek. Bunu da büyük ölçüde başarıyor.

Önce Kuveyt demokratik bir ülke olarak gösteriliyor. Temel unsurlar kullanılıyor; batıya yakın, insan haklarına dikkat eden, üçüncü dünyaya yardım eden, kadın haklarını savunan…

Kampanyanın ikinci aşamasında Irak yönetimi ve Saddam şeytan olarak gösteriliyor, tüm kitle iletişim araçlarının içinde aktif olarak rol aldığı senaryonun üçüncü aşamasında ise "iyi özelikleri ile Kuveyt kötünün yani Saddam'ın kurbanı" olarak gösteriliyor. Bu aşamalardan sonra siyasiler konu üzerine konuşmaya başlıyor. Çünkü artık halk kimin iyi kimin kötü olduğunu anlamış (bellemiş) vaziyette. Özel haberler bu sürecin en büyük destekçisi oluyor mesela "Kuveyt hastanelerinde Irak bombaları nedeniyle yatan çocuk ve buna ağlayan Kuveytli emirin kızı " haberi gibi. Duygusal tozda serpildikten sonra körfez harekâtı başlatılıyor. Halkın "evet tamam girmeliyiz Irak'a" dediği anda…

Amerika Irak'a girmeye karar verdiğinde yapılan araştırmalar Irak'ın halkın gündeminde hiç yeri olmadığını gösteriyordu. Uyuşturucu ve kriminal olaylar halkın gündeminin % 70'ini oluşturuyordu. Üç yıl süren halkla ilişkiler çalışması sonucu bu oran tam tersine döndü. Bu başarılı PR o dönem Bush'a büyük ölçüde oy olarak yansıdı. Dış politika seçmenin tavrını etkilemişti ve Bush bu dönemdeki oyunu %64'ten % 71 'e çıkarmıştı…

Bu başarılı kampanyanın yanında başarısız kampanyalarda vardı. Burada da çıkış noktası aynı teoriydi aslında. "Mood" teorisine göre; kamuoyunun dış politika konularında sürekli ilgisi olmadığı için bilgi eksikliği vardı. Bu nedenle dış politika ile ilgili kamuoyunun kanaatlerini yönlendirmek için bir tür kanaat yapımı gerekiyordu. Mesaj "halkın kanaatlerini siz oluşturun" du. Bu tezden yola çıkan Rumsfield'in 2001-2002 Afganistan savaşı sırasındaki oluşturulmuş haberlerle kurguladığı kampanya dünyanın en büyük bir başka PR şirketi olan OSİ' nin kapanmasına neden oldu. (Office For Strtaefic Influence-Osi)

Burada strateji kamuoyunu neredeyse bir düşman olarak kabul etme taktiği üzerinden yürüyordu. Ana fikir "kamuoyu her zaman tehlikelidir ve bana karşıdır" idi. Kamuoyunu kendi yanına çekebilmek için Rumsfield ve ekibi 100 milyon dolarlık bir bütçe harcadı. Tek bilgi kaynağı ben olmalıyım, bilgi benden çıkmalı, benim sonuçlarım halka ulaşmalı, hangi konuda nasıl bir fikir sahibi olmaları gerektiğini ben söylemeliyim yaklaşımı tüm haberlerin kontrol altına alınması sonucunu doğurdu.

2001 de Afganistan savaşı kimseyi ilgilendirmiyordu. Savaşı kontrol etmek için;

broşürler yapıldı, radyo kuruldu, kendileri doğrultusunda yardım yapacak önemli ve bölgede tanınan isimler çekilmeye çalışıldı. Gazetelerde reklamlar çıkmaya başladı, ünlü yönetmenlerle çalışıp reklam filmleri yapıldı.

Ancak bu süreçte "bilgi yapımcılığı" işi iyice abartıldı, tüm siyasi iletişim yalan üzerine kurulmuştu. Bu yalanların deşifre olması sonucu ortaya çıkan sansasyon kamuoyunda ters etki oluşturdu. Bu başarısız kampanya OSİ'nin kapanmasına neden oldu. Rumsfeld etkinliğini yitirse de Amerika yeni taktiklerle hala cephede.

Daha önce yaşananlardan alınan dersler kitle iletişim stratejilerini sürekli yeniliyor ancak "gündeme girmek-agenda setting ", "resimleştirme-fraiming" iki önemli hedef etkisini koruyor. Amerikan politikasını seyrederken insan bunlardan kendisini soyutlayamıyor.

Türk siyasetini seyrederken ise bunlardan parça buçuk izler görsek de acemi bir taklidin ya da doğaçlama stratejilerin(ben yaptım oldu) ötesinde bir iletişim stratejisi gözlemlenemiyor.

Tuh lansak mı sevinsek mi bilemiyorum!

YENİ ŞAFAK

YAZIYA YORUM KAT