1. YAZARLAR

  2. Faruk Beşer

  3. Gördüğüm ikinci mehdi ve modern deccallar
Faruk Beşer

Faruk Beşer

Yazarın Tüm Yazıları >

Gördüğüm ikinci mehdi ve modern deccallar

06 Ocak 2013 Pazar 21:02A+A-

Birinci mehdiden bir yıl sonra, sene 1980. Henüz 12 Eylül gelmemiş. Bir grup arkadaş Fatih Camii'nde merhum Sadrettin Yüksel'den ders okuyoruz. Rahmetli Bayram Ali Hoca da var. Günlerden pazar ve ders arkadaşlarımızdan şimdiki Bayrampaşa Müftüsü İzzet Hoca bana, istersen önce Mahmut Efendi'nin Mesih Ali Paşa Camii'ndeki pazar sohbetine katılıp, derse sonra gidelim dedi. Mahmut Efendi sevdiğim bir insandı, tamam dedim ve önce onun sohbetine gittik.

Hatta o derste Mahmut Efendi ile ilgili de bir hatıramı anlatayım: Sohbetin sonunda sorular sorulur, o da onlara cevap verirdi. Humeynî Devrimi yeniydi ve henüz tam anlaşılmamıştı. Kim ne diyeceğini bilemiyordu. Devletin de devrime karşı tavrı gelişip birilerini İrancı diye yaftalama refleksi oluşmamıştı. Birisi bir soru sordu: Efendim dedi, Humeynî İran'da bir devrim yaptı, şeriatı ilan etti. Herkes farklı şeyler söylüyor. Bizim tavrımız ne olmalı? Mahmut Efendi soruya kısa ama bana göre müthiş bir cevap verdi: 'Biz Humeynî'nin Şiiliğini beğenmiyoruz ama bunun dışında her yaptığını beğeniyoruz' dedi.

Az sonra camiin kapısına uzun boylu, cübbeli sarıklı, heybetli bir adam dikildi. İki elini birden kaldırdı ve yüksek sesle önce, 'Esselamü aleyküm!' diye bağırdı. Sonra 'Ben Mehdiyim! Ben Mehdiyim! Ben Mehdiyim!' diye üç kez haykırdı. Ben ciddi bir olayla karşı karşıya olduğumuzu ve orta yerdeki kürsüden Mahmut Efendi'nin buna bir karşılık vereceğini düşündüm. O hiç oralı olmadı, duymamış gibi devam etti. Bu arada sol taraftan yine cübbeli sarıklı bir Oflu, alaylı bir eda ile: 'Hay çeddune rahmet! Piz da seni pekleyduk, nerdeydun ya!' demesiyle ortam gevşedi. Mehdi de hiç ses çıkarmadan geldiği gibi gitti.

Ve bir başkası: Yine 1980'lerin başları. Şehzadebaşı Camii'nde bir yiğit, üniversite gençlerine sohbetler yapıyor. Şeriatı anlatıyor, yeri geldiğinde Atatürk'e ağır eleştiriler getiriyor, masonları ve masonluğu yerin dibine geçiriyor… Derken bu genç içeri alındı. Rivayet o ki, o zamanlar ideolojik suçlardan ötürü hapse tıkılanlara beynin fonksiyonlarını alt üst eden, insanı megalomani yapan ilaçlar veriliyordu. Hatta bir zamanlar bir televizyoncu bana ilacın ismini bile söylemişti, şimdi unuttum. Çıktıklarında da kimi Mesih, kimi Mehdi, kimi Peygamber oluyordu. Sonra bu yiğit hapisten çıktı. Bir tanıyanı bana, Çemberlitaş'ta konferans vereceğini söyledi, gidelim dedi, gittik. Konferansı süresince saydım, tam yedi kez, anlattığı o kurtarıcının geldiğini söyledi. Sonuncusunda ise, geldi ve aranızda bulunuyor dedi. Bu işte patolojik bir durumun olduğunu o zaman anladım. Daha sonra herkesin bildiği gibi bu yiğit Atatürk hayranı oldu ve 'ben de masonum hem de en yiğit masonum' diye ilan etti. Sonra öğrencileri arasında müta nikâhları ile beraber yaşama dönemi başladı, bilahare onlara da gerek kalmadı, haremler kuruldu ve gerçekten vadedilen cennete ve hurilere kavuşulmuş oldu. Bu arada öz anne babalara iftiralar yapıldı nice aileler yıkıldı.

Bana Almanya'dan da bir mehdi sürekli yazıyor; asıl mehdi benim, diğerlerine inanmayın, işte delillerim… diyor.

Durumda bir terslik olduğunu siz de fark ediyorsunuzdur. Her taraf mutasyona uğramış Mehdilerle doldu. Akif'in dediği gibi; 'Kimi Hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne bela!'.

Aslında bu tür kurtarıcılara sığınma, milletlerin hep zor anlarına tesadüf eder. Bunaldıkları, ezildikleri, horlandıkları ve bir çıkış yolu aradıkları zamanlarına… Oysa Türkiye için şimdilik böyle bir şeyden söz edilemez. O halde bu mehdilere deccalların yardım ettiği bizce kesin. Mehdinin ve Deccalın ne olduğunu öğrenirsek buna siz de inanacaksınız. Ama onu yine sonraya bırakmak zorundayız.

YENİ ŞAFAK 

YAZIYA YORUM KAT