1. YAZARLAR

  2. Ahmet Kurucan

  3. Fıkhın zarar gördüğü alan
Ahmet Kurucan

Ahmet Kurucan

Yazarın Tüm Yazıları >

Fıkhın zarar gördüğü alan

14 Nisan 2011 Perşembe 00:04A+A-

İslam düşünce tarihinde İslamî ilimlerin farklı disiplinler haline gelmesinin veya getirilmesinin getiri ve götürüleri olmuştur.

Dikkat ederseniz gelmesi veya getirilmesi dedim; çünkü her ikisinin de üzerine oturduğu temeller var. Gelmesi dedim; çünkü eşyanın tabiatı bunu gerektirir. Kur'an ve sünnetiyle hayatın tümünü ve tüm insanlığı kuşatan bir dinin değişen ve gelişen şartlar muvacehesinde karşısına çıkan soru ve sorunlara tek bir disiplinle cevap vermesi, çözüm üretmesi, hayatı yaşanabilir kılması mümkün değildir. Getirilmesi dedim; çünkü söz konusu sahalarda konuşacak, yazacak ve en geniş manada düşünce üretecek olan insanların bütün bu sahaları tek başına ihata etmesi imkânsızdır, eşyanın tabiatına aykırıdır. Bu açıdan getirilmesi sözüyle anlattığımız yaklaşımı da gelmesi şeklinde okumak mümkündür.

Ben bu yazıda tefsir, fıkıh, kelam, hadis, felsefe, tasavvuf vb. ilmî disiplinlere ayrılışta fıkhın kaybettiği şeyler üzerinde bir nebze durmak istiyorum. Her şeyden önce bu ilmî disiplinler arasında kendi aralarında geçişin olmadığı, birbirinden bağımsız çok keskin ve çok net ayrışmanın olması mümkün değildir. Çünkü ortada bir kaynak birliği ve beraberliği vardır. Bu ise Kur'an ve sünnettir. Öyleyse fıkıh her halükârda tefsir ve hadise, hadis her aşamada tefsire, tefsir hadis ilmine, eskilerin tabiriyle ifade edecek olursak eşeddi ihtiyaç ile muhtaçtır. Daha açık bir ifadeyle, bir fakih, karşısına çıkan bir soruna cevap verirken Kur'an ve sünnete müracaat edecektir. Hatta ilk müracaat kaynağı onlar olacaktır. Onun için fakihin, Kur'an ve sünnete belki bir tefsirci ve hadisci ölçüsünde olmasa bile sahasında söz söyleyebilecek yeterlilikte vakıf olması şarttır.

Bu temeli böylece tespit ettikten sonra gelelim götürülerine; bu ayırışımda fıkhın kaybettiği şeyleri devrelere göre ayrı ayrı ele almak lazım. Bir başka ifadeyle mezhep imamlarının yaşadığı, mezhep ve meselede müçtehidlerin çarşıda pazarda mebzul bir şekilde dolaştığı, ilmî canlılığın hayatın her köşesinde hakim olduğu dönemlerle taklidin hakim olduğu dönemleri birbirinden farklı mütalaa etmek şarttır. Genellemeci, toptancı ve heptenci bir bakış tek kelime ile yanlıştır. Bu bir.

İkincisi; fıkhî görüşler sadece ve sadece içtihadlara indirgenmiştir. Günümüzdeki ilim yuvalarında tahsil edilen fıkıh dahil, taklit dönemlerinin en belirgin özelliğidir bu. Bir meselenin fıkhî hükmü üzerinde saatlerce müzakere yapılır ama müzakereler hep içtihatlar ekseninde döner. Ne bir ayet, ne de bir hadis o müzakerelerde gündeme gelmez ve getirilmez. Halbuki yukarıda da dediğimiz gibi ayet ve hadis fıkıh başta her türlü dinî ilmî disiplinin ana kaynağıdır. Onlarsız ilim olmaz. Onlarsız bilgi üretilmez. Üretilse bile doğruluğu tartışmaya açıktır.

Çok takip edememekle beraber bakın TV programlarına. Bir kişi saatlerce konuşuyor, sayfalar tutan yazılarını okuyun, fıkıh tarihindeki şaz kavillere yer verdiği kadar ayet ve hadislere yer vermiyor ne konuşmasında ne de yazısında. Böyle fıkıh olmaz.

Üçüncüsü; yaptırım bağlamında fıkıh, vicdana hitap eden söylemlerden ayrılıyor. Hatta öyle ayrılıyor ki ayetle cevap veriliyor ama ayetin cevap olabilecek bölümü anlatıldıktan sonra fezlekesindeki "Allah her şeyden haberdardır; her şeyi hakkıyla gören ve bilendir" kısmı zikredilmiyor. Halbuki "İslam insanına" meselenin ukba boyutunun hatırlatılması belki de hüküm kısmından daha fazla tesir icra edecek. Birincisi akla hitap ederken diğeri kalbi ve gönlü muhatap alacak ve yaptırım adına harici güçlere, polise, jandarmaya ihtiyaç bırakmayacak.

Hasılı, dinî ilimlerin çeşitli disiplinlere bölünmesine getiri ve götürüleri ile birlikte bakmak şart. Erken dönemlerde İslam dünyası bunu "alim" geleneği ile aşmış. Günümüzde buna geri dönmeye belki imkân yok. Amenna; ama hiç olmazsa bu durumun farkında olup ona göre tavır almak gerekmez mi?

ZAMAN

YAZIYA YORUM KAT