1. YAZARLAR

  2. Yasemin Çongar

  3. ‘ETA bitti’ çünkü…
Yasemin Çongar

Yasemin Çongar

Yazarın Tüm Yazıları >

‘ETA bitti’ çünkü…

19 Ekim 2011 Çarşamba 12:42A+A-

Bask bölgesinin bağımsızlığı için kırk üç yıldır savaşan ETA son demlerini yaşıyor. Dün bu sütunda, ETA’ya “silah bırak” çağrısı yapan San Sebastian konferansından ve bu noktaya nasıl gelindiğinden söz ettim. Beş yıl önce Zapatero hükümetiyle barış görüşmelerine başlayan örgütün, buna rağmen şiddeti bırakmaması üzerine, “sözün bittiğini” ve yoğun polis operasyonlarıyla ETA’nın nefesinin kesildiğini anlatmaya çalıştım. Bugünkü yazımda, farklı kesimlerin ETA’nın sonuna nasıl baktıklarından söz etmek istiyordum. Bu niyetle, İspanyol gazetelerini okurken El Pais Genel Yayın Yönetmen Yardımcısı Lluis Bassets’in yazısı dikkatimi çekti. “Liberal sol” eğilimli bir yazar olan Bassets’le yazıştım ve kendisinin de iznini aldıktan sonra, sözü, ona bırakmaya karar verdim. Bassets’in dünkü köşesinde yayımlanan “Barış ve Bedelleri” başlıklı makalesini dikkatinize sunuyorum:

“ETA ortadan kalkacak. Bunun böyle olacağı konusunda herkes hemfikir görünüyor. Ve bunun temel nedeni, ETA’nın yenilmiş olması. Komandolarını yeniden üretme temposu, yani endoktrinasyonun, yeni militan kazanımının ve eğitiminin hızı, uzun bir süredir, polisin örgütü dağıtma hızının gerisinde kaldı. Muhtelif polis yetkililerinin ve içişleri bakanlarının marifetiyle oldu bu. Ama ETA’nın yok olmasının tek nedeni bu değil: Bunun, uluslararası düzenden kaynaklı çok güçlü nedenleri var.

Eski ve değersizleşmiş bir devir olan Soğuk Savaş’ın yıllardır geçerli kalıntılarından biri, toplumun geniş bir kesiminin, cinayet yoluyla siyasi eylemi makul görmesiydi. Oysa bugün artık, eskiden böyle düşünenler dahil kimsenin kafası bu konuda karışık değil. Bu fikir yenilgiye uğradı; küreselleşmenin insan haklarının evrenselleşmesine yaptığı çok olumlu katkıya rağmen, diğer bölgelerde nispeten daha az gerilese bile, en azından Avrupa’da mağlup oldu. ETA’nın büyük yenilgisi budur: Örgütün destekleyicileri pratikte görüp anladılar ki, bugün artık Avrupa’da şiddet yoluyla ya da tehdidiyle siyasi avantaj sağlamak mümkün değil.

Demek ki, aynı anda üç yenilgi söz konusu: Örgütün silahlı yapısı askerî açıdan mağlup oldu; kendisini finanse etmek, propagandasını yapmak ve hatta seçimlerde avantaj sağlamak için şiddeti kullanan örgüt siyaseten mağlup oldu; ve örgütün insan hayatını hiçe sayarak, kendi fikirlerini ve kafalarındaki siyasi canavarları, komşularına saygı göstermenin, onlarla birarada yaşamanın üzerinde tutan militanları, destekçileri ve seçmenleri ahlâken mağlup oldular. Örgütün siyasi kanatlarının birbiri ardından, Strasburg’daki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne kadar varan hukukî mağlubiyetler yaşamasını saymıyorum bile.

Milliyetçiler, ETA’nın yenilgisini önlemek istiyorlar zira bunun milliyetçiliğin de yenilgisi anlamına geleceğini biliyorlar ve haklılar; kendileri açısından böyle bir riskin olduğu açık. Kendisini bir soykırım projesine vakfettiği için günümüzde hâlâ safdışı kalan Alman milliyetçiliği örneğine bakınız. ETA’dan en fazla etkilenen ve zehirlenen kesimin radikal milliyetçilik olduğu aşikâr. Hem bağımsızlık fikirleri açısından böyle bu, ama hem de alçakça yöntemleri tercih etmelerinin önünde hiçbir ahlakî engel yokmuşçasına ve kendilerinin bu saldırılarla hiç ilgisi yokmuşçasına, bu saldırılardan avantaj sağlamaları açısından böyle. Ama bağımsızlıkçı radikalizmin, ETA’nın mağlubiyetinden zarar görmesi şart değil. Aksine, siyasi şiddetin yenilgisi demokratik ve barışçı bağımsızlık mücadelesini meşrulaştırma sonucunu verecektir.

San Sebastian’da dün yapılan iki saatlik barış konferansı ayrıntılı bir analizi hak ediyor. Tabii, gerektiği gibi eleştirilmeyi de. Konferansın hak etmediği şey ise, kendi sözel radikalizminden ziyadesiyle memnun olan İspanyol sağının, ETA’yı, konferansa destek veren Bask sosyalistlerini, itiraz etmeyen Zapatero hükümetini ve konferansın öncülüğünü üstlenen Kofi Annan, Gro Harlem Brutland, Gerry Adams, Berti Ahern ve Piere Joxe’u aynı kefeye koyan karalama ve hakaret bombardımanıdır.

Bu konferansın içi boş bir egzersiz olarak kalması pekâlâ mümkün. Tek işlevi, ETA’nın teslim oluşunu, üzerinde anlaşılmış bir barışın sonucu olarak göstermek olabilir. Bunun böyle olmadığını hepimiz biliyoruz. ‘Abertzale’ler (Baskça ‘yurtsever’ demek, ETA yandaşları kastediliyor) yenilgiyi taşımak ve son dönemeçteki ezilmişliklerini, seçim sonuçlarına da yansıyacak yeni bir başlangıca dönüştürmek istiyorlar. Mahkûmlar için barış ya da başka bir kazanımları olmadığı için barış için barış istemekten, seçimler uğruna barışmaktan memnun görünüyorlar. Eğer bu işi biraz daha allayıp pullarlarsa, ETA’dan fazlasıyla yorulmuş ve bir tür Stockholm Sendromu’ndan mağdur olan seçmenlerden daha fazla destek bile alabilirler.

Konferansın bildirisinde çok olumlu olan ve çarpıtılması imkânsız bir mesaj var: ‘ETA’yı silahlı faaliyetlerine nihaî bir son verdiğini halka açıklamaya çağırıyoruz.’ Bu güçlü ve açık ifadeyi takip eden her şey ise nüanslar âlemine ait ve büyük ölçüde hesaplı bir belirsizlik taşıyor. ETA ile İspanya ve Fransa hükümetleri arasında diyalog çağrısı yapıyor ama bunu ETA’nın talep etmesini istiyor. Söylenen ilk şey şu: Silahları bırakın ve iki hükümetle de görüşmeyi isteyin; uluslararası şahsiyetler, bir kez bu olduktan sonra, hükümetlere, örgütün açıklamasını olumlu karşılayıp görüşmeleri başlatmayı da tavsiye ediyorlar. Bunun nasıl yapılacağı ve ne tür görüşmeler gerçekleştirileceği konusunda ise hiçbir şey söylenmiyor.

Bildirinin üçüncü maddesinde, kurbanlarla katiller arasında ayrım yapılmadığı doğru. Metin ‘bütün kurbanlardan’ söz ediyor ama bunu öyle genel ve saygılı ifadelerle yapıyor ki, bu noktayı bazılarının iddia ettiği gibi bir pürüze dönüştürmek zor. Kurbanların (ETA’nın öldürdüğü siviller kastediliyor) ailelerinin derneklerinden biri, gayet iyi bir iş yaparak, öldürülen 800’den fazla insan hakkında ayrıntılı ve kusursuz bir belge sundu. Kurbanlarla katiller arasında bir simetri kurulması imkânsız ama burada sadece ETA’nın teslim olmasıyla değil, Bask ‘abertzale’sinin (yurtsever solunun) şiddete başvurmadan siyaset yapmayı bilmeyen geniş bir kesiminin topluma yeniden entegre edilmesi niyetiyle de karşı karşıyayız.

Ardından gelen iki madde ise daha da mütereddit. Arabulucular, çatışmaların çözümünde sahip oldukları tecrübeye atıfta bulunuyorlar ve buradan yola çıkarak, süreci ilerletmek, yani ETA’nın nihaî olarak silah bırakmasını sağlamak için bazı inisyatifler önerip uygulayabileceklerini söylüyorlar. Mesela, ‘şiddete başvurmayan aktörlerin ve siyasi temsilcilerin biraraya gelip siyasi meseleleri konuşmasını’ öneriyorlar. Yapabilecekleri katkının bir tür ‘toplumsal danışmanlık’ olacağını söylüyorlar. Ayrıca, bazı arabulucuların, yani kendilerinin, diyaloga yardımcı olmak ve süreci gözlemek için el uzatabileceğini belirtiyorlar.

Tabii, bütün bunlar tartışılabilir. Niye bunları konuşmak için öncelikle ETA’nın ilk maddeyi yerine getirmesini beklemiyoruz? Hepimiz, amacın ETA’nın silahları susturmasını sağlamak olduğunu bildiğimize göre, bizi tartışmaya sürekleyen böyle imalara ve önerilere ne gerek var? Bizim bu incelikli demokratik mantık yürütmelerimizin, şiddetin son bulmasını geciktirmesi ya da engellemesi kötü bir alışveriş olacaktır.

ETA görüntüyü kurtarmak, en azından kendi partidaşlarına ve seçmenlerine karşı bunu yapmak istiyor. Bazıları, ne kadar küçük de olsa ödenecek her bedeli vazgeçilmez bir hazine gibi görseler bile, ETA’nın görüntüyü kurtarması için ödenmesi gereken bedel, eğer böyle bir konferans bildirisiyse, bunun pek bir zararı yok.”

[email protected]

TARAF

YAZIYA YORUM KAT