1. YAZARLAR

  2. Yasemin Çongar

  3. Eski devlet, yeni devlet
Yasemin Çongar

Yasemin Çongar

Yazarın Tüm Yazıları >

Eski devlet, yeni devlet

17 Ocak 2012 Salı 15:00A+A-

Başbakan Erdoğan’ı yakından tanıyanlar, onu en çok rahatsız eden –ve aslında en fazla ciddiye aldığı– eleştirinin, “giderek Ankaralılaştığı, devleti dönüştürmek yerine kendisinin devlete dönüştüğü” eleştirisi olduğunu söylüyorlar. Hasan Cemal de geçenlerde yazmıştı. Cemal’in 2011 nisanında, “Erdoğan Kürt sorununda bürokratlaştı mı, Ankaralılaştı mı” diye soran bir yazısından rahatsız olan Başbakan, onu ilk kez bizzat telefonla arayarak, “Ankaralılaşmadım” deme ihtiyacını hissetmiş.

Doğrusu, Erdoğan’ın son birkaç açıklamasında da izleri görülen bu rahatsızlıkta her şeye rağmen bir “umut kırıntısı” buluyorum ben. Erdoğan’ın haftasonunda Marmaray töreninde sarfettiği şu cümleler mesela:

“Biz, Ankara’nın dehlizlerinde, labirentlerinde, derin koridorlarında kaybolmadık. Tam tersine tüm o dehlizleri, labirentleri, derin koridorları ve derin ilişkileri deşifre ettik. Dokuz yıl boyunca Ankara milletin iradesi yönünde dönüşmüştür, dokuz yıl boyunca Ankara’yı dönüştüren bizim hükümetimiz olmuştur.”

Bu sözler kısmen makbul bence, çünkü bir yandan AKP’nin “derin ilişkileri deşifre etme” iradesiyle başlattığı işler, ilerlettiği süreçler hakikaten var bu memlekette ve, diğer yandan, Erdoğan’ın şimdi böyle konuşması “Ankaralılaşmayı” hâlâ zül kabul ettiğini, devlete dönüşmeyi kendi değerlerine ve toplumun beklentilerine hâlâ aykırı bularak reddettiğini gösteriyor.

Ama –kocaman bir “ama” ile devam ediyorum– Başbakan’ın “Ankaralılaşmadım” diye kendini savunmak zorunda kalması bile bizatihî bir “farkındalığı” yansıtıyor aynı zamanda. Son dönemde, “devleti dönüştürme” çabasından giderek uzaklaştığı ve devletle –o eski, o derin, o kirli devletle– giderek daha fazla özdeşleştiği izlenimini veren Erdoğan’ın, bu izlenime karşı çıkma ihtiyacı, biraz da bunun toplumdaki karşılığını bilmesinden, bu izlenimi besleyen söz ve kararlarının ve kimi hallerde de sessizliğinin ve ataletinin kendisini iktidara taşıyan toplumsal tabanı rahatsız ettiğini kavramasından kaynaklanıyor.

Bu kavrayışı başlı başına “makbul” saymak ise zor, çünkü Başbakan bu kavrayışın gereğini pek yapmıyor, “Ankaralılaşma” eleştirisine cevabı bu aralar daha ziyade sözde kalıyor.

Erdoğan üçüncü genel seçim zaferinden bu yana yaptıkları ve yapmadıklarıyla, yeni ve dönüşmüş bir devletin, demokrat ve şeffaf bir devletin, hizmetkâr ve temiz bir devletin talibi olmaktan çok, o eski, derin ve kirli devletin sahibi gibi görünüyor.

Çevrenize bakın; Başbakan’a sırf böyle görünmeye başladığı için gül atanları, Başbakan’ı, AKP’yi ve hatta Cumhurbaşkanı’nı “Hadi eski devlete sahip çıkın da, sizi sevelim” diye kışkırtanları göreceksiniz. Bu tayfanın alkışladığı ve teşvik ettiği işler, AKP’nin ayinesine dönüşmeye başladı mı, başlamadı mı siz karar verin.

Uludere’de devletin öldürdüğü insanlar için samimi bir “dua” okuyup, hakiki bir “özür” dileyerek halkının yanına varmak yerine, o insanları niçin bombalattıklarını hâlâ bilmediğimiz komutanlara “şükran” sunarak, tek cümlede Hürriyet zihniyetinin bağrına varıveren Erdoğan, yaslı ailelerin âhını ve Ertuğrul Özkök’ün alkışını almış olmaktan memnun mu dersiniz? Ve yeni devlet, yeni Ankara, bu “halktan uzak, Hürriyet’e yakın” duruşun neresinde sizce?

Uludere’deki otuz dört hayatın hesabını bir türlü vermeyen, Heron görüntülerini savcılara hâlâ sunmayan, bu korkunç katliama neyin, kimin, hangi hatanın, hangi ihmalin sebebiyet verdiğini halka olanca açıklığıyla anlatmayan bir AKP hükümetini, o eski, o kirli, o derin devletten, Erdoğan’ın özdeşleşmeyi zül saydığı o karanlıktan tam olarak ne ayırıyor?

Ya da sözgelimi Rauf Denktaş diyelim…

Bu diyarda her müteveffanın ânında badem gözlü oluvermesine alışığız elbet ve gidenin arkasından kötü konuşmayı sevmeyiz kabul ama, Kıbrıs’ı “Özel Harp” taktikleriyle paralamaya, parçalamaya, parçaladıktan sonra da asla yeniden barıştırıp, birleştirmemeye adanmış bir ömrün ardından rahmet dilemenin makul sınırlarında durmak varken, Rauf Denktaş için yakılan ulusalcı ağıta böyle hiç tereddütsüz katılmak, AKP hükümetini “yeni devlete” vardırabilir mi? Cumhurbaşkanı’nın, Başbakan’ın, Dışişleri Bakanı’nın Denktaş’ın ardından söyledikleri o eski, o kirli, o derin devlet söyleminden hangi noktada ayrılıyor sizce?

Oysa AKP hükümeti, Kıbrıs konusunda “yeni devletin” işaretini de vermişti vaktiyle; 2004’te Annan Planı’na sahip çıkan Erdoğan, New York görüşmelerinde “Masadan kalkıyorum” diyen Denktaş’a “Hayır, oturacaksın” diyen Erdoğan, yeni bir Ankara’nın soluğunu hissettirmişti gerçekten.

O soluğu, mesela Cumhurbaşkanı Gül’ün dün “Aman da ne güzel olurdu” diyen teşvikçilerin hizasına girerek yaptığı “lütufkâr” teklifte bulabilmek mümkün mü? Sahi “yeni devlet, yeni Ankara” diye diye Köşk’e seçtiğimiz bir Cumhurbaşkanı’nın, eski devletin mütemmim cüzü olan Denktaş’ın cenaze törenine, eski devletin karanlık kalbinde oturmuş Süleyman Demirel ile Ahmet Necdet Sezer’i uçağıyla taşıyarak, o eski, o kirli, o derin devlet önünde reverans yapmasına ne gerek var?

Allahtan, Demirel ve Sezer cenazeye gitmiyorlarmış; Cumhurbaşkanı Gül de bu sayede, kendisini 12 eylül’ün darbeci liderini Çankaya’da ağırladığı zamankine benzer bir “utanç” fotoğrafının daha içinde bulmaktan kurtulacak.

Sizi bilmem ama ben bugünlerde, mesela Annan Planı için yeşil ışık yakan, mesela Dersim için özür dilemenin kıyısına gelen, mesela 12 Eylül’ü sanık sandalyesine taşıyan “yeni devlet” ile mesela Uludere konusunda suspus olan, mesela Hrant Dink cinayetinin şaibeli isimlerini bir bir terfi ettiren, mesela Rauf Denktaş’ı toprağa gömmeden önce göklere çıkaran “eski devlet” arasında sıkışıp kaldığımız hissine kapılıyorum. Bu sıkışma sözle bitecek gibi değil. “Ankaralılaşmadık, Ankara’yı dönüştürdük” deyip durmak da yetmez; AKP hükümeti, Ankaralılaşmaktan madem utanıyor, Uludere’de, Kıbrıs’ta, Dink Davası’nda Ankara’yı nasıl dönüştürdüğünü somut olarak göstermeli bize.

[email protected]

TARAF

 

YAZIYA YORUM KAT