1. YAZARLAR

  2. Ahmet Altan

  3. En çok...
Ahmet Altan

Ahmet Altan

Yazarın Tüm Yazıları >

En çok...

25 Aralık 2011 Pazar 00:00A+A-

Ben en çok, kalabalıkların bakmadığı gölgeliklerde yaşayan insanların çektiği zulümden yaralanırım, en çok buna öfke duyarım.

Büyük, görünür acıların mutlaka bir sahibi, bir hesap soranı çıkar.

Ama o gölgeliklerde yaşayan sahipsizler seslerini duyurmakta, uğradıkları haksızlıkları anlatmakta çok zorlanırlar, yalnız kalırlar.

En çok da onlar gadre uğrar zaten.

Askerî hapishanede, gardiyanların gözetiminde diğer mahkûmlar tarafından dövülüp, parası gasp edilen “vicdani retçi” sesini o hapishanenin dışına kolay kolay duyuramaz.

Buna güvendikleri için ona o kadar rahatlıkla zulmederler, o kadar rahat döver, hırpalar, parasına el koyarlar.

Biz, bir gazete çıkartıyoruz.

Herhalde bir gazetenin “görevleri” çok çeşitli biçimlerde tarif edilebilir.

Ama ben, bizim gazetenin en çok bu “karanlıklarda unutulmuşların” duyuramadığı ses olmasını isterim.

Güçsüzlerin uğradıkları haksızlığı yüksek sesle bağırabilsin isterim.

Bir gazete onların acılarına sahip çıktığında, zalimleri şaşırtan bir güce ulaşır karanlıklarda gadre uğrayanlar.

Bir gazete çıkarmak, en çok da bu insanlara yardım edebilme imkânını verdiği için iyidir.

Aslında insanların “karanlıkta yaşayanlardan” çok ışıklarla yaşayanlara ilgi duyduğunu bilirim ama ben o karanlıkların hikâyesini yazmayı severim.

Bugün manşette bir haber okuyacaksınız.

Bu ülkenin “adaletinden” iki örnek.

Sesini duyuramayan, sesini asla duyuramayacağına inanılan iki insanın başına gelenler.

İkisinin de “örgüt” üyeliğinden başı derde girmiş.

Bir tanesi, İzmir’de yakalanıp yargılanmış.

Mahkûm olmuş.

Niye mahkûm olmuş peki?

Evinde “on dokuz çakmak” bulmuşlar.

Evet, mahkemenin kararında yazan açıklama bu, evinde on dokuz çakmak bulunması bu adamın “DHKP-C örgütüne üye olduğunu” kanıtlıyormuş.

Yedi yıl hapis vermişler.

Adam, yüzde seksen oranında “engelli” olan bir adam.

Bazı zihinsel sorunları var.

Ama ne olursa olsun madem ki evinde “on dokuz çakmak var” öyleyse örgüt üyesi.

Cezayı bastırmışlar.

Engelli bir adamın hayatından yedi yılı çalıyorsun ve buna neden olarak da “on dokuz çakmak bulunmasını” gösteriyorsun.

Düşünüyorsun ki bu adama kimse sahip çıkmaz, İzmirli bir kahveci, engelli bir adam, ver cezayı gitsin.

Diğeri Diyarbakır’dan.

O da yargılanıp mahkûm olmuş.

Mahkûmiyet sebebi?

Bir mitingde, oradaki pankartlardan birinin üstünde yanlış yazılmış bir harfi düzeltmiş.

Evet, suçu bu, bir harfi düzeltmek.

Harfi düzelttiği için “KCK örgütüne yardım” suçunu işlemiş olduğu kabul edilmiş.

Dava sırasında, “pankartı taşımadı ama harfi düzeltti”, “yok, pankartı da taşıdı” türünden tartışmalar olmuş.

Bu adama da beş yıl vermişler ama Allah’tan “daha önce hiç suç işlemediği” için cezasını ertelemişler.

Bir insana, bir pankarttaki bir harfi düzeltmekten beş yıl hapis cezası verilebiliyor.

Bir harf.

Beş yıl.

Türkiye’deki adalet bu.

On dokuz çakmağa yedi yıl, bir harfe beş yıl.

Umarım yanılıyorumdur ama korkarım bu iki insanla ilgili haberlere yarın diğer gazetelerde rastlamayacaksınız.

Onlar, kalabalıkların bakmadığı gölgeliklerde yaşayanlar, rahatça haksızlığa uğrayabilecek olanlar, sahipsizler.

Buna benzer daha nice haksızlıklar oluyor bu ülkede.

Adalet adına insanlara zulmediliyor, hesapları sorulmuyor.


“Terörü bastırıyoruz” diye bağırıp insanlara istediklerini yapıyorlar, vicdani retçiyi hapishanede soyuyorlar, evinde çakmak bulunana yedi yıl ceza kesiyorlar, harfi düzelteni örgüte yardımdan mahkûm ediyorlar.

Adalet, bu yapılanların neresinde?

Yargı, her istediğini yapabilme özgürlüğüne sahip mi?

Bu haksızlıkları önleyemeyecekse, insanları koruyamayacaksa, adaleti sağlayamayacaksa bu hükümet ne işe yarayacak?

İttihatçıların kanlı katliamlarını savunmaya mı...


[email protected]

TARAF 

YAZIYA YORUM KAT