1. YAZARLAR

  2. FATMA GÜLBAHAR MAĞAT

  3. Dik Durulamıyorsa
FATMA GÜLBAHAR MAĞAT

FATMA GÜLBAHAR MAĞAT

Yazarın Tüm Yazıları >

Dik Durulamıyorsa

10 Haziran 2008 Salı 00:50A+A-

Tehlike çanları çalmakta, her geçen gün kaosa sürüklenmeye devam eden toplum, cinnet geçiren derin devlet sahipleri tarafından uçurumdan aşağı yuvarlanmaktadır. Dizginlenemeyen kendini bilmezler, akan gözyaşlarına, pırlantadan kıymetli alın terine, bir ömür harcanarak verilen emeklere aldırmaksızın saldırmaktadır insanların üstüne, kendi deyimleriyle ellerindeki silahlarıyla.

Bunca zamandır susmak, tavır alıyormuş gibi yapıp köşeye sıkıştığını ilan etmek, her ‘Böö’ nidasıyla karşılaşıldığında sözünü geri alıp ürkekçe davranmak, “Biz bu yola baş koyduk”  derken, diğer yandan her defasında geri adımlar atmak, aydınları, akademisyenleri, yazar-çizerleri ve hakeza toplumu tüketmiş ve ‘yeter artık’ dedirtme noktasına gelmiştir.

Her ne kadar AKP ve yandaşları bunları görmüyorsa da, bugünkü durumları, dünün Refah’ıyla aynı pozisyondadır. Artık inat etmenin ve diretmenin bir faydası olmayacaktır. İpin ucu bir defa kaçında, çözülmeyi önlemek mümkün olmamaktadır. AKP ve Erdoğan tıkanmış, hatta tükenmiş/tüketilmiştir.

Sadece Türkiye içinde değil, dünya nezdinde de sosyal, ekonomik ve siyasi itibariyle kıskaca alınıp, konumları ve saygınlıkları yitirilme aşamasına getirilmiştir. Karizması ve dik duruşuyla göz dolduran, muhatabına kendisini dinletmesini bilen, saygın ve nitelikli özelliğiyle kendinden emin duruşlar sergileyen R.T.Erdoğan, artık silik bir profil çizer duruma gelmiştir.

22 Temmuzdan bu yana hep yıpratılma ve AKP üstünden Müslümanlara baskı uygulama çabaları ve savaşı içinde olan zihniyetler, sonunda istediklerini elde etme başarısını göstermişlerdir. Aklın ve mantığın, hatta hukukun dahi karşısında bocalayıp kaldığı düzen ve oyunlarını başarıyla sürdürmüşlerdir.

Türkiye son iki yılda yaşadığı hukuksuzluğu, adaletsizliği, üstelik anayasa mahkemesi gibi bir kurumu dahi oyunlarına alet edecek düzenleri, 80 küsür yıllık kuruluşundan bu yana, bu kadar bariz ve karşısındakine ‘nanik’ yaparcasına ve gözünün içine sokarcasına yaşamamış ve sessizce izlememiştir. Konuşanın çok olduğu ancak fiiliyatta hiçbir şeyin yapılamadığı bir toplum, bir millet, bir ülke ve bir demokrasi var mıdır bilmiyorum. Ancak dinlediklerim, okuduklarım ve öğrendiklerimden anlıyorum ki yoktur. Çünkü burası ‘Sosyalist Laik Anti Demokratik Türkiye Cumhuriyeti’dir. Burada her şey olabilir ve yapılabilir. Yalnızca, asla ve asla Müslüman olamaz.

Çünkü bir avuç derebeyi, tiranlığını ilan etmiştir. Yasalara aykırı olduğu halde 21 Mayıs 2008 de Yargıtay Başkanlar Kurulu ve 22 Mayıs 2008’de Danıştay Başkanlar Kurulu konumlarını aşan bildiriler yayınlamış ve ne hukuk kurumları, ne de hükümet tek bir şey yapmamıştır. Hükümetin karşı atak olarak yaptığı duyuru/bildiri ise, kendisini hissettiremeden uçtu gitmiştir. Danıştay Başsavcısı Tansel Çölaşan’ın, yenilir yutulur gibi olmayan ve buram buram darbe çığırtkanlığı kokan, ihtilali şirin gösteren sözlerineyse sadece seyirci kalınmıştır.

Askeri, valisi, bürokratı velhasıl kelam bilcümle kendini siyasetin içine atan, konumuna aykırı davranan hiç kimseye hadleri bildirilmemiştir, Müslümanlara hadlerinin bildirildiği gibi. Meclisin kararları akıl almazcasına veto edilmeye başladı Anayasa mahkemesince. Adım adım kapatmaya sürüklendi AKP, çetelerin ve çetrefilli oyunların sahipleri tarafından.

 MHP atalarından kalma hile ve desiseleriyle ayakta kalma çabalarını tekrarlayıp durdu 22 Temmuz seçimleri akabinde. Hep iyi fikirleriyle(!) ortaya çıktı ve çorap üstüne çorap ördü hükümetin başına. Başörtüsü/Türban projesinin isim ve vaftiz babası olan MHP, olanlar karşısında semirirken dişlerinin arasından adeta sırıtarak, oyunun (değilse de ben öyle algılıyorum) kurbanı AKP boynundaki ipten kurtulmanın dehşetiyle kıvranıyor biçare umutsuzca.

Adamlarını tanıyorlar elbette, neden MHP hakkında da dava açılmadı ‘türban’ konusunda da, sadece AKP’nin boynuna geçirilmeye çalışılıyor yağlı ilmek! Battıkça batıyor millet, sıktıkça daha bi sıkılıyor başörtülüler ve Müslümanlar. Biz yorulduk artık AKP’nin nafile çırpınışlarını ve dikleşemeyen duruşunu izledikçe.

Yuh olsun artık! Van’daki öğrencilere yapılanları izlerken, “nerede yaşıyorum” demekten kendimi alamadım. Nazi Almanya’sında mı, Filistin’de mi, Irak veya Afganistan da mı? Zulmün boyutu artıkça artıyorken Türkiye’de, hala utanmadan laiklikten ve demokrasiden söz edilebiliniyorsa bu ülkede, bu faşizmden başka nedir?

Bir başörtüsü için ülkeyi yakmaktan, perişan etmekten geri durmayanlar, örtülüleri 2. sınıf hatta yok saymaktan vazgeçmeyenler, öyleyse tümden düşmeliler başörtülülerin yakalarından. Beğenmedikleri, kendilerinden aşağı gördükleri, okutmayı istemedikleri, kamusal alan diye tutturup çalışmalarına ket vurdukları örtülü kadınların çocukları, kardeşleri, kocaları askere alınarak devletin bekçiliği yaptırılıyor.

‘Analarınızı, bacılarınızı sevmezdik, onları yok sayıyoruz, sizi de sevmiyor ve yok sayıyoruz’ diyerek onları da yok saysınlar ve askere almasınlar öyleyse. Kürtlere haklarını vermek istemezken ve her adımda bin kere düşünürken, Kürt olduğu için taraflı davranırken, onların da çocuklarından çeksinler öyleyse ellerini.

Ama olmaaz! Onlar istedikleri zaman varsayacak, istedikleri zaman yok sayacak, halkı dilediklerince kukla misali oynatacaklardır ve başarılı olmadıklarını söylemek de doğru olmaz kanısındayım. Onlar istiyor ve oluyor işte.

Öyleyse hükümet artık istifa etmelidir. “Beraber yürüdük biz bu yollarda” diyor Erdoğan amma, artık beraber yürümenin imkânı kalmamıştır. Her ilde, her okulda, her kurumda, servis araçlarında, lojmanlarda, konferans salonlarında, velhasıl kelam sokaklar ve evlerimiz hariç her yerde yasaklanmıştır Müslümanların varlığı.

“Biz bu yola baş koyduk” diyordu yine başbakan. Öyleyse sözünde durmanın ve gereğini yapmanın zamanı gelmiştir ve geçmektedir. Bu yola baş koymak, ya dimdik durarak hiçbir şeyden korkmadan gereğini yapmakla (haddi aşanı, görevi kötüye kullananı, üstü olan kurumu hiçe sayanı görevden alma vs), ya da “Görüyorsunuz ki yolumuzu tıkıyorlar. Bu şartlarda yürümemizin imkânı yoktur” diyerek istifa etmekten geçmektedir. Kendilerinden öncekiler gibi koltuğa yapışıp menfaat peşinde koşmak, yarınlara yapmayı planladıkları yatırımlarını da zedeleyecek, haysiyetlerini ve saygınlıklarını da kaybettirecektir. Güvensiz kişiler olmaktan kurtulamayacaklar ve önceki ezilen partilerin konumuna düşmekten kurtulamayacaklardır.

Anayasa mahkemesi kimilerinin beklediği kararı vererek, zaten AKP’nin idam fermanını imzalamış oldu. Hatta bunu haftalar önce kapatma davasını kabul ederek imzalamıştı. Kendisini devletin hamisi sayan zevatlar, mutluluk naraları atarak içkilerini yudumlarken bilmem kimin köşkünde veya masasında, beyhude çırpınışlar keyiflerine keyif katmaktan öte bir işe yaramayacaktır.

Çünkü zalimin bin bir türlü tuzakları ve yardakçıları vardır kapı ardında beklemekte olan. MHP’nin bu kez de klonlama teklifi, bunun apaçık örneğidir. Madem ülkeyi korumak(!) adına her türlü dalavereyi yapmaktan çekinmiyorlar, öyleyse AKP de gözü kapalı, kendi menfaatlerini de düşünmeden istifasını basmalıdır. Cumhurbaşkanı da tutumunu gözden geçirip, oralara geliş serüvenini hatırlayarak, gerçekten yapılması gerekenleri yapmakta arkadaşlarına/eski parti arkadaşlarına destek olmayı hiçbir zaman bırakmamalıdır.

Zalim tek millettir, hangi bölgede, hangi ülkede olursa olsun aynı kaptan su içmektedirler. Allah’ın vadi haktır. Onların tuzakları varsa, Rabbimin de tuzakları vardır.

Allah’ım! Neye ihtiyacımız olduğunu ancak sen bilirsin. Kendimizi senin ellerine teslim ediyoruz. Sabır ve tevekkülle, dinini yüceltmek için mücadele azmi ver. Ayaklarımızı ve imanımızı sabit kıl! (Amin)

Selam ve dua ile.

YAZIYA YORUM KAT