1. YAZARLAR

  2. FATMA GÜLBAHAR MAĞAT

  3. CHP Halktan Korkuyor!
FATMA GÜLBAHAR MAĞAT

FATMA GÜLBAHAR MAĞAT

Yazarın Tüm Yazıları >

CHP Halktan Korkuyor!

31 Mart 2008 Pazartesi 00:06A+A-

Türkiye dönülmez bir yola girmişti yaklaşık bir yıl kadar önce. Dönülmez bir yol çünkü, sonunun nereye varacağı bir muamma. Kimileri neler olabileceğini biliyor ve bunlar iki guruba ayrılıyor. Birinci gurup, ucu kendilerine de dokunduğu için bilmiyormuş gibi davranmaya, görmemiş, duymamış gibi üç maymunu oynamaya çalışıyor. İkinci gurup ise, içinden çıkılması yürek, cesaret ve gerekirse fedakarlık isteyen bu yolda susturulmaktan veya tamamen yok edilmekten dolayı tereddütler yaşıyor. Bir de, tam olarak ne olduğunu bilmeseler de, Türkiye gerçeğini yakından tanıyıp tahminlerde bulunanlar var ki, onlar da, iktidarın yürüdüğü bu yolda sebat etmediği veya hangi sebepten dolayı olursa olsun geri adım attığında, zarar görenlerin Müslümanlar ve Türkiye olacağı kaygısını içlerinden atamayanlardır.

Evet, tahmin edildiği üzere bu yol, dünyadan habersiz yola koyulan bir kamyoncuyla başlayan (Susurluk), ancak önüne taşlar konan, fakat ucu Ergenekon’a dayanan ve onunla devam eden ve dudakları uçuklatacak şekilde komplo ve organizasyonları barındıran, her yeni günde gündemimize bomba gibi düşen sürpriz(!) şahısların veya kurumların ipi göğüslediğini/göğüslemeye çalıştığını gösteren, belki de bir ucu da dışarılara uzanan silahlı çeteleşmeler (terör örgütü)dir.

Haber programlarına bomba gibi düşen tutuklamalar, göz altıları, deliller ve üzerinde yoğunlaşılan ‘odak noktaları’ hakkında pek çok yazar, çizer, düşünür ve hukukçu bir şeyler söyledi. Çözüm önerileri sunuldu, doğru veya yanlış eleştiriler yapıldı.

Türkiye siyasetinde varlık gösteren, ancak her iktidara gerektiği gibi muhalefet etmek yerine yıpratıcı, çözümsüzlüğü arzu eden, ülke sıhhatinin tercihi yerine kendi düşüncelerini dikte etmeye çalışan bir rota izleyen, üstelik bu tarzıyla kendi zihniyetinin ortak paydasında yer alan fikirdaşlarına ve düşünürlerine dahi pes dedirten CHP’nin Baykal’ı ise, bu çetrefilli, halk ve ülke için buram buram tehlike kokan olayların kucağında sivrilen, hem de öyle sivrilen ki, kurdukları cümleler, yaptıkları planlar ve çizdikleri projelerle şaşkınlık yaratan kişilerin hamiliğini üstlenme ihtiyacını hissetmiş  soru işaretleri dolu kafalarımızı iyice karıştırarak.

Geçmişte adı yolsuzluklara ve haksızlıklara karışan (ki bunlar ispatlanarak görevinden azledilmiştir A.N.Sezer tarafından) bir rektör ve yazdığı yazılarla aleni darbe çığırtkanlığı yapan (burası Türkiye işte. Bu açık darbe çağrılarına karşın, adeta anlaşmalı bir suskunluk hakim hukuk camiasında) yazar için “şerefli aydınlarımız” deme işgüzarlığını göstermiştir. Üstelik bu şerefli(!) aydınların yaptıkları ve yazdıkları sağır sultanın dahi kulaklarını çınlatmışken. Tüm bu gerçeklerden sonra, D.Baykal kurduğu cümleleri nereye oturtmayı düşünüyor acaba?

Ancak bilinmeyen bir şey var ki, Ahmet Altan’ın aylar önce yazdığı bir yazısında da dediği gibi, o da Baykal’ın ne istediği ve amacının ne olduğudur? Tüm Türkiye’ce artık kendisinin de bunu bildiğinden şüphe eder olduk. Psikolojisi bozulmuş, saldırgan tutumlar sergilemeyi şiar edinmiş, sıkıştıkları her an tehditkar davranmayı marifet bilmiş, düşünmeyi unutup, kurulmuş gibi tavırlar sergiler olmuştur. Bu durum, kendi sağlığı için iyi olmamakla beraber, Türkiye sağlığı içinde tehlike arz etmektedir ve birileri Baykal’ı titretip kendisine getirmelidir.

Bilinmez ama, bu kişi belki M. Sarıgül olabilir. Geçenlerde M. Barlas’la atv haberde yaptığı söyleşide, “Baykal ve CHP muhalefet olmaktan çok yıkıcı olmakta. Baykal kendi koltuğunu koruma sevdasındadır ve CHP’yi bitirme hevesindedir. Bir an önce CHP’nin yakasını bırakmalıdır” mealinde sözler sarf etmişti. Kim bilir, belki de M. Sarıgül eliyle, Türkiye üzerinden Baykal sendromu çözülebilir. En azından kendisi, iktidarın karşısında, sıhhatli bir muhalefet olabileceği iddiasında. Sıhhatse herkese lazımdır.

Çünkü CHP’nin bu tavrı ne yenidir, ne de sadece bugüne hastır. 1950 seçimlerini yitirdikten sonra, daha o yıllarda girmiştir depresyona. Baykal’da o rüzgara savrulmaktan kurtaramamıştır kendisini. Bakın aynı meyveyi taşlayanlardan olan Doğu Perinçek ne diyor 2007 tarihli Aydınlık’ta CHP ve yandaşları için:

“…27 Mayıs Anayasası, milletin devrimci iktidarını öngören bir anayasa değil, korku anayasasıydı. Anayasayı yapanlar, kuvvetli yürütmeden, yani kuvvetli hükümetten korkuyorlardı, hatta kuvvetli meclisten bile korkuyorlardı. Kendilerini azınlık olarak görüyorlardı ve ‘çoğunluk korkusu’ içlerine sinmişti. 27 Mayısçılar ve CHP, bu korkularını anayasanın her yerine yerleştirerek, artık iktidar olma umutları olmadığını itiraf etmişlerdir. Kendileri için belirledikleri görev, iktidara sahip olanların eline ayağına dolanmak, senato, anayasa mahkemesi, diğer yargı kurumları, mümkünse cumhurbaşkanı üzerinden denetlemeye çalışmaktı…”

Yapılan darbeler, 28 Şubat süreci, cumhurbaşkanlarının eylemleri (en azından A.N.Sezer’in uygulamaları hala taptaze hatıralardadır), anayasa mahkemesi kararları (367, türban ‘başörtüsü’ mevzuu), Türkiye’yi 22 Temmuz seçimlerine sürükleyen olaylar/hazımsızlıklar, e-muhtıra, üniversitelerde başörtüsü serbestliği ve Ergenekon, açık ve net olarak, kimlerin Türkiye için ne istediğini veya istemediğini göstermektedir.

CHP ve Kemalist zihniyetler, Cumhuriyet’in kurulmasından bu yana, her dönemde misyonlarını açıkça ortaya koymuşlar ve ülke ve halk değil, kendi menfaatlerinin öncelikli olduğunu göstermişlerdir.

“… Mevcut sisteme dokunmayan politika muhafazakardır. Sistemde imtiyaz ve tekelleri temizlemek isteyen politika liberaldir (özellikle radikal) ve sistemde daha şumullu değişiklik amacı güden ise sosyalisttir. Halen Türkiye’de iktidar muhafazakarlarındır. Yani parlementoya girmiş CHP ve benzer parti temsilcileri, muhafazakarları temsil etmektedir…

… Yolları kapatanlar; amaçlarını, çıkarlarını iyi bilen, sosyal politik fonksiyonlara bir defa sahip olmuş, memleketin değişikliğe, durgunluktan dinanizme gitmesini istemeyen muhafazakarlardır. Onlar için Türkiye’nin gelişmesinin gerekli şartlı, eski fonksiyonlara veya rollere, daha doğrusu politik kuvvet ve oradan da mükafat ve ceza dağıtmaya, kendilerinin devam etmeleridir!..

…Farklı sistem; farklı yorum, farklı değerlendirme ve farklı aksiyon demektir. Bu farklı aksiyon yeni aksiyondur. Türkiye’nin asıl ‘zinde kuvveti’de budur. Sosyal, politik ve ekonomik dengesizlik, yeni aksiyonun sosyal fonksiyonları ve kuvvet bölüşümünü değiştirmeye muktedir olmasına kadar devam edecektir. Asıl tehlike, gelişen kuvveti durdurmak, onu yok saymak için muhafazakarların alacakları tedbirlerdir. Bu ise, bir süre sonra ihtilalin kapılarını zorlamaktadır…

CHP halktan korkmaktadır. Halktan korkmak ve bir yandan da demokrasiden söz etmek çelişkidir… Bu parti, bir devrim hareketine bağlı olarak, yukarıdan aşağıya doğru bir harekettir. Ve bu nitelik kemikleşmiştir. Halkla temas, eşraf ile temas olmuştur. Ve zaman içinde fiilen prensipsiz parti, ne devrimci olabilmiş, ne de halk ile devlet arasında özdeşlik, beraberlik kurulabilmiştir. Bu yapının doğal sonucu, partinin politikasını tayin etmiştir. O da ayak oyunculuğu, manipülatörcülüktür. Bakınız M. Kemal’in partisi nereye gelmiştir…” (İ.Küçükömer-Cuntacılıktan Sivil Topluma)

Bunlar, 1962’lerde CHP-AP döneminde yazılmış ve dile getirilmiş tespitler ve acı gerçeklerdir. Görüyoruz ki CHP misyonunu değiştirmemiş, Baykal’da büyüklerinin izinden yürümeye devam etmiştir. Dün ne idiyseler, bugün de aynısıdırlar. Bu zihniyetler tek söz, tek güç kendilerinin olmasını istemekte ısrarcı olmuşlardır. Bunu isterlerken de Türkiye’nin geleceğini ve halkın refahını değil, kendilerinin tatminsiz egoları ve menfaatlerini öncelikli kılmışlardır.

Allah sonumuzu hayır etsin ve zalimlerin şerrinden muhafaza eylesin.

Selam ve dua ile.

YAZIYA YORUM KAT