1. YAZARLAR

  2. Leyla İpekçi

  3. Cehennemlerden cennetlere: Pelin Batu
Leyla İpekçi

Leyla İpekçi

Yazarın Tüm Yazıları >

Cehennemlerden cennetlere: Pelin Batu

16 Mart 2010 Salı 11:28A+A-

Neden Şimdi? Neden belleklerden silinen en sivri, en acılı kelimeler şimdi canlanmaya başladı? Zamanaşımına uğramış faili meçhul cinayetlerle katledilenlerin aileleri bu dönemde ilk kez biraraya geliyor. Diyarbakır cezaevi zorbalığı, Dersim katliamından çıkan yetim kızların hazin öyküleri, Alevilerin bir türlü çözülemeyen en basit ibadet sorunları, Romanların sorunları...

Açılımlar, yarı açılımlar, açılamamalar...

Konjonktürden, hükümetin yarı iradesinden, derin devlet yapılanmalarının en azından bir kısmının içerde olmasından, dış ilişkilerden, cuntacılığın ve darbeciliğin iç hesaplaşmalarından... Kısacası tüm sayılan gerekçelerden çok bağımsız bir etmen daha var:

Hakikatin hareket hali!

Hiçbir siyasi kararın, hiçbir iktidar çatışmasının önünde duramayacağı bir olgu bu. Ve bu bağlamda hiç kimse üç gün sonra neyle karşılaşacağını bilmiyor.

En gerçek ıslak imzaların dahi yeniden sahteleştirilebildiği bir dönemde, nasıl oluyor da gerçekler halen kendi metaforlarını hiç umulmadık biçimlerde dayatıyorlar toplumsal hayatımıza...

Bir şey oluyor sahiden. Mesela Hayko Bağdat, Ankara Rixos Otel’de, Abant toplantısında tüm siyaset terimlerini aşan, kalbin kâinatlarına ulaşan bir konuşma yapıyor. Baskın Oran, Haşim Haşimi, Arus Yumul, Bejan Matur, Ayşe Böhürler, Galip Ensarioğlu, Tanel Demirel, Eser Karakaş... Hep birlikte dinliyorlar onun kuşatıcı sözlerini.

“Ey cemaat-i Müslimin” diyor bir ara. “Siz boşverin şu parlamento kararlarını. Bu yıl 24 Nisan’da bu topraklarda artık olmayan Ermeniler için bir Fatiha okuyun!” Mümtaz’er Türköne, bunu yapacağını belirtiyor.

Herkül Milas, ‘Rum kontenjanı’ndan toplantıya katıldığı esprileri arasında, buluşmalarımızın sahiciliğini ifade ediyor. Bir Müslüman işadamı ayetlere gönderme yaparak, Alevi açılımına dair “Onları sen tanımlayamazsın” diyor, resmî söylemin canevine: “Bırakın, herkes kendini istediği gibi tanımlasın!”

Hüseyin Hatemi, sevginin evrensel yasalarını kucaklayan konuşmasında, ‘çılgın Türkler’e rağmen ‘yılgın Türkler’in geleceğimizi inşa sürecine dair önemli tesbitlerde bulunuyor.

Ferhat Kentel, ‘kimlikler muhabbeti’nden bahsederken, kimliklerin cehenneminden cennetine girmeye başlıyoruz bir anda. Hep beraber... Hakkâri Üniversitesi rektörü de var, Süryanilerin avukatı da. Diyarbakır Baro Başkanı da.

Ve sonra gece televizyonda Pelin Batu’ya küstahlık etmekte olan, son derece maşist, kaba genellemeci iki tarihçiyi izliyorum. Kendi sözlerinin şehvetine kapılmışlar. Cehennemdeyim yeniden.

Pelin Batu, onların pişkin kelimelerine indirgenemeyecek denli saf ifadeleriyle ve gür çıkan duyarlılığıyla bu gösterişli şiddetin pençesinde, katledilmişler karşısındaki acısını ifade etmeye çalışıyor.

“Türk ya da Ermeni...” diyor; “birlikte üzülelim” diyor. “Yas tutalım” diyor. Kalbin kuşatıcı ve tüm kimliklerin ötesine yollayan sesiyle konuşuyor. Tıpkı bizim buluşmamızdaki gibi.

Fakat karşısındaki tarihçi bilirkişiler hayır, onlar bundan hoşlanmıyor. Onlar bunu çok layt, belki çok feminen buluyorlar. Bağışlayıcılığın, birlikte güzelleşmenin, hakikatin dilini duymak istemiyorlar.

Çok ağır geliyor bu onlara.

Durmadan onun sözünü kesiyorlar, katlanamıyorlar onu duymaya. O kadar ki, sonunda “kesmeyin” diyen Batu’ya, “kesmeyelim de besleyelim mi” diyebiliyorlar.

İnsanlığın düştüğü an! İşte ortak acımızın en canlı belgeleri!

Haklıyken bile karşısından özür dilemenin mesela Ahi ahlakı olduğunu sorsanız bilirler, ama bu yalnızca bilgidir onlar için. Hayatın nuru başka ‘tarih’lerdedir çoktan... Başka yüzlerde. Başka kalplerde.

İttihatçıların zulmünü onaylamak adına masumların acısından ideoloji devşirdi onlar. Ve çirkinlik çıktı ortaya.

Sığ, aleni, dolaysız bir çirkinlik. Kimliği ne olursa olsun, katledenin kökenine bakılmaz. Onlar baktı. Kimlikler cehenneminin çukuruna düşürdüler kendilerini...

Herkesin suçlu olduğu yerde, kimsenin artık suçlu olmadığını söyler Hannah Ardenth.

Pelin Batu’dan yansıyan güzelliğin aynasında kendi suçlarına bakabilecek denli masum değillerdi belki.

Bu yüzden, meşru gördükleri bir ittifakla onun tuttuğu aynadaki sırrı dökmeye kalktılar.

Hakikat ile hak arasındaki bağları sonsuza dek kopuk bırakmaya ne kişilerin ne de aygıtların gücü yetiyor.

‘Hakkıyla’ unutulmamış her katliam, zorbalık: Hayat hikâyelerimizin bir anında kendi tezahürlerini bütün mesafesizliğiyle teşhir ediyor işte. ‘Hakikatin hareket hali’ uyarınca, daha da edecek...

TARAF

YAZIYA YORUM KAT