1. YAZARLAR

  2. Sibel Eraslan

  3. Bugün kandil, kayıp anneleri yanıyor...
Sibel Eraslan

Sibel Eraslan

Yazarın Tüm Yazıları >

Bugün kandil, kayıp anneleri yanıyor...

26 Haziran 2009 Cuma 03:04A+A-

En son aşamaya kadar kalbini göğsünden çıkarmaz anneler. Şayet anneyse bir kadın, elini böğrüne daldırıp, kan revan içinde söktüğü yüreğini, size doğru tutup gösteriyorsa...

Bu onun, dünyaya dair tüm umutlarının yitip gittiği anlamındadır... Anne, size kanayan kalbini tutup göstermekteyse, söz bitmiştir artık...

Bazen söz biter. Bazen hukuk biter. İşte her şeyin bittiği o gamlı yere diker anneler ahh ağacını... “Ahh”, ışıktan bile daha hızlı yol alan bir ağaç olup, göklere uzatır dallarını... Göklerde sadece yıldızların gezindiğini zannediyorsan, yanılırsın... Annelerin çocukları için çektiği ahh’lar, yıldızlardan daha çok aydınlatır siyah geceleri...

Altı aydır kızını arayan bir anneyle çay içmiştik Paşalimanı’nda... “Her şey yanıyor gözümde” diyordu. “Bu şehir o kadar büyük ki, o kadar çok ev, o kadar çok sokak var ki evladımı arayacak... Bazen bir kuş olsam da bir koşuda bakmadık aramadık yer koymasam gibi geliyor” deyip ağlıyordu için için, “Kızım da çay içmeyi severdi” derken kan içiyordu besbelli anne... Hastane, karakol, tanıdık, tanımadık koymamıştı kızını aramak adına. Hatta evladının peşinde sürdürdüğü hukuk mücadelesi yüzünde işine gücüne bakamaz olmuştu, en sonunda istifa edip hayatının her anını ölü ya da diri kızını bulmaya adamıştı. Annemle akrandı, iktisat fakültesi mezunuydu, yani hukuki takip ve resmi başvuruları tamı tamına yapacak kadar yetkin ve güçlü bir kadındı ama yüzüne örtülen her kapıdan sonra hiçbir şeyi bilmez bir kadına dönüşmüştü. Gündüzleri gece olmuştu kederli ananın... “Bu şehir yanıyor” derken, onu ateşin içine hapseden gaiplik hissi, kadını eritmiş bitirmiş, kısa bir kelimeye dönüştürmüştü: AHH...

Kutsal zamanlara girdik. Mübarek üç ayların kalbimizdeki merhamet ve adalet hislerini çoğaltmasına dua ediyorum... Bir kandili daha tebrik ettiğimiz bu Cuma gününde, evlatlarını kaybetmiş anneler zaten birer kandil gibi yanıyor.

Kadriye Ceylan da bu annelerimizden. Oğlu Tolga Baykal Ceylan tam altı yıldır kayıp, kendisinden haber alınamıyor. Tolga 1979 Balıkesir doğumlu. Fen Lisesi öğrencisiyken babasının isteği ile Askeri Lise’ye geçmiş. Ama orada okuluna uyum sağlayamamış. Bu durum anne ve babası arasında da sürtüşmelere sebep olunca babası bir gün evi terk etmiş. Bu arada Tolga’nın şeker hastası olduğu ortaya çıkmış. Beş yaşından beri kedi besleyen, çevresindeki çocuklara gönüllü matematik ve fen dersleri çalıştıran hayat dolu bir çocukmuş Tolga. Üniversite imtihanlarında İTÜ matematik bölümünü kazanmış. Ne ki ergenlik döneminde yaşadıkları onu içe kapanık bir genç haline getirmiş. Doktorlar “otistik mizaç” teşhisi koymşlar, Cerrahpaşa’da başladığı antidepresan tedavi ekonomik nedenlerden dolayı yarım kalmış. Tolga 7 Ağustos 2004’te cebindeki 30 TL ile İğneada’ya iki günlüğüne tatile gitmiş. Çadır kurup denizde yüzmekmiş maksadı. 30 TL’nin 5 YTL’sini otobüse vermiş. İkinci gün annesine telefon açtığında telefonu yarım kalmış, arkadan gelen ve yüksek sesle bağıran bazı sesler, Tolga’nın telefonunu elinden alıp kapamışlar. Kadriye Hanım bunun üzerine oğlunu aramaya gitmiş. Jandarmayla, muhtarla, çevredeki görgü tanıklarıyla tek tek konuşmuş... Oğlu ne hastanelerde ne karakollarda yok... Jandarma tersini iddia etse de Savcılık Tolga’nın gözaltına alındığını teyid etmiş. Ama birbirini tutmayan resmi beyanlar... Daha sonra bir poşet içinde Tolga’nın giysileri annesine teslim edilerek ‘Senin oğlun Bulgaristan’a kaçtı hanım’ demişler yetkililer... Anne eline tutuşturulan poşete bakınca Tolga’ya ait giysilerin eksiksiz halinden şüphe duymuş. Bir çocuk, yüze yüze geçmeyi planladığı Bulgaristan’a giderken külodunu dahi çıkararak mı atlar denize? Kadriye Hanım bunu sorunca yetkililer “Sen şanlı Türk ordusuna laf mı ediyorsun? Ağzını yırtarım senin kadın” demişler... Hasılı kelam ne Başbakanlık, ne Dışişleri, ne Adalet Bakanlığı, ne Genelkurmay... Hiçbiri Tolga hakkında, ölüsü veya dirisi hakkında bir bilgiye sahip değil... Aradan 6 yıl geçti...

Konuyla ilgili mektubu bana yazan Mehmet Atak, dikkatimi çekmek için beni yüreğimden yaralayan bir mim koymuş mektubuna... “Sibel Hanım, Tolga Kürt değildi, vicdani retçi de değildi” diyor... Onun bu naif işareti, aslında hiç itiraf etmeden bilinçaltımızda yaşattığımız önyargılara dair güçlü bir sitem de barındırıyor... Hakikaten böyle bir önyargı var mı gri hücrelerimizde... Kürt olunca analar, daha az mı yanarlar oğullarına kızlarına? Kürt çocuklar kaybolduklarında, daha az mı acır omuzları, bilekleri, gözleri...

Evladını kaybetmiş ve bu uğurda gözünü yollara dikmiş anneleri Srebrenitza’da tanımıştım ilkin... Üzerinde kayıp evlatlarının adlarının yazılı olduğu beyaz önlükleriyle yollara çıkıp gelen geçene çocuklarını soruşları, yürekleri dağlıyordu... Ölü ya da diri çocuklarını arıyorlardı. Anne, her yerde ve her dilde annedir...

Siyaset veya hukuk değil konu... Annelerin ahh’ı bu kandil gününde de yine gökleri sarmışken, her şey milli kalkınma ve düşen enflasyon oranlarından ibaret değildir... Bunu anne olduğum için biliyorum. Bunu anne ahh’ının tutacağını, kıyametin kopacağına inandığım kadar bildiğimden yazıyorum...

VAKİT

YAZIYA YORUM KAT