1. YAZARLAR

  2. Yasemin Çongar

  3. Bu keskin virajda ayakta kalabilirsek...
Yasemin Çongar

Yasemin Çongar

Yazarın Tüm Yazıları >

Bu keskin virajda ayakta kalabilirsek...

01 Temmuz 2009 Çarşamba 11:23A+A-

Cumhurbaşkanı Gül prensipte haklı.

Çin dönüşü, dünkü Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısının öneminin abartılmaması gerektiğini söyledi:

“Halktan yetki, parlamentodan güvenoyu alan hükümettir. MGK gerekirse tavsiye kararı alır. Önemli toplantılardır ama olağanüstülük vermeyin. Türkiye’yi olağanüstü hale sokmamamız lazım.”

Halk iradesine ve onun ürünü olan demokratik kurumlara saygı gösteren herkesin onaylayacağı sözler bunlar.

Ama Gül’ün pratikte de haklı olduğunu söylemek maalesef imkânsız.

Zira iktidarını, halkın seçtiği siyasetçilerle paylaşmaktan rahatsız olan ve demokratik kurumların gücünü sınırlayarak denetimi elden bırakmamaya çalışan güçlerin siyasetten tasfiyesi henüz tamamlanmadı.

Esasen, bu tasfiye sürecinin nasıl ilerleyeceğini belirleyecek keskin dönemeçlerden birindeyiz.

Ve, bence, Çankaya’ya çıkmasının engellenmek istendiği günlerde, bu sürecin bir başka keskin virajında ayakta kalmayı başaran Cumhurbaşkanı Gül de dün başkanlık ettiği MGK toplantısının “olağanüstü” niteliğinin farkındaydı.

***

Adalet ve Kalkınma Partisi’nin altı buçuk yıllık iktidarının en kritik MGK toplantısı dünben bunları yazarken devam ediyordu.

Çankaya Köşkü’ndeki toplantının başlangıcında kameraya çekilen görüntülere baktım; Cumhurbaşkanı, Başbakan, generaller, bakanlar gergin görünüyor, sadece MGK’ya ilk kez giren Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç gülümsüyordu.


“Bu toplantının nasıl sonuçlanacağının, asker-sivil bürokrasinin parlamenter siyasete müdahalesinin geleceği açısından kritik önem taşıyacağını hepsi biliyor,” diye geçirdim içimden.


Gerek Taraf’ın 12 haziranda yayımladığı “AKP ve Gülen’i bitirme planı” vesilesiyle gündeme yerleşen “darbe” tartışması, gerekse darbecilere sivil yargının yolunu açan son yasa değişikliğinin Genelkurmay’da yarattığı infial, dünkü MGK’nın merkezinden geçen iki ana gerilim hattıydı.

Düşünün bir; Genelkurmay Başkanı’nın 26 haziranda “kağıt parçası” diye küçümsediği ve “doğru mu yanlış mı, sivil yargının soruşturmasına gerek yok” sözüyle gündemden düşürmeye çalıştığı bir suç belgesi var orta yerde ve Başbakan, ısrarla “Bunun peşini bırakmayacağız” diyor.

Üstelik, bir kez de değil...

Başbuğ konuştuktan sonra tam üç kez, 26 haziranda Brüksel’de, 27 haziranda İstanbul’da, 28 haziranda da Kocaeli’de bu konuya giren Erdoğan, her seferinde aynı çizgide ısrar etti.

Dedi ki, “Askerî yargı belgeye farklı yaklaşmış olabilir... Sıra sivil yargıdadır... Mâlûm belge konusunda henüz failler ortaya çıkmadan bunlar kararlarını verdiler... Ama bağımsız yargı gerekli araştırmayı yapacaktır...”

Daha sonra, 29 haziranda Başbuğ’un talebiyle buluştuklarında da aynı minvalde konuştuğunu öğrendik Erdoğan’ın...

Bununla yetinmedi; daha önce “devletin istihbaratı buldu” diye söz ettiği “belge” konusunda bilgi versin diye, Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarı’nı Genelkurmay Başkanı’na gönderdi.

Ve dün, 30 haziranda, Ankara’da kritik MGK’nın toplandığı saatlerde, İstanbul’da bir başka kritik gelişme yaşanıyordu.

Daha dört gün önce, Genelkurmay Başkanı’nın “Delil yok, kovuşturmaya da gerek yok; soruşturma yeni delillerle yeniden açılsa da yeri askerî yargıdır” diyerek sivil yargı önüne çıkmasına muhalefet ettiği Kurmay Albay Dursun Çiçek, “AKP ve Gülen’i bitirme planı”nın altındaki imzasıyla ilgili olarak İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nda, Ergenekon soruşturmasını yürütenlerce sorgulandı.

Dahası, Genelkurmay Karargâhı’nda, Başbuğ’un yanıbaşında çalışan Çiçek, uzun sorgusu ardından, dün geceyarısı “örgüt üyeliği” suçundan tutuklanarak cezaevine gönderildi.

Ne dersiniz; bütün bu olayları tek tek ve birbiriyle bağlantısı içinde yeniden düşünmek, yaşanan gerilim hakkında bir fikir vermiyor mu? Çoğunuzun iyi bildiği, bizlerin de gazeteci olarak çok yakından takip ettiğimiz bu gelişmeleri alt alta yazmak bile, toplum olarak almaya çalıştığımız virajın keskinliğini hatırlatmıyor mu hepimize?

***

Yazarken, MGK bildirisini kaçırmayayım diye bir gözümü, sesi kısık olan televizyonda tutuyordum.

Bir ara, Deniz Baykal’ın CHP’nin Meclis grubundaki konuşması geldi ekrana...

Zoraki bir tebessüm vardı Baykal’ın gergin yüzünde; sesini açınca, üslubundaki öfke ve istihza karışımıyla irkildim.

Diyordu ki, “Bakarsınız Cumhurbaşkanı Gül de birkaç saat içinde bu yasanın hiç uygun olmadığını anlama noktasına gelebilir.”

Darbecilerin sivil mahkemelerde yargılanmasını sağlayacak yasa değişikliğinden söz ediyor ve tabiî, devam eden MGK toplantısına atıfla, “Generaller, bu yasayı neden onaylamaması gerektiğini Gül’e bir güzel anlatırlar” demeye getiriyordu.

Parlamentonun, bu kararı alırken, öncelikle Genelkurmay’ın onayını istememesini açıkça, hiç yüksünmeden eleştiriyordu...

Baykal’ın, askerlerin ağır cezalık suçlarının sivil yargıya taşınabilmesine muhalefet etmesini utanarak izledim ve bir siyasi parti liderinden ziyade üniformasız bir general gibi konuştuğunu düşündüm.


Demokratik kurumların gücünü sınırlayarak, oya dayanmayan bir iktidarı elden bırakmamaya çalışanlarla işbirliği yapıyordu; bunu yaparken siyasetçi kimliğinden de, demokratik konumundan da uzaklaşıyordu.


Baykal’ı dinlerken, MGK’da sivil siyasetin ve demokrasinin galebe çalmasının taşıdığı önemi daha iyi kavradım. Biliyorum ki, bu toplum bu keskin virajda ayakta kalabilirse, bu, Baykal gibilerine rağmen olacak.

TARAF

YAZIYA YORUM KAT