1. YAZARLAR

  2. Bejan Matur

  3. Bir darbecinin mahallesi
Bejan Matur

Bejan Matur

Yazarın Tüm Yazıları >

Bir darbecinin mahallesi

21 Ağustos 2009 Cuma 02:55A+A-

Darbeden hemen sonra yaptığı yurt gezilerinden birinde, yolu Mardin'e düşen Kenan Evren, kıyısından geçerken bir semtin adını sorar.

Merak buyurup öğrenmek istediği mahalle, sadece yoksulluğuyla değil, adıyla da kulağa tuhaf gelmektedir. Paşa'ya 'mahallenin adı Kotek' diyen her kim bilinmiyor ama Evren'in tepkisinin ne olduğu kayıtlara geçmiş: 'Böyle yer adı mı olur, değiştirin hemen!'

Mahallenin adı derhal değiştirilir. Ama olması gerektiği üzere ne Arapçanın o güzel sesli kelimelerinden biri ne de Kürtlerin meskun olduğu düşünülerek Kürtçe bir ad. Süryanice kimsenin aklına dahi gelmez. Paşaya bir jest düşünülerek mahallenin adı 'Evren' olarak değiştirilir.

Bugün adı Evren olan mahallede daha çok, yakılan, boşaltılan köylerden gelen Kürtler oturuyor. Mahallenin çocukları okula başladıklarında, Evren adını, sürgünleri, göçü başlatan darbenin mimarı olduğunu bilmeden, belki de gururla telaffuz ediyorlar. Hatırlamak her zaman iyi gelmeyebilir ama bazı şeylerin tamiri için, nedenleri unutmamakta fayda var. Mardin'deki Evren Mahallesi'nin adı darbenin yarattığı hasara işaret eden bir karşı jestle değiştirilse keşke.

Yer adlarına müdahale psikanalitik bir okumayı zorunlu kılıyor belki de. Müdahalenin bu kadar sert olmasının gerisindeki ruh hali ancak bu yolla analiz edilebilir. Bir defasında şiirlerini Galce yazan İrlandalı bir şairle konuşuyorduk. "Bir İngiliz askerinin asıl tahammül edemediği, karşısında hiç anlamadığı bir dilin konuşulmasıdır. Her şeyi kontrol etmek isteyen bir zihniyet için, hiç anlamadığı bir dilden daha öfke yaratan bir şey olamaz." demişti. Benzer bir mekanizma Türkiye'de de yok değil. "Siz Kürtlerin, karşımda anlamadığım bir dilde konuşmanızdan nefret ediyorum." diyen bir kadın okurun mektubu, küçük bir örnek sadece.

Kendine, bildiğine benzetme bir güven ve gizli iktidar aracıdır. Adı asimilasyon olsun olmasın, ancak kendi bildiğine benzeterek rahat eden bu mantığın ne kadar yıkıcı olduğunu görmek için, işin şiddet boyutuna bakmak yetmez. Şiddet, sorunların, kolay kavranan, kolayca görünen yüzünü gösterir bize. Halbuki kültüre, insan hayatına yapılan ve adına sıradan faşizm dediğimiz görünmez müdahaleler çok daha kalıcı etkiler bırakır.

Çoraklaşan, yoksullaşan, canlılığını kaybetmiş bir kültürün içinde yaşamanız istenir. Norşin adı binlerce yılın ötesinden bir ses olarak kulağınızda çınlayacakken, adını Güroymak koymak küçük bir müdahale olarak görülebilir mi?

Yer adları meselesi, sadece siyasetin alanında değerlendirilmeyecek kadar hayatî bir konu. Böyle bakınca bir dilin sınırları içinde tutulan ve kolayca siyasete tahvil edilen sorunun, aslında toplumun bütün kültürel dokusunu kapsayan hayatî bir unsur olduğu fark edilir. Bugün konuştuğumuz dillerin içinde geçmişte bu topraklarda yaşamış ve artık birer ölü dil olan dillerin ruhu, sesi muhakkak var. Hiçbir dil, bir öncekinin mirasını içermeden var olmuyor. Biz faniler o sesleri ve ruhu, bizden sonrakilere taşımakla yükümlüyüz.

Kürt açılımı dolayısıyla tartışılan yer adlarının iadesi konusunun sadece Kürtçe adlar ile sınırlı olmadığı biliniyor. Türkiye'nin pek çok yerinde, bu müdahaleler yapıldı. Sadece Kürtçenin değil, diğer bütün dil ve kültürlerin adları silinerek yaşadığımız coğrafya çoraklaştırıldı. Şimdi bu hatadan geri dönmenin ve geçmiş mirasa sahip çıkmanın hazırlıkları yapılıyor.

Bütün kültürlere bir zenginlik olarak bakan zihinsel kurgunun, daha çoğulcu bir kültür için sıçrama tahtası olacağı açık.

Adları kolayca müdahale edilecek birer araç gibi gören zihniyetten, o adlara bir değer olarak sahip çıkmaya giden yol, her şeyi belirlemek isteyen mantığın değişmesinden geçiyor.

ZAMAN

YAZIYA YORUM KAT