1. YAZARLAR

  2. Mustafa Akyol

  3. Bir Batı fitnesi olarak kadın hakları
Mustafa Akyol

Mustafa Akyol

Yazarın Tüm Yazıları >

Bir Batı fitnesi olarak kadın hakları

12 Aralık 2011 Pazartesi 08:05A+A-

Değerli yazar ve mütefekkir Ali Bulaç, Zaman’daki köşesinde üç yazıdır “kadın meselesi”in ele alıyor. Daha doğrusu, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın ve çeşitli kanaat önderlerinin “İslam dünyasında kadını dışlayan anlayış” konusundaki eleştirilerini eleştiriyor. Çünkü Bulaç’a göre Müslüman kadının “Ev”den pek çıkmaması lazım. Bırakın iş hayatına katılmayı, camiye bile fazla gitmesine gerek yok.

Bu, benim fazla tutucu saydığım bir görüş. Aksine, Müslüman kadının modern hayata eşit şartlarda katılmasını savunuyor, Diyanet’in bu konudaki girişimlerini destekliyorum. Daha önce Hilal Kaplan, Nihal Bengisu veya Özlem Albayrak gibi mütedeyyin ve mütesettir hanımlarla Ali Bulaç arasında ortaya çıkan zıtlaşmada da, söz konusu hanımları haklı bulmuş idim.

Fakat işin bu kısmı o kadar önemli değil. Dindarların bazıları öyle düşünür, bazıları böyle düşünür, herkes doğru bildiği yol üzere hareket eder. Burada bir sorun yok.

Perdenin arkasındakiler

Ancak bir sorun var: Bulaç’ın, kadın haklarını savunan dindarları, İslam dünyasını hedef alan bir fitneye alet olmakla suçlaması. Ona göre, “Diyanet’in ‘kadın konusu’na bu dönemde pek hevesli görünmesi” bir tesadüf değil. Çünkü aslında bu işin perde arkasında bir Batı komplosu var. Bulaç’ın ifadeleriyle:

Bu replik, Batı merkezli olarak formüle edilmiş resmî görüştür... Küresel resmî ideoloji/emredici ve dönüştürücü politika olarak bütün dünyaya, ama öncelikle İslam toplumlarına empoze edilmektedir. Bugün NATO’nun Afganistan’da ve Pakistan’da giriştiği sivil katliamların neredeyse elde kalan tek gerekçesi ‘Afgan kadının özgürleştirilmesi’dir .”

Bence bu yorum öncelikle nesnel olarak isabetli değil. Çünkü NATO’nun asıl gerekçesi “kadın hakları” değil, “terörle mücadele.” Ama o kısmı geçelim.

Asıl önemli sorun bence şu: Bulaç’ın yaklaşımına göre, “kadın hakları”nın Batılılar tarafından savunulması, bu hakları otomatik olarak gayrı meşru kılıyor. Yani bir kavram, sırf Batı tarafından savunulduğu için, reddedilmesi gereken bir fitneye dönüşüyor.

Demokrasiyi ne yapalım?

Eğer bu mantığı benimseyip tutarlı bir şekilde uygulayacaksak, işimiz epey zor.

Mesela “işkence”yi de savunmamız, AK Parti’nin başlattığı “işkenceye sıfır tolerans” politikasını “Batı’ya yaranma gayreti” diye kınamamız lazım. Çünkü hem AB hem de ABD, “vatandaşlarınıza işkence yapmayın” diye baskı yapıyor bize yıllardır. (İç işlerimize burunlarını sokuyorlar yani, pis emperyalistler.)

Fakat bu yetmez; “demokrasi”yi de çöpe atmamız lazım. Çünkü aynı Batı bize yıllardır “demokratikleşin” deyip duruyor. Aynı şekilde AB kriterlerinden biri olan “askerin sivil otoriteye tabi olması”nı da reddetmek gerek. (Nitekim Ergenekon sanığı bazı generaller tam da bu yüzden AB’den ve NATO’dan çıkmak istiyordu.)

Hatta daha da geriye gitmek, Osmanlı’nın İngiliz baskısı ile yasakladığı “köle ticaretini” gündemimize almak lazım. Öyle ya, Kur’an’ın “boyun çözmeye” yönelik tüm teşviklerine rağmen, Müslümanlar kölelik kurumunu ancak Batı etkisiyle kaldırmışlardı.

Listeyi uzatmak mümkün. Ama demek istediğimin iki maddelik bir özeti var:

Birincisi, Batı’nın “emperyalizmi” kadar insan hakları ve demokrasi gibi “değerleri” de vardır. Emperyalizmini hep birlikte kınayalım. Ama sadece bu yönünü görürsek, yanılırız.

İkincisi, bir kavramı sırf Batı tarafından da savunulduğu için reddetmek, yanlış bir tepkiselliktir. Sizi sadece “Batı’nın zıddı” olmaya götürür ki, bu “Batı’nın taklidi” olmak kadar ilkesizcedir.

Doğru olan ise, “kadın meselesi”ni, “Batı ne istiyor”a bakarak değil, “Müslüman kadın ne istiyor”a bakarak konuşmaktır.

STAR 

YAZIYA YORUM KAT

1 Yorum