1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. Bio-Ekonomik Krizin Kazananları Kim Olacak?
Bio-Ekonomik Krizin Kazananları Kim Olacak?

Bio-Ekonomik Krizin Kazananları Kim Olacak?

Salgın, geçmişten devraldığımız bozuk gelir dağılımı, küresel ısınma ve iklim değişikliği, çölleşme, kalitesiz eğitim, iş güvenliği tehdidi, çevre kirliliği, göç, artan korumacılık, ırkçılık, terörizm ve güvenlik gibi konuları yeniden sorgulatıyor.

22 Nisan 2020 Çarşamba 17:18A+A-

Analiz: Prof. Dr. Ahmet Sedat Aybar / AA

Salgın, geçmişten devraldığımız bozuk gelir dağılımı, küresel ısınma ve iklim değişikliği, çölleşme, kalitesiz eğitim, iş güvenliği tehdidi, çevre kirliliği, göç, artan korumacılık, ırkçılık, terörizm ve güvenlik gibi konuları yeniden sorgulatıyor. Bu tür bio-ekonomik krizlerin ilginç özelliği geçmiş dönemin çelişkilerini, zayıflıklarını, güç çekişmelerini çözmek ve oluşan yeni kurgunun temellerini atmak potansiyeli taşıyor olmaları. Sağlık bağlantılı ekonomik krizin yaygınlığı ve derinliği geçmiş dönemin çekişmeli alanlarının ne kadar köklü olduğunu da gösteriyor.

İlk kez Çin’in Hubey eyaletinin Vuhan kentinde tespit edilen küresel yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgını dünya ekonomisini tehdit ediyor. Otomotiv endüstrisi, havayolları ile enerji ve temel malzeme endüstrileri büyük darbe aldı. Küresel ekonomi için büyüme tahminleri yüzde 2,5 seviyesinden yüzde 1,3 seviyesine kadar düştü. Kriz dünyadaki işyerlerinin yüzde 80’e yakınını kapattırdı. Küresel ölçekte işsizliğin yüzde 25 civarına çıkacağı, dünya ticaretinin yüzde 35’e gerileyeceği tahmin ediliyor. Dünyadaki yoksulluğun yüzde 50 artacağı öngörüleri de var. Kapsam ve boyut itibarıyla bu bio-ekonomik kriz, bugüne kadar yaşanmış olan iktisadi krizlerin en kötüsü.

Salgının bu kadar ciddi bir krizi üretmesi, ona karşı savunma mekanizmalarının yetersiz kalması, birey, toplum ve devlet katında, İtalya, İspanya, ABD ve İngiltere örneklerinde de görüldüğü gibi ağır sonuçlara yol açması geçmiş dönemin iktisadi kurgusundan kaynaklanıyor. Bu yüzden, insanlar arasındaki dayanışmayı devre dışı bırakan, güçlünün güçsüzü ezdiği, varlıklı ile yoksul arasındaki makasın açıldığı, o geçmiş kurgunun sorgulanması gelecekte daha yaşanabilir, sürdürülebilir bir dünyanın oluşturulması açısından önem arz ediyor.

İktidar elitleri ayrıcalıklarını korumaya çalışıyor

Ne yazık ki, salgın yüzünden ortaya çıkan bu gereklilik, geçmişin sorgulanması, toplumsal ve politik mekanizmalara yöneltilen eleştiriler, somut alternatif gelecek tahayyülleri çerçevesinde yapılamıyor. Geçmişte küresel nizamın değişmesi gerektiğini savunanların gelecek kurgularını yenilenebilir enerji, sürdürülebilir ekonomik büyüme, iş güvenliği, evrensel eğitim ve sağlık hakkı, adil gelir dağılımı gibi alanlar oluşturuyordu. Bu alanlarda düşünce üretmek, alternatif modeller önermek önemli ama yeterli değil. Sistematik, toplumsal kurgunun üretim altyapısını oluşturan siyasi-küresel düzenlemelerin önerilmesi, uygulamaya konulması da gerekiyor.

Kovid-19 salgını günlük hayatımıza bir daha çıkmamak üzere online sistemler, sanal zekâ, robotikler, 5G teknolojileri, büyük veri (big data) ve Endüstri 4.0 gibi enstrümanları soktu. Bunları üretebilenler, üretim zincirine katanlar, iş yapma kültürüne uydurabilenler, çekişmeli alanların muzafferleri olarak küresel jeopolitiğin de belirleyicisi olacaklar.

Ancak şu çok önemli konuyu atlamayalım: Geçmiş dönemin kazananları -iktidar elitleri, finansal oligarşi, servet birikiminin ayrıcalıklı burjuvaları- geçmişte kendilerini zengin ve ayrıcalıklı yapan neo-liberal iktisadi nizamın değişmeden devam etmesi için canlarını dişlerine takıp mücadele edecekler, ediyorlar. En azından ulaşılmış olan dijital teknolojik değişimi, Kovid-19 sonrasında hizmetlerine alıp küresel sömürü mekanizmalarını devam ettirmeye çalışıyorlar. Küreselleşmenin ve finansallaşmanın kaybedenleri için iyi bir haber değil bu. En üstteki finans oligarşisi dışında kalan yoksullar, gelişmekte olan ülkeler, işsizler, çevre, göçmenler gibi kesimlerin, yani dünya nüfusunun büyük bir kesimi için işlerin değişmeden devam etmesi anlamına geliyor bu.

Değişimcilerin, reformcuların ise kendi gelecek tahayyüllerini ve bunun nasıl gerçekleştirilebileceğini formüle edemedikleri, bölük pörçük formülasyonlarını da sağlam bir şekilde paylaşamadıkları görülüyor. İnsani ve sürdürülebilir bir gelecek tahayyülünü gerçek hayata taşıyabilecek tumturaklı bir irade ne yazık ki oluşturulamıyor; ideolojik, kavramsal karışıklık dünyanın gerçek sorunlarına gerçek çözümler üretilmesini engelliyor.

Uluslararası kurumlarda reform gerekliliği

Birleşmiş Milletler (BM), Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ), Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası gibi uluslararası kurumlar salgınla mücadelede sınıfta kaldı. Bunların yetersiz müdahaleleri, koordinasyon eksikliği, çok geç ve çok az acil yardım paketleri, bu kurumların çağdaş küresel sorunlara cevap verecek şekilde yeniden düzenlenmeleri gerekliliğini ortaya çıkarıyor. Uluslararası kurumların reformu veya oluşturulacak yeni kurumların üstleneceği roller, “yeni dünya düzeninin” değişim dinamiklerine hükmeden aktörlerin öncelikleri arasında olacak. O belirsiz zamana kadar bu eski kurumlar, bildikleri eski uygulamalarla kendilerinin gerekliliğini kanıtlamak için çaba sarf edecekler.

Kovid-19’la mücadelede haklı olarak devreye sokulan bilimsel otorite, kurullar, bilimsel bilgi, yani güç çekişmelerinden muaf ve bağımsız olması gereken bir alan, ilginç bir şekilde geçmiş dönemin kazananları lehinde sürdürülmesinin aracı haline getiriliyor. Bu yüzden, ulusal öncelikleri takip eden bilimsel kurulların oluşturulması, ulusal modelin öne çıkarılması, ulusal veri sisteminin, ulusal karar alma mekanizmalarının toplumsal, tarihsel, kültürel temellere göre biçimlendirilmesi şu aşamada önem taşıyor.

Şimdi, 5G teknolojisi kullanan ve geçmiş dönemden miras alınan kriz dinamiklerini aşmayı becerebilen yetişkin iş gücüne sahip olmanın ulus-devlet kapasitelerini ve yeterliliklerini tanımlayan ana unsur olacağı daha da belirginleşti. Artık yeni iş yapma alışkanlıklarına yaratıcı katılım sağlayan bir işgücüne sahip olmadan küresel devletler hiyerarşisi içinde üst sıralara yükselmek de mümkün değil. Örneğin, Çin’in kendi nüfusu üzerinde geliştirdiği gözetleme ve puanlama sistemleriyle bu alanı zorlama çabası gözden kaçmıyor. Oysa ki bu uygulama, küresel rekabet içinde bir üst sıraya çıkmayı garanti edecek bir uygulama değil.

ABD travmadan güçlenerek çıkmayı hedefliyor

Küresel hegemon ABD’nin, salgınla birlikte “tökezlese de düşmediği” ve bu travmadan güçlenerek çıkmanın yollarını aradığı, özellikle Kasım 2020’deki genel seçimler nezdinde iktidar ve muhalefet cephesinin söylemlerinden takip edilebilir. Salgınla mücadeleyi likidite genişlemesi üzerinden sürdürme iradesi, düşük enflasyon ve düşük faiz ortamı, âtıl sermayenin büyümesini sağlayacak. Likidite genişlemesi kendisine kârlı yatırım alanları arayan bu tür şirketleri yenilikçi alanlara yönlendirecek. Bu durum ise, vergi ve ticaret savaşları, iktisadi milliyetçilik ve merkantilist politika uygulamalarıyla küresel ekonomide geri çekilmiş ABD’nin, Kovid-19 sonrasında daha güçlü küresel geri dönüşünü sağlayabilecek.

ABD’nin ve Batı dünyasının, başta Rusya olmak üzere, AB ve Ortadoğu stratejileri, kendi orta sınıflarının yenilenebilir enerji teknolojileri üzerinden güçlendirilmesi etrafında oluşturulacak. Bugünkü mütevazı duruş, tıbbi yardım çağrıları, öne eğik başlar, gelecekteki küresel arz ve talep cephesi belirlemelerini destekleyecek tasallutun ne denli şiddetli olacağı konusunda bizi yanıltmamalı. Dönem, bu somut durum analizi etrafında savunma mekanizmalarını, alternatif sanayi, tarım stratejileriyle yeni iş yapma pratiklerini, yumuşak ve sert güç önlemlerini küresel jeo-politiğe uygun olarak oluşturup devreye sokmamızı, bu tasalluta hazırlıklı olmamızı gerektiriyor.

[Prof. Dr. Ahmet Sedat Aybar İstanbul Aydın Üniversitesi, Ekonomi ve Finans Bölümü Başkanıdır]

 

HABERE YORUM KAT