1. YAZARLAR

  2. Rasim Ozan Kütahyalı

  3. Ben kendimi kandıramıyorum... Ya siz?
Rasim Ozan Kütahyalı

Rasim Ozan Kütahyalı

Yazarın Tüm Yazıları >

Ben kendimi kandıramıyorum... Ya siz?

10 Eylül 2008 Çarşamba 13:09A+A-

1915 olaylarıyla ilgili zihnimde ilk merak duygusu uyandığı zaman lisedeydim...

 

Biz lisedeyken bize “Ermeni iddialarından/ yalanlarından” bahsedildi...

 

Ardından bize esas soykırımın Ermeniler tarafından Türkler’e karşı yapıldığına dair resmî prodüksiyon bir belgesel izletildi...

 

Fakat bu belgesel hem gülünç hem de zekâ ve kalite yoksunu bir yapıttı. Dolayısıyla bu propaganda filmi bana hiç inandırıcı gelmemişti...

 

Öte yandan, etnik açıdan Türk olan bir ailenin çocuğu olarak “Ermeniler’i kestiğimize” inanmak da istemiyordum... Tabii esas onlar bizi kesti bir “Türk soykırımı” yaşandı gibi gerzekçe bir teze de inanasım yoktu...

 

Şimdilerde resmî görüş olarak yerleşen, o yıllarda ise yeşermekte olan görüş “kıtal değil mukatele oldu” görüşüydü... Ben de zihinsel ve vicdani anlamda kendimi rahatlatmak için bu tezi en isabetli tez olarak benimsemiştim...

 

1915 dönemine dair bu tezi güçlendirecek mahiyetteki eserleri okumaya başladım. Bu konu gündeme geldikçe ve bu meseleye ilişkin okuma iştahım arttıkça üniversite yıllarında da bu konuda ara ara okumaya devam ettim...

 

Açıkçası iki yanlı okuyayım, objektif olmaya çalışayım da tam gerçeğe ulaşayım diye bir derdim yoktu. “Gerçek”i baştan kafamda belirlemiştim. O kabul edilmiş “gerçek”i haklı çıkarmak maksadıyla okuyordum tamamen...

 

Hrant Dink’in dediği gibi “soykırım” gibi bir şeyi bir Türk olarak kabullenmeyi, “Evet biz Türkler Ermeniler’i kestik” demeyi kendime yediremiyordum esasen... Diğer temel siyasi meselelerde tam manasıyla özgürlükçü-demokrat bir noktaya gelmeme rağmen Ermeni meselesi ve 1915 olaylarında “Her şey karşılıklı oldu”, “Karşılıklı özür dilensin”, “Savaş şartlarıydı, kıtal değil mukatele oldu” gibi sözlere baştan şartlanmıştım...

 

Fakat “Evet, bir soykırım yaşanmıştır” deme yönünde hiçbir eser okumamama rağmen, “bizi tutan” eserlerde de esasen başka şeyler olduğunu hissetmeye başlamıştım...

 

Çoğu zaman bu meseleye ilişkin yazılanlar “Hiçbir şey olmadı”dan başlıyor, “Katliamlar karşılıklı oldu” çizgisine doğru geliyor, son olarak da “Evet oldu, bunlar yapıldı ama olmak zorundaydı” noktasında nihayetleniyordu...

 

İşte bu noktada beynim ve kalbim taraf değiştirmeye başladı... Bir Türk olarak kendimi kandırmak isteyebilirdim ama “Evet, yaptık ama haklıydık” diye özetlenebilecek görüşe onay vermem düpedüz alçaklık ve ahlaksızlık olurdu...

 

O dönem çok okuduğum Justin McCarthy, Türk Tezi denen tezi dışardan destekleyenlerin başında gelen, arada bir devletin davetiyle ülkemize gelip orada burada konuşan biriydi...

 

Tehcir neticesinde oluşan inanılmaz sayıdaki kıyımı inkâr etmiyor ama “Bu tehcir yaşanmasaydı, Doğu Anadolu bölgesi Türkiye sınırları içinde kalamazdı, dolayısıyla yapılanlar haklıydı” noktasına sözü getiriyordu McCarthy... Bu söz de bir anda birçok insanı tatmin edebiliyordu... “Hee öyleyse o yapılanlar doğruymuş canım” diyebiliyordu bir dolu insan...

 

Olanları inkâr etmek, inanmak istememek Hrant Dink’in dediği gibi bir yönüyle soylu bir duruştur. Belki hâlâ Türkler’in çoğu da bu pozisyonda... Ama ikinci vicdansız teze doğru kayan da çok ciddi sayıda insan var artık ülkemizde...

 

Bu ise hakikaten berbat bir durum. Bu gerçekten utanç verici bir şey... O noktadan sonra artık katletmeyi, cinayet işlemeyi meşru gösteren alçak ve ahlaksız bir zihniyet yapısı çıkıyor karşımıza...

 

Kendimi kandırma ve vicdanımı rahatlatma amaçlı yaptığım tamamen “Türk yanlısı” okumaların sonunda bile yaşananların bir insanlık suçu olduğu yargısına varmıştım bir süre sonra...

 

Fakat bir toplumu yekvücut olarak gören ve hepsini düşman belleyen toptancı görüş kadar, onun karşısında olan “Şu toplum, şu toplumu kesti” şeklindeki toptancı argümanların da felsefi olarak saçmasapan olduğunu anlamıştım...

 

Bu sadece 1915 bağlamında Türk-Ermeni örneğini değil, Alman-Yahudi ve Sırp-Boşnak gibi örnekleri de kapsıyor...

 

Bir “kutsal” amaç uğruna bir insanı, bir topluluğu, bir etnik ya da dinsel kimliği yok edebilmeyi meşru sayan zihniyet yapısıydı esas katil olan... Toplumlar değil...

 

Sonuç-merkezli, bir amaç kutsal olarak kabul edildiğinde o amacı hayata geçirmek için yapılabilecek her şeyi mubah gören iğrenç zihniyetti esas katliamları ve soykırımları yapabilen...

 

Bu ahlaksız ve vicdansız zihniyet 1915 konjonktüründe İttihatçılık olarak karşımıza çıkmıştı... Talat adlı, insanları nüfus mühendisliği projelerinin basit birer parçaları olarak görebilen bir adamda somutlaşarak karşımıza çıkmıştı...

 

Evet, ben kendi hikâyemi aktardım... Ben artık kendimi kandıramıyorum...

 

1915’te bu topraklarda bir büyük facia yaşandı. Bir insanlık suçu işlendi...

 

Bu suç karşısında söylenecek her “ama...” artık benim midemi bulandırıyor...

 

TARAF

YAZIYA YORUM KAT

1 Yorum