1. HABERLER

  2. HABER

  3. Ankara Palas’ta Başbakan’la Bir Yeni Türkiye Buluşması
Ankara Palas’ta Başbakan’la Bir Yeni Türkiye Buluşması

Ankara Palas’ta Başbakan’la Bir Yeni Türkiye Buluşması

Markar Esayan, Yeni Şafak'taki köşesinde Ermeni, Rum, Yahudi, Süryani gibi farklı dinî grup mensuplarıyla Davutoğlu'nun görüşmesi üzerinden "Yeni Türkiye" ile "Eski Türkiye" arasındaki farka dikkat çekiyor.

16 Şubat 2015 Pazartesi 13:26A+A-

MARKAR ESYAYAN / YENİ ŞAFAK

Geçen hafta Çarşamba günü tarihi Ankara Palas Oteli’nde Başbakan Ahmet Davutoğlu farklı dinlere mensup Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları ile uzun bir yemekte bir araya geldi. Ermeni, Rum, Yahudi, Süryani, Bulgar, Keldani cemaatlerine mensup çeşitli dernek ve vakıf yöneticisi, sanatçılar ve gazeteciler Başbakan Davutoğlu, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Ayşenur İslam ve Vakıflar Genel Müdürü Adnan Ertem ile verimli bir görüşme gerçekleştirdi.

Ben dahil tüm katılımcılar hiçbir kısıtlamaya tabi olmadan sorunlar ve projeler üzerinde konuştuk.

Sayın Davutoğlu daha önce, 2 Ocak günü farklı inançların dini temsilcileri ile biraraya gelmiş, bu olumlu farklılık CHP’ye de yansımış, Kemal Kılıçdaroğlu da aynı toplantının bir kopyasını tertiplemişti.

Daha önce çeşitli vesilelerle ucundan kıyısından değinmiştim. Rahmetli babam da bir hayırsever olarak uzun yıllar vakıf yöneticiliği yapmıştı. Haliç Köprüsü’nü Okmeydanı istikametine doğru geçerken sol tepede Halıcıoğlu Ermeni Mezarlığı vardır.

İşte o mezarlık yoktu. Vardı da, 1980’lerde üzerinde bir düzineden fazla gecekondu dikilmiş, arazi mafyasının eline geçmişti. Mezarlık kaybedilmek üzereyken, dönemin Patriği Kalustyan Hazretleri, “Bu işi ancak sen becerirsin” diyerek mezarlık vakfının başkanı olmasını sağlamıştı.

Babam o gecekonduları nasıl yıktırttı, o ağaçları nasıl diktik bir roman konusu, geçiyorum. Ancak oraya sürekli ölüm korkusuyla gittiğini, bizim de evde her gün acı haber beklediğimizi hatırlarım. Şehir suyunu bağlatmak, mezarlığın etrafına duvar örmek için verilen emekle Türkiye AB’ye çoktan girebilirdi.

Ermeniler ve diğerlerinden haklarına el konması karşısında minnettar olmaları beklenen bir dönemdi. Devlet böyle davranınca mafyalar da devreye giriyordu tabii. Babam mezarlığı cemaat adına kazandı ama bir sürek avının hedefi oldu. Cemaati ayakta tutacak cesur insan sayısı azdı, onlar da Ermeni Masası’nın özel yöntemleri ile etkisiz hale getirilirdi.

Babam mutat şekilde Levent’teki o ünlü 2. Şube’ye çekiliyordu. Darbe günlerinden bahsediyoruz. Vazgeçmeye yanaşmayınca sonunda babamı kaçırdılar. Keleşli iki sivil arabasında onu gaspetti. Bu son uyarı olmalıydı. Issız bir yerde yerlerde süründürüp, işkence yapıp, başına Keleş'i dayadılar.

Babam yıpranmış halde istifa mektubunu yazdı. O gün yanındaydım. Valiliğe mektubunu ben götürdüm. Hayatımın en kederli günüydü.

Koca bir devletin karşınızda ve düşmanınız olduğunu bilmek... Kendi ülkenizde sürgüne çıkmak ve boğazını tıkayan bir isyan yumruğu ile yaşama mecburiyeti...

Abartacak bir durum yok. Eski Türkiye böyle bir yerdi. Hatta biz şanslı bile sayılabilirdik. Babam geçirdiği bir sürü mide kanaması ve kalp krizini bu işkencelere borçluydu, erken ölümünü de... Ama çok daha kötülerinin yaşandığını, bunların vakayı adiyeden olduğunu artık daha iyi biliyoruz.

Tabii, ilk Meclis’in önündeki tarihi Ankara Palas Oteli’ndeki bu toplantıda, ister istemez iki Türkiye arasındaki farkı düşündüm. “Keşke yerimde bugün babam otursa bugünleri görseydi” diye iç geçirdim.

Başbakan Davutoğlu, Ermeni, Rum, Yahudi, Süryani ve tüm farklı dinlere mensup insanların misafir, kiracı, dışarlıklı olmadığını, yüzlerce yıldır bu kültürü birlikte yarattığımızı, asla vatandaşlar arasında bir fark gözetmediklerini ifade ederken, devlet aklındaki bu değişimin hakkını vermemek, babam gibi birçok değerli insanımızın çabalarını da hiçe saymak anlamına gelir.

Katılımcı temsilcilerin tamamı, bu değişimden ne kadar memnun olduklarını ifade ettiler. Değişim siyah ve beyaz arasındaki fark kadar keskindi çünkü.

Ama en önemlisi, bu değişimin gönüllü gerçekleşiyor olması. “Zaten olması gerekenler oluyor” diye durumu ve durumu yaratan aktörün çabalarını değersizleştirmek ahlaki bir düşkünlük olur.

36 Beyannamesi ile vakıfların mallarına el koyma uygulamasını kaldıran, malların iadesini sağlayan Vakıflar Yasası’ndaki değişikliği “Agop’un mallarının derdine düştünüz” diye engellemeye çalışan, bununla da yetinmeyip yasa değişikliğini Anayasa Mahkemesi’ne götüren bir CHP, hala bu ülkede taş gibi yerinde dururken hele...

Başbakan Davutoğlu geçen yıl 23 Nisan’da Sayın Erdoğan’ın yayımladığı 1915 taziyesinin yeni bir dönemin başlangıcı olduğunu ifade ederken kurduğu her cümlede Yeni Türkiye’nin kurucu mantığı tezahür ediyordu.

Bu nedenle, Fethullah Gülen’in New York Times’daki şikâyetnamesinde “Sadece bizler değil, gayrımüslimler de ağır baskı altında” cümleleri bende üzüntüden ziyade öfke uyandırdı.

Pespaye bir mühendislik girişimini Kürtleri, Alevileri, gayrımüslimleri öne sürerek kamufle etmeye çalışmanın belki dünyada alıcısı olabilir, ama Türkiye’de bu çok daha zor.

Ben Ankara Palas’ta yüzyıl önce ıskaladığımız Yeni Türkiye’yi gördüm. Bu beni çok mesut etti. Emeği geçen herkese teşekkür ederim.

 

HABERE YORUM KAT