1. YAZARLAR

  2. MURAT KAYACAN

  3. Allah’ın oğlu olur mu?
MURAT KAYACAN

MURAT KAYACAN

Yazarın Tüm Yazıları >

Allah’ın oğlu olur mu?

29 Mart 2012 Perşembe 00:17A+A-

 

Kur'an-ı Kerim Yahudi ve Hıristiyanların sapkın itikatlarına şöyle işaret etmektedir: “Yahudiler, ‘Üzeyir Allah'ın oğlu’ dediler, Hıristiyanlar da ‘Mesih Allah'ın oğlu’, dediler. Bu onların kendi ağızlarıyla uydurdukları sözlerdir. Daha önce inkâra sapmış olanların sözlerini taklit ediyorlar. Allah onları kahretsin, nasıl da oyuna geliyorlar!” (Tevbe, 9: 30). Fizilali’l-Kur'an’da belirtildiğine göre, klâsik tefsir bilginleri âyetin bu kısmını (Allah’ın oğlu) şöyle açıklamışlardır: "Yahudilerin ve Hıristiyanların yüce Allah'a oğul yakıştıran sözleri, müşrik Arapların, O'na kız çocuğu yakıştıran sözlerinin bir benzeridir." Bu açıklama doğrudur. Hind, eski Mısır ve eski Yunan putperestlerinin inançları önce aziz "Saint Paul" eli ile, arkasından da sözde kutsal kilise konsülleri aracılığı ile Hıristiyan dogmalarına sızmıştır.

Eski Mısır inancında Oziris, İzis ve Ouris'den oluşan üçlü ilâh (teslis) dogması Firavunlar dönemi putperestliğinin temeliydi. Bu üçlü ilâh dogmasında Oziris Baba'yı ve Ouris "Oğul"u temsil ediyordu.

Hz. İsa'dan yıllarca önce İskenderiye'de okutulan teoloji (ilâhiyat) derslerinde "kelimenin (sözün), ikinci ilâh" olduğu ve "Allah'ın ilk oğlu" ünvanını taşıdığı öğretiliyordu.

Hind putperestleri de üç unsurdan, ya da üç "durum"dan oluşmuş bir ilâh kavramına inanırlardı. Onlara göre asıl ilâh bu üç unsurda ya da üç halde tecelli ederdi. "Brahma" ilâhın yaratma ve yoktan var etme durumundaki, "Vişnu" koruma ve gözetme durumundaki, "Sifa" ise yok etme ve ortadan kaldırma durumundaki yansımaları (tecellileri) idi. Bu sapık inanca göre "Vişnu", "Brahma"da yoğunlaşan ilâhlıktan sızmış ve dönüşüme uğramış "oğul"du.

Asurlar da "kelime"nin (sözün) kutsallığına inanırlar, ona "Merduh" adını verirlerdi. İnançlarına göre bu merduh ilâhın ilk oğlu idi!

Eski Yunanlılar üç unsurlu ilâh kavramına inanırlardı. Nitekim bu üçlü ilâh dogmasının belirtisi olarak kâhinleri ilâhlara kurban keserken kesilecek hayvanın üzerine üç kere kutsal su serperler, üç kere buhurdanlıktan buhur alıp etrafa saçarlar ve yine üç kere kesim yerinde toplanan halkın üzerine kutsal su serperlerdi. İşte kilise bu putperest törenleri, arka plânlarındaki inançlarla birlikte alarak Hıristiyanlığa katmış, böylece eski kâfirlerin görüşlerini taklit etmiştir.

İşte Kur'ân-ı Kerim'in indiği günlerde bilinmeyen bu eski putperest inançlar yukarıda belirttiğimiz ayetin, "Daha önce inkâra sapmış olanların sözlerini taklit ediyorlar." kısmı ile birlikte düşünüldüğünde kutsal kitabımızın vecizliği yine kendisini göstermektedir. (Kutub, Seyyid, Fî Zilâli’l-Kur'an, (çev. Mehmet Yolcu ve diğerleri), 10 c., Dünya Yay., İst., 1991, II, 284-285.)

Muhammed Hamidullah yukarıdaki ayeti yorumlarken Tevrat ve İncil’deki ayetlere de dikkat çekmekte ve her iki Kitapta mevcut ayetlerde “Allah’ın oğlu”ndan kastedilenin belli kişiler değil inananlar topluluğu olduğunu ifade etmektedir. (Hamidullah Muhammed (1908-2002), Aziz Kur'an, (çev: Abdülaziz Hatip, Mahmut Kanık), Beyan Yay., İst., 2000.) “Oğul” kelimesinin kullanımına dair Tevrat’tan nakledeceğimiz şu ayetler Hamidullah’ı destekler niteliktedir: “Allah oğulları adam kızlarının güzel olduklarını gördüler. Ve bütün seçtiklerinden kendilerine karılar aldılar.” (Tevrat, Tekvin, IV: 3). “Allah’ın oğulları insan kızlarına vardıkları ve bu kızlar onlara çocuk doğurdukları zaman…” (Tevrat, Tekvin, IV: 4). “Ve Allah oğulları Rabbin önünde kendilerini takdim etmeye geldikleri gün vaki oldu ki, onların arasında Şeytan da geldi.” (Tevrat, Tekvin, Eyub, I: 6). “Ve Firavuna diyeceksin: Rab şöyle diyor: İsrail, oğlum, ilkimdir ve sana dedim: Oğlumu salıver ki, bana ibadet etsin.” (Tevrat, Çıkış, V: 22-23). “Siz, Allah’ınız Rabbin oğullarısınız.” (Tevrat, Tesniye, XIV: 1).

Benzer şekilde İncil’deki şu ayetlerde geçen “oğul” kelimesini mümin kul olarak anlamakta bir engel olmasa gerek: “Fakat İsa sustu. Ve başkâhin ona dedi: Hay olan Allah hakkı için, sana and ettiririrm, eğer Allah’ın oğlu, Mesih, isen bize söyle.” (İncil, Matta, XXVI: 63). “(İsa;) Enoş oğlu, Şit oğlu, Adem oğlu, Allah oğlu idi.” (İncil, Luka, III: 38).

Yukarıda belirttiğimiz Tevrat ve İncil ayetleri Allah’ın “doğmadığı ve doğurulmadığı” (İhlas, 112: 2-3) gerçeği doğrultusunda düşünülüp “Allah’ın oğlu” ifadesi, Rahman’ın şefkatiyle ilişkili (Allahın adamı, Allahın sevdiği kişi vb.) bir şekilde mecaz olarak yorumlanırsa onların tahrif edilmediğini söylemek mümkün olur. Aksi takdirde herhangi bir kulu Allah’ın oğlu kabul edenlerin şirke düşmeleri kaçınılmazdır.

YAZIYA YORUM KAT

11 Yorum
  • ba.ka / 14 Nisan 2012 12:39

    Allah- cc-hükmünü bildirdiği konularda susmamız gerekir.tevil etmek bize düşmez.Birde tahrif edilmiş kitaplar için ayet demek zamanla Kuran ayelerinin önemsenmemesine sebeb ola bilir

    Yanıtla (0) (0)
  • yusuf ay / 14 Nisan 2012 12:11

    ''Yahudiler, "Uzeyir Allah'ın oğlu" dediler, Hıristiyanlar da "Mesih Allah'ın oğlu", dediler. Bu onların kendi ağızlarıyla uydurdukları sözlerdir. Daha önce inkâra sapmış olanların sözlerine benzetiyorlar. Allah onları kahretsin, nasıl da saptırıyorlar''.Tevbe 30
    Murat Bey Kuranın mecaz olarak yorumlamadığını biz niye mecaz olarak yorumlayalım

    Yanıtla (0) (0)
  • berat / 07 Nisan 2012 10:31

    Evet konunun başlığı gerçekten sıkıntılı Murat bey bence dikkate almalı.

    Yanıtla (0) (0)
  • A. Reşit EKŞİ / 02 Nisan 2012 15:26

    Allahın razı olmadığı açık olan ve vahiyle küfür olarak nitelenen "baba oğul" teşbihini, yazarın ve Aydoğdu nun hala belki şöyledir diye savunması hiç alınmaması gereken bir riskdir. Allah buna küfür dedikten sonra bizlere ne oluyor, böyle? Hristiyanlar zaten sümme haşa Allaha eş isnat etmiyorlar ki(haşa evlilik)...Onlar bu teşbihlerinden dolayı güme gittiler zaten... Allahla ilgili teşbih ve mecazlarda vahiy ve sünnetin dışına çıkmanın ne denli risk olduğu ortada...Dildeki doğal gelişim süreci benzetmeleri asliyete dönüştürebilir, daha doğrusu öyle algılanmasına yol açar...Mevdudi hz. meryeme iftira atan romalılara ve yahudilere hristiyanların savunma maksatlı "onun babası(koruyucusu) Allahdı" dediklerini söyler...Dikkat edin; "baba gibi" ifadesini kendiniz için birisine rica edin, bir ay boyunca size söylesin... O size kısa bir süre sonra "baba" demeye başlayacaktır, gibi düşecektir... Yani siz baba ilan edileceksiniz... Oysa sizin evladınız da olmayabilir, ama isimlendirme zamanla babaya dönüşecektir... Beşer de bile realist olmayan bir netice ortadayken İlah da durum nasıl olacak ki? Allah bu teşbihi ardından teşbihden çıkan ismi kabul etmemektedir. Aydoğdu ve Kayacan Beyler risk almamalı derim... Hesap günü uzak değil, bir kelimeye takla olmak da var... Çünkü gökleri çatlatan teşbih ve isimlendirmeler bunlar...Tevhidi müslümanların şu veya bu şekilde batıni denebilecek yollara girmesi felaket olur...

    Yanıtla (0) (0)
  • Murat AYDOĞDU / 01 Nisan 2012 00:28

    Biz Müslümanlar için kesin bilgi olan Kuran bütünlüğüne dayalı tevhidi hususlarda Allah hakkındaki teşbihleri tevil ile tenzih etmemiz doğru bir hareket tarzıdır. Zira Allah hiçbir beşer’e benzetilemez.
    “Allah'a benzerler aramaya (emsaller vermeye) kalkışmayın; çünkü Allah bilir, siz ise bilmezsiniz.” 16 Nahl 74
    “O, göklerin ve yerin yaratıcısıdır. Size kendi nefislerinizden eşler, davarlardan da çiftler var etti. Sizleri bu tarzda türetip yayıyor. O'nun benzeri gibi olan hiçbir şey yoktur. O, işitendir, görendir.” 42 Şura 11
    Ama, Ehl-i Kitabın kesin bilgiye ulaşmamış ya da yeterince ulaşamamış geniş kesimleri için açık bir mecaz olduğu belirgin anlatımlar var:
    “Yine de Babamız sensin, ya RAB, Biz kiliz, sen çömlekçisin. Hepimiz senin ellerinin eseriyiz.” Tevrat Yeşeya 64/8
    “Dikkat edin! Yapmanız gereken doğru işleri gösteriş için insanların gözü önünde yapmayın. Öyle yaparsanız, göklerdeki Babanızdan ödül alamazsınız.” Matta 6/1
    Bunlara dayanarak Allah’a beşeri sıfat yakıştırmayan ve bu yakıştırmanın farkında olmayan Hıristiyanları yargılamak yerine onlara mutedil yaklaşmak ayrı bir husus, bizim bu söylemlerden kaçınmamız ayrı bir husustur. Bu konuda Murat Kayacan kardeşimizin mutedil yaklaşımını yabana atmamak gerekir diye düşünüyorum. Öyle ki, halkımızın avami bir söylemi olan “Allah baba” sözü ne kadar bilgisizce ve düzeltilmesi gereken yanlış olsa da, vahiy ile yeterince uyarılmamış bu kişileri “kâfir” sıfatı ile tanımlamak ta o kadar yanlış bir hareket tarzıdır. Yoksa ipin ucu öyle kaçar ki, yargılanmadık bir tek kendi nefsimiz kalır.

    Yanıtla (0) (0)
  • ahmet ba. firat / 30 Mart 2012 12:57

    Murat Bey,

    Mecazi anlatımların Ehli Kitab ve Tasavvufçular elinde nasıl bir tahrifata uğradığını malumdur. Fakat büsbütün zann içeren ve değer bakımından hadis adı altında rivayet edilen itikadi meselelerden de daha kıymetsiz hale gelmiş olan incilleri, yani zannı yorumlamak gaybe taş atmak gibi bir şeydir. Elimizde İsa'nın - haşa- 'Allah baba gibidir' şeklinde mecazi bir ifadeyle insanları bilgilendirdiğine dair 'ilm/vahiy' yoktur. Faraza öyle bir 'bilgi' olsaydı mecazi anlatımın zamanla nasıl tahrifata uğradığı ile ilgili açıklamaların bir anlamı olurdu. 'Tahrif edilmiş/edilmemiş Kutsal kitapların sözlerine ayet denir' gibi bir anlayışa, tahrifin dil düzeyinde gerçekleştiği gerçeğinden dolayı temkinli yaklaşmamız gerektiğine inanıyorum. Evet dil araçtır nihayetinde ama deve de araçtır.

    Yanıtla (0) (0)
  • Murat Kayacan / 30 Mart 2012 09:47

    Ahmet Bey,
    "Allah'ın eli onların elinin üzerindedir." (Fetih 48/10) ayetini reddetmek yerine ifadenin mecaz olduğunu söyleriz. Bu üslup İncil'de yer aldı diye mecaza yorumlamak yerine İncil ayetini redde yönelmek adil olur mu? Mecaz olarak yorumlanma imkanı varsa ve o yorumu tercih eder ve Ehl-i Kitab'ı da ona yönlendirirsek hidayetlerine vesile oluruz belki de.
    Ayet İncil ve Tevrat ayetleri için de kullanılabilir. Ne var ki, o ayetler Kur'an gibi kesinlik arz etmez. Ehl-i Kitap'tan da bizim gibi, İncil ve Tevrat'ta "ayet olmayan" unsurları kabul ederler.

    Yanıtla (0) (0)
  • ahmet ba. firat / 29 Mart 2012 23:05

    Bu şekilde uzatmak gibi bir niyetim yoktu fakat:

    İncil pasajlarına ‘ayet’ denemez. ‘İncil ayetleri’ kendi mantığı/bağlamı içinde sakıncasız gibi görünse de ‘ayet’ yerine ‘pasaj/bölüm/cümle’ denilebilmelidir. Zira incil ve tevrat en fazla –belki ‘hadis’ seviyesindeki rivayetlerdir. En azından İncilleri hadis rivayetleriyle kıyaslamak daha uygundur gibi.

    Şunu demek istiyorum sanırım: Kur’anın ‘Rahman'a çocuk isnat etmelerinden ötürü neredeyse gökler parçalanacak, yer yarılacak, dağlar göçecekti.’ (Meryem Suresi/90) şeklinde izah ettiği bu meseleyi sıradan bir mesele gibi ele alıp “..bir şekilde mecaz olarak yorumlanırsa” gibi bir ifade kullanmak hiç de iyiye giden bir gidişatın işareti değildir. Hele bir zamanlar çok sevdiğim bir ağabeyimin (yazarı kastetmiyorum burda) kendisi için kullandığı ‘melamet hırkası’ ibaresi ile okuduğumda tümden hüzünlenmeye başlıyorum.

    Yanıtla (0) (0)
  • ahmet ba. firat / 29 Mart 2012 23:04

    Sonra ise malum ‘kelami tartışmalar’ ‘Kur’an mahluk mudur’ şeklinde, göreni önce bir tuhaf şekilde sarsan tuhaf tartışma ve tartışmanın sonucları.. Hristiyan ilahiyatçılarının ‘İsa Allah’ın kelimesidir ve Allah’ın kelimesi ‘mahluk olamaz’ şeklinde özetlenecek yaklaşımları, Allah’ın kelamı mahluk mudur değil midir tartışmasına kadar varmış – Mutezile ‘kuran mahluktur’ diyerek görünüşte çok yanlış ama hakikatte yanlış sorulmuş soruya verilmiş Kur’ana en yakın görüşü ile tepki çekerken tasavvufçular allah-Alem birlikteliğiyle, deyim yerindeyse sorulmuş ve sorulacak sorulara toptan bir cevap vermiş (Vahdet-i Vucud); Kuranın dünyasına tümden zıt ama süslü püslü edebi sembolik ve ‘bol aslındalı’ şirkten panteizmden gnostisizmden budizmden ve tabii islami kılıflı bir dünya görüşü ortaya koymuştur.

    Teşbih, teşabüh, mecaz, hakikat, istiare vs. Bütün dillerde var. Arapçada da var. Bunlar olmadan dil olmaz, dil olmadan bildirim olmaz. Kalbinde hastalık bulunanlar, işte kendisi anlatım için bir ‘araç’ olan teşbihe/teşabühe takılarak ‘kelimeyi bağlamından kopararak’ kendi fantezi dünyalarındaki senaryoya uygun bir yere yerleştirmeleridir.

    Bu şekilde uzatmak gibi bir niyetim yoktu fakat:

    İncil pasajlarına ‘ayet’ denemez. ‘İncil ayetleri’ kendi mantığı/bağlamı içinde sakıncasız gibi görünse de ‘ayet’ yerine ‘pasaj/bölüm/cümle’ denilebilmelidir. Zira incil ve tevrat en fazla –belki ‘hadis’ seviyesindeki rivayetlerdir. En azından İncilleri hadis rivayetleriyle kıyaslamak daha uygundur gibi.

    Yanıtla (0) (0)
  • ahmet ba. firat / 29 Mart 2012 23:03

    Şirki ayakta tutan 'aslında' söylemidir. Mecazlarla teşbihlerle bulanıklaştırılan zihinsel dünya neyin mecaz neyin hakikat olduğunun belli olmadığı bir 'çekici/süslü' Hakk-Batıl bulamacına dönüşür.

    Hristiyan 'ilahiyatçılarını' yakından takip eden her aklı başında insan hristiyan ilahiyatçılarının bu 'aslında' söylemini kolaylıkla farkeder. İlahiyatçıların da anlayabileceği bir örnek vermek gerekirse ; çok tanıdık bir film olan Çağrı'daki Habeş Kıralının Mekkeli müşriklerin pupterestliğinin anlaşılmadığı konusundaki ifadesi- Ordaki diyalogdur.

    Sanıyorum kitap piyasasında bu konuyu eni-konu inceleyen tek bir önemli çalışma var: 'Dinlerin Dejenerasyonu'. En azından yukarıdaki - çok afedersiniz sorumsuzca yazılmış, kısa ve gerçeklik bulandırıcı yazıdan daha değerli bir çalışma.

    Önemli bir nokta da Tasavvufçuların „Kelam“a ilişkin felsefi yaklaşımları. Bilindiği üzre Kelam tartışmalarının ortaya çıkış örneklerinden birisi (bazılarına göre en önemlisi) İsa’nin (Doğduğu gün, öldüğü gün ve dirltileceği gün O’na selam olsun) Allah’ın Kelimesi olduğu ve Allah’ın ‘kelimesinin’ Allahtan ayrı olmayacağı, dolayısıyla ( şeytani ‘dolayısılık/dolaylama’!) İsa’nın yaratılmadığı, aksine Allah’tan ayrı olmadığı konusu. Bunu Tasavvufu felsefi bir sistem haline getiren İbni Arabi’nin; Hristiyanların İsa’ya uyguladığı ‘mantığı’ Bütün kainata yayması takib eder. Hatta İbni Arabi, şeytana külahı ters taktıracak denli varlık dünyasını alt üst ederek, ‘Hristiyanlar’ın asıl küfre düşmelerinin nedeninin mevzu bahis uluhiyeti (teslisi) ‘sadece’ İsa ve Annesi Meryem’e has kılmalarıdır’ şeklindeki izahıdır.

    Yanıtla (0) (0)
  • A. Reşit EKŞİ / 29 Mart 2012 19:16

    Allah bir konuda hüküm vermişken yazarın "olurmu"? diye sorması ve yazısını bitirdiği kısımda "mecazen" olabilceğine dair zihinlerde düşünce oluşturması(isteyerek veya istemeden) hiç hoş değil... Yazarlarımız açık bir dil ve anlatım kullandıklarında yazılarının değer kaybedeceğini mi düşünüyorlar? Düşünmeye davet mi? Eyvallah... Ama Allahın hükmünü verdiği konularda değil!!!

    Yanıtla (0) (0)