1. YAZARLAR

  2. Ahmet Kurucan

  3. Aile içi şiddet üzerine zarûri açıklamalar (1)
Ahmet Kurucan

Ahmet Kurucan

Yazarın Tüm Yazıları >

Aile içi şiddet üzerine zarûri açıklamalar (1)

15 Kasım 2008 Cumartesi 11:08A+A-

25 Ekim 2008 Cumartesi günü Zaman gazetesi yorum sayfasında kaleme aldığım "Kocanın karısını dövmesi zalimce bir davranıştır" başlıklı yazı umulanın üzerinde kamuoyunda tepki topladı.

Basın-yayın organlarının bu mesele üzerinde duracağını tahmin ediyordum; ama bu ölçüde olacağını itiraf edeyim zannetmiyordum. Neden basın-yayın üzerinde duracaktı bu meselenin? İki ayrı açıdan. Bir; yazdığımız konu, mahiyeti ve muhteviyatı açısından. Konu; İslam ve kadın, mahiyeti koca dayağı, muhteviyatı da moda tabirle "ezber bozan", klasik malûmata farklı açılımlar kazandıran ve bazı ailelerde hâlâ tatbikat alanı bulan bir uygulamayı sorgulayan cinstendi. İki; sözünü ettiğimiz yaklaşımları dile getiren kişinin Fethullah Gülen Hocaefendi olmasıydı.

Yazıya dost ve kendilerini muhalif cephede gören kesimden tepkiler geldi. Söz konusu tepkileri en genel manada ikiye ayırabiliriz; müsbet ve menfi. Tepkiler daha detaylı bir ayırıma da tabi tutulabilir. Bu ayırıma bağlı olarak cevaplar verilebilir, açıklayıcı izahlar yapılabilir, ilave deliller sunulabilir. Okumakta olduğunuz yazıda bunu yapmaya çalışacağım ama bana ulaştığı kadarıyla sayıları üç yüzü aşan tepkilerin her birini teker teker muhatap alarak değil; çünkü bu imkânsız denecek ölçüde zor. Onun için yazıda Hocaefendi tarafından dile getirilen düşünceleri tepkileri nazara alarak tasnife tutup ilave açıklamalarla genel bir değerlendirme yapmaya gayret edeceğim.

Başlangıçta Hocaefendi'nin söylediklerini hatırlamamız lazım. Ona geçmeden önce beni birinci dereceden alakadar eden bir hususa açıklık getirmek istiyorum. Hocaefendi'nin çok dar bir dairede yapılan sohbet ortamında dile getirdiği söz konusu düşünceleri, sahibinin onayı olmadan tirajı neredeyse 1 milyonu bulan bir gazete vesilesiyle kamuoyuna tamim etmek tek kelime ile düşünce sahibine saygısızlıktır. Böyle bir saygısızlığı irtikap etmeyeceğimi tahmin ediyorsunuzdur umarım.

Ayrıca değil böylesi kamuoyunun gündemine gireceği tahmin edilen bir yazı, sıradan yazıların bile yayınlanışında bir prosedür vardır herhalde. Bu yazı, matbaa mürekkebi ile buluşmadan önce sayfa yönetmeninden yazı işlerine, yayın danışmalarından yönetmenine varıncaya kadar ihtimal ki müzakerelere mevzu olmuştur diye düşünüyorum. Tepki sahiplerinin de böyle düşünmesi gerektiği kanaatindeyim. Bir hatırlatmada bulunarak bu faslı kapatalım; İmamı Şibli'nin gülleri cahil halkın attığı taşlardan daha çok incitmiştir Hallac-ı Mansur'u malum. Daha öte bir şey demeyi zaid görürüm.

Yazıda temas edilen dört husus

Bana göre dört ana hususa temas ediyor Hocaefendi o sözlerinde.

"Sigara içmediği halde sigara içenlerle aynı atmosferi paylaşanlar sağlıklarına verdikleri zarardan dolayı onları mahkemeye vermeli ve davacı olmalılar. Eğer sigara içen baba ise karısı, çocuğu hiç fark etmez, dava açabilmeliler."

"Koca dayağı yiyen kadınlar, eğer ortada çocukları olmasa boşansınlar derdim."

"Kocanın karısını dövmesinin 'kuvvetli zayıfı her zaman ezer" zalim felsefesinden ne farkı var?"

"Hatta kocası tarafından dövülen kadınlar judo, karate, tekvando kurslarına gitse. Kocası bir tokat vuruyorsa, o da iki tokatla karşılık verse. Dövme haksız yere yapılan fiilî bir saldırıdır ve suçtur. Bu saldırıya karşı nefsi müdafa meşrûdur. Hatta müdafa etmeme ayrı bir suçtur denebilir."

Sigara konusunda dile getirilen düşünceler İslam'da hürriyet ve hürriyetin sınırı meselesi ile alakalıdır. "Kişinin başkalarına zarar vermediği müddetçe istediğini yapabilmesi ve bu konuda hiçbir otorite tarafından hiçbir sınırlamaya tabi olmaması" şeklinde tarifi yapılan hürriyet anlayışını İslam kabul etmez. Daha doğrusu bu tarifi eksik görür. Zira İslam, insana başkalarına olduğu gibi kendisine de zarar verme yetkisi vermez. Öyleyse bu önemli nokta da hürriyet tarifi içinde yer almalıdır. Buna göre hürriyet tarifi şu şekilde belirginleşir; "kişinin kendisine ve başkasına zarar vermeyen şeyleri yapabilmesidir."

Dikkat ederseniz bu, felsefi seviyede kalan mücerred bir tariftir. Halbuki insan-Allah, insan-insan ve insan-devlet, insan-tabiat ilişkisini düzenleyen, başka bir anlatımla harici gerçekliği olan bir düzenleme hürriyet ekseninde yapılacak tariften çok daha önemlidir. İşte bunu toplumsal otorite veya kanun yapıcı, hukuk adını verdiği mekanizma ile yapar. Bunu yaparken tabii haklar ve ödevleri din, dil, ırk, cinsiyet ayrımı gözetmeksizin bütün insanlar için eşit derecede nazara alır. Zaman ve zemine göre genişleme ve daraltmalar yapar. İnsanların neyi yapabileceklerinin, neyi yapamayacaklarının çerçevesini belirler.

Şimdi asıl konumuza dönerek ifade edelim; sigaranın keşfinden ve özellikle onun sağlığa verdiği zarar bütün açıklığı ile netlik kazandıktan sonraki dönemlerde kaleme alınan fıkıh müdevvenatı içinde, aynı çatı altında yaşayan aile fertlerinin, karının kocası, oğlun-kızın baba veya annesi aleyhine kendisine verdiği veya verme ihtimali bulunan zarardan dolayı dava açabileceğini söyleyen bir içtihat hatırlamıyorum ben. Yanlış anlaşılmalara meydan vermemesi için bir kez daha tekrar edeyim, usuli prensiplerde değil, kazuistik manada bir örnek okumadım. Onun için Hocaefendi'nin sigaranın sağlığa verdiği zarardan dolayı zarar gören aile ferdinin zarar veren kişiyi kimliğine, vasfına, hatta kendi üzerindeki hak ve hukukuna bakmasızın mahkemeye verme hakkı olduğu eksenindeki düşünceleri İslam hukuku içinde yeni bir yaklaşım ve açılımdır.

Hocaefendi'nin bunun bir hak olduğunu ifade eden açılımlarının yanı sıra "davacı olmalılar, dava açabilmeliler" gibi teşvikkâr ifadelerinden hareketle birisi çıkıp gerçekten mahkemede dava açar mı, bunu bilemem; ama şunu söyleyebilirim; Hocaefendi'nin dile getirdiği düşünceler arasında bu mesele her nedense kimsenin takdir veya tenkidine medar olmadı. Halbuki bu "İslam'da zarar verme de, zarara maruz kalma da yoktur." prensibinin harici hürriyet alanında yapılması gereken düzenlemeye işaret etmesi bakımından oldukça önemli bir örnekti. Halbuki bugün bu durum dünyada çoklarının şikâyet ettiği bir sonuçtur. Pasif içicilik olarak adlandırılan bu dert karşısında tıbbın çaresizliği meydandadır. Konu ile alakalı yayınlanan makaleler, yapılan araştırmalar, istatistiki rakamlar, sağlık harcamaları ve bunlara bağlı olarak devletlerin çıkartmış olduğu kanunlar hemen herkesin malumudur. Belki de bu satırları okuyanların birçoğu pasif içiciliğin muhatabı, mağduru ve mazlumudur.

Dayak meşru boşanma sebebi

"Koca dayağı yiyen kadınlar, eğer ortada çocukları olmasa boşansınlar derdim" tesbitine gelince; İslam'da boşanma meselesi öteden bu yana yanlış anlaşılan ve yanlış anlaşılmalara kurban bir konudur.

Malum, İslam hukukunda boşama hakkı erkeğe verilmiştir. Bunun İslam kendi bütünlüğü içinde mütalaa edildiği ve yaşandığı takdirde kendinden beklenen fonksiyonu eda edeceği açıktır. Kadının ise meşru gerekçelerle boşanma isteği hakkı vardır. Her hukuk sisteminin bu konuda farklı uygulamaları olabilir.

Fakat şurası muhakkak ki erkeğe verilen boşama hakkı günümüzde anlaşıldığı şekliyle sınırsız, karısının kaderi kocasının iki dudağı arasında olan ve "boş ol" sözcülüğü ile ne prosedürüne, ne de meşru gerekçelerin olup olmadığına bakılmaksızın hemen boşamanın gerçekleştirdiği bir manzara arz etmez. Bu İslam hukukuna atomik yaklaşımın ortaya çıkardığı bir sonuçtur. Günümüzde medyada yer aldığı şekliyle meselenin hep bu eksende büyütülmesi ise maalesef İslam karşıtı düşüncelere sahip olan insanların marifetiyledir.

İslam hukukunda boşama ve boşanma, meşru olan ve olmayan gerekçeleri, prosedürü, aile ve devlet otoritesinin rolü, boşama yetkisi ve bu yetkinin nasıl kullanılacağı, suistimal edildiği takdirde yetki sınırlamasına gidilmesi, söz konusu yetkinin kamu otoritesine devri, hukukî sonuç doğurmayan sözlerin geçerliliği vb. hususlar müstakil başka yazılarda değinilecek çok önemli konu ve konu başlıklarıdır. Yanlış anlaşılmalara kurban olan cümlesinin bize hatırlattığı ve aşağıda ifade edeceğimiz gerçeklerin yanlış anlaşılmalalara meydan vermemesi için zaruri gördüğümüz bu kısa açıklamalardan sonra konumuza dönelim.

Fikhî mezheplerde boşanma ahkâmı ile alakalı yapılan içtihadi düzenlemelerde koca dayağı müstakil boşanma sebebi sayılmamıştır. Bunun anlaşılabilir iki nedeni vardır; bir; bu kanuni düzenlemelerde müçtehidlerin yaşamış olduğu zaman ve mekânlarda cari olan kültürün etkisi. İki; İslami hayatın akidevi, ahlaki, iktisadi, siyasi bir bütünlük içinde yaşandığı dönem ve toplum şartlarında buna ihtiyacın olmaması. Halbuki bugün bizim içinde yaşadığımız şartlarda hem örf ve âdetler değişmiştir, hem de İslam siyaseti, iktisatı, ahlakı, kültürü ile bir bütün halinde yaşanmamaktadır. Bu durum karşımıza alabildiğine parçalı bir yapı çıkarmaktadır. Bir tarafta dini bütün, dininin bütün emir ve yasaklarını kılı kırk yararcasına yaşamak isteyen Müslümanlar, diğer tarafta buna imkân tanımayan sosyo-kültürel zemin. Sonuç ne oluyor derseniz; sözü edilen hükümler, onların zuhuruna sebebiyet veren arka plan şartları nazara alınmadan yaşanmaya çalışıyor.

Sadece boşa/n/ma değil birçok alanda yüz yüze bulunduğumuz birçok meselenin perde gerisi adına dile getirdiğimiz bu hatırlatmalarla iktifa edip boşanma sebepleri bağlamında Hocaefendi'nin sözlerine geri dönelim. İslam'da boşanma ameliyesinin meşru ve geçerli olabilmesi için birtakım şartlar öngörülmüştür. Bu şartların ileri sürülmesindeki temel hedef keyfiliğe son verilmesi ve boşa/n/ma yetkisi kullanımının düzenleme altına alınmasıdır. Zina, zina isnadı, cinsel iktidarsızlık, karı ve kocalık vazifesinin yapılmasına mani daimi hastalık, her iki taraf için söz konusu olan ve aşırı geçimsizliğe neden olan uyumsuzluk, huysuzluk, ekonomik yetersizlik vb. sebepler akla gelen örnekler. İşte Hocaefendi, "Koca dayağı yiyen kadınlar, eğer ortada çocukları olmasa boşansınlar derdim." sözüyle bu sebepler arasına koca dayağını da koyuyor.

Burada iki hususun altının çizilmesi gerekir. Bir; sözü edilen, adı üzerinde dayaktır. Kocanın şu veya bu vesile ile çok ileri giden bir tartışma ortamında sinirlerine hakim olamayıp karısına attığı bir tokat değildir. Tasvip edilmemekle beraber beşer olarak herkesin başına gelebilecek ve enderi nadirattan tahakkuk eden bu türlü bir tokat atma boşanma sebebi elbette sayılamaz. Hocaefendi'nin kasdını ettiği bu değil; aksine kocada adeta alışkanlık kazanan, âdet haline getirilen şiddet uygulamasıdır. O halde hangi sebeple olursa olsun dayak yemeye, tekme-tokat dövülmeye, zikredip mide bulundırmayı düşünmediğimiz işkenceyi anımsatacak güç kullanmalara sabretmek İslam'da kadının kaderi değildir.

İki; ilk yayınlanan yazıda da ifade ettiğimiz gibi, Hocaefendi, "çocukları olmasa boşansınlar derdim" sözüyle "çocukları olmayanlar mutlaka boşansın, olanlar da sabretsin" demek istemiyor; aksine düzenli şiddet uygulamasına maruz kalan kadın boşanmak istiyorsa, bu meşru boşanma sebebidir; davacı olabilir diyor. Çünkü herkes de biliyor ki her iki halde de boşanmayı isteyip istememe konusunda nihai irade kadına aittir. Dolayısıyla bazı e-maillerde bize intikal eden "Genç yaşlarda cahillik yaptık, bir iki tokat vurduk, şimdi çok mutluyuz; eğer bu görüşe göre hanım hareket etseydi şimdi boşanmış olacaktık." veya "Anlaşılan o ki Hocaefendi'nin görüşü dayağı hayat tarzı haline getirmiş kocalarla sınırlı değil. Kocasından bir fiske yiyen kadın da soluğu mahkemede alabilir." diyenler bu yorumlarından yanılıyorlar. Tashih de diyebilirsiniz isterseniz; Hocaefendi karı-koca tartışmasında işin çığırından çıkması neticesi atılan tokada boşanma sebebi demiyor. Ve yine Hocaefendi böylesi tokatlara veya düzenli koca dayağına maruz kalan kadın boşanmalıdır da demiyor; boşanmak için dava açma hakkına sahiptir diyor.

ZAMAN

YAZIYA YORUM KAT