1. YAZARLAR

  2. Sibel Eraslan

  3. Ahiret’i, Ahiret’e bıraktık...
Sibel Eraslan

Sibel Eraslan

Yazarın Tüm Yazıları >

Ahiret’i, Ahiret’e bıraktık...

04 Ekim 2008 Cumartesi 04:05A+A-

Size de öyle oluyor mu ara sıra? Kur’an-ı Kerim’i “yüzünden” okurken bilemediğiniz ayetlere rastlayınca içiniz cızz eder hani… Veya meal ve tefsir okurken de yaşarsınız, bunun bir de orijinalini okusam diye… Benim her seferinde kalbim bölünür, birini okurken diğerini ihmal mi ediyorum diye geçer içimden. Ah şu yabancılık!..

Az evvel Rahman Sûresi’ni okurken de allak bullak oldum. Yüzünden okurken, Arapça bazı ayetleri çıkaramadım, anlamlarını hatırlayamadım. Vicdan azabıyla kıvranarak hemen meallerine göz attım… Böyle oluyor. Kur’an-ı Kerim’in içiyle dışını, yüzüyle anlamını karşılıklı okumayı ihmal ederseniz, içinizdeki odaların ışığı kapanıyor. Rahman Sûresi üzerinden yaşadığım bu tecrübe, yaklaşık 1 yılımı gözden geçirmeme sebep oldu. Zira son 1 yıldır Kitabı “yüzünden” ziyade “anlamıyla” çalışmıştım. Yüzünü, yani Arapça orijinaliyle okumayı sanırım ihmal etmişim, oysa her gün Kur’an-ı Kerim’in anlamı ve tefsirleri üzerinden çalışıyorum. Hayret ettim, esef ettim bu ihmale, bu nasıl bir bölünme, bu nasıl bir yabancılaşma… Aslında her “yabancı”nın da kolayca içine düşeceği bir yanılsama olsa gerekti bu… Allah; Kur’an, yani Söz’üne yabancı kalanlardan etmesin. İşittik ve iman ettik diyenlerden eylesin… Dillerimiz ve kulaklarımız açık olmalı o öz dile… O öz dil ki; Rahman’ın “son sözü”dür. Yani demem o ki; Kur’an-ı Kerim’i hem yüzünden, hem de içinden birlikte okumak en güzelidir… Şayet birini daha zayıf bırakırsanız diğeri küsüyor. Çift kanadıyla uçan bir kuş gibi düşünürsek anlama girişimlerimizi… Tek kanatla uçulmuyor…
Malûm Cuma vakitlerinde adettendir; mahallelerde, evlerinde kadınlarımız Kur'an-ı Kerim okurlar. Benim böylesi bir çevrem olmadı, olamadı hiç. Allah'tan son üç yıldır, sekiz kişilik bir grubumuz var, birlikte okuyoruz Kur’an-ı Kerim’i. Ama bu kez bahsettiğim başka bir şey. Yani mahalle aralarında rutin olarak kadınların toplaşıp Cuma vakitlerinde okuduğu cüz’lerden, Yasin’lerden bahsediyorum. Gençken bu adetleri pek ciddiye almazdım, alışkanlığa, geleneğe bir tür uyuşukluk hatta bilinçsizlik gözüyle bakardım. Okuduklarını anlamıyorlar diye düşünürdüm. Oyum hep hareketten, devinimden, bilinçten ve itirazlardan yanaydı. Hâlâ da öyledir. Ama yaşlandıkça insan, geleneklerle ve alışkanlıklarla, kısmen barışıyor. Yani “üşüyorsunuz” diyelim. Ben üşüyorum en azından… Bir hırka, bir örtü, bir yaygı, bir yatıştırıcı, bir güçlendirici, bir durultucu, bir sabır, bir iyilik bekliyor insanın içi… Cuma vakitlerinde Yasin’ler, Tebareke’ler okuduktan sonra “Ya Rabbi imandan Kur’an’dan ayırma bizi” diye dua eden o tertemiz annelerin, teyzelerin arasında iyileşirken buluyorsunuz kendinizi. Tüm politik ve kısır kavgaların içinden, popüler zamanlara has bunaltıları hiç de kâle almadan devam edegelen bu dua saatinin, bir kalp gibi hayatın içinde pıt pıt diye, nasıl da attığını duyuyorsunuz. Alçak gönüllü, utangaç bir alışkanlıktır bu. Masum ve temizdir… İddiası yoktur o kadınların. İşlerini güçlerini bırakıp Cuma vakti hiç tanımadıkları insanlar için dua ederler, ölümü hatırlayıp, cennet ve cehennemi düşünürler… Yani Ahiret'i… Altın vuruşu yapalım hadi: En son ne zaman cennet ve cehennem hakkında düşündünüz?..
İslâmcı düşünce hareketi içinde bilinçsel devinim ve eylem, bizlerin her zaman öncelediği kavramlar olageldi. Bağımsızlık, bağlantısızlık ve tevhidî düşüncenin gerektirdiği reddiye hep başlangıcımız oldu. Temel hareketin ilk bahsi, hakimiyet algısı üzerinden geliştirdi kendini. Müslüman, Allah’ın dışında kimseye boyun eğmeyendir ki; “La ilahe İllallah”ın en kısa tercümesidir bu. Sıkı, ciddi bir meydan okumayla girer her girişimci konuşma alanına. Bu ilk basamak, hemen her bağlantı ve alışkanlık üzerine ciddi özeleştiriyi de getirir ardından. Bu bağlamda İslâmcı düşüncenin salt anti-İslâmist düşünceye meydan okuduğunu söylersek, onu daraltmış oluruz. Aslında İslâmcı düşünce karşısında gelenek, en az İslâm dışı düşünceler kadar, hatta onlardan daha çok ve ciddi eleştiriler alır… En azından ben ve kuşağım, bu şekilde refleksler üzerinden yetiştik…
Kimseyi tenkit etmek değil niyetim, kendi üzerimden gidecek olursam, bu eleştirel İslâmcı bağlantısızlığı, o çok şikâyet etmekte olduğum “dünya” vurgusu üzerinden kurguladığımı fark ediyorum… Hakimiyet kaygısı üzerinden geliştirdiğimiz “güç ve iktidar” eleştirisinin, tersinden bir vakumla beni o çok eleştirdiğim dünyaya çivilediğini, adeta mıhladığını görüyorum… Dünyayı kurtarmak, dünyayı aydınlatmak, dünyaya adalet getirmek gibi tertemiz ve yüksek ideallerimizin “dünya-sonrası”, “dünya-ötesi” gibi Ahiret'e has kavramları, ne yazık ki zaman zaman (aslında çoğu kez) ıskaladığını düşünüyorum. En azından kendim için…
Rahman Sûresi’ni yüzünden ve içinden okuduktan sonra sarsıldıysan bundandır. Çünkü bu surede Rabb, dünya ve Ahiret'i birleştirerek anlatıyor; daha doğrusu O, ilahlığı kesintisiz bir Allah’tır, bundan bahsediyor ayetler. Oysa ne ben, ne de arkadaşlarım, Cennet’ten, Cehennem’den, Ahiret’ten bahsetmiyoruz. Sanki seküler gizli bir paylaşıma razı olmuşuz gibi; dünya bizim uğraşlarımızdan ibaret, Ahiret ise yekpare O’nun. Böylesi korkutucu bir bölünme, farkında olmadan yapılagelen düalist bir güç paylaşım algısı… ABD’deki finans sektörlerinin iflas edişi, DTP’nin kapatılma davası, İran’daki nükleer enerji santralleri, başörtü davaları, işgal, savaş, yoksulluk, açlık derken… Aramızdan bir kişi çıkıp da ölüm ve sonrasından, Cennet ve Cehennem’den bahsetmiyor. Ölümden, hesap veriş gününden, Ahiret'ten söz açılmıyor. Bunları çocuklarla, yaşlılara bıraktık. Bir de mahalle aralarında Cuma vakitlerinde, insanların hayır ve selameti için dua eden iyi yürekli kadınlar var Allah'tan…
Düşünce dilimize yerleşmiş bu ciddi dünyevileşme, petrol fiyatlarındaki artıştan çok daha önemlidir. Ben korkuyorum sevgili arkadaşlar! Dilinden ve sözlüğünden Ahiret'i çıkarmış bir söylem beni korkutuyor…

VAKİT

YAZIYA YORUM KAT