1. YAZARLAR

  2. Leyla İpekçi

  3. Adalet yoksa özgürlük de yoktur
Leyla İpekçi

Leyla İpekçi

Yazarın Tüm Yazıları >

Adalet yoksa özgürlük de yoktur

19 Mayıs 2009 Salı 14:36A+A-

Danıştay 2. Dairesi’ne yapılan saldırıda öldürülen Özbilgin’i anma gününde Danıştay 5. Daire başkanı bir konuşma yapmış. 2. Daire’nin türban konusunda aldığı kararla şeriatçı basının baş hedefi durumuna geldiğini belirtmiş:

“Türkiye’de türban sorunu yokken bu konuyu kaşıya kaşıya günümüze taşıyanlar, bu saldırı karşısında bugün de düşünmelidir. Yargı mensupları yerine ulemayı koyanlar, bulundukları makamın sorumluluğunu duymaktan uzak olanlar bugün yeniden düşünmelidirler.”

Dünkü gazetelerde ben bu satırları okurken, Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi, Danıştay saldırısı davası ile Ergenekon davasının birleştirilmesine karar verdi.

Yargının bağımsızlığı hepimiz için elzem bir ilke. Hangi koşullarda olursa olsun, hunharca katledilen bir hukuk adamını anma gününde “şeriatçı basın” gibi bir ifade kullanılması nesnel bir yaklaşım olabilir miydi? Sözgelimi o anılan basın kuruluşlarının hepsini bir suçun hedefi haline getirmez misiniz bu sözle?

“Dinci şeriatçı basın” tanımının birçok gazetede birilerinin keyfî yaftalamalarıyla siyasi bir söyleme dönüştürüldüğü hiç bilinmiyor olabilir miydi hâlâ? Birçok yazar çizerin çeşitli dönemlerde üzerine yapıştırılmış yaftalamalar yüzünden haksız yere işini ve itibarını kaybettiği bilinmiyor muydu?

Aynı siyasi kutuplaşmaların ezberini tekrar etmekle adalet sağlanmış olabilir miydi?

Değil şeriat söylemiyle, dinin d’si ile dahi uzaktan yakından ilgisi olmayanların bile sözgelimi, cemaatlerin ya da tarikatların sözcüsüymüş gibi etiketlendiği bir dönemde, hukukun bağımsızlığını savunurken bu tür kaba ve sığ genellemeler yapmak tam da siyasi bölünmelerden hakkaniyet ummak anlamına gelmez miydi?

Aynı şekilde, ülkede bir türban sorunu yokken bu konuyu kaşıyanlardan bahsediyor ve onları suçluyordu Daire Başkanı. 28 Şubat döneminden beri, özellikle iki yıl önceki genel seçimler öncesi yoğunlaşan bir toplum mühendisliği hiç yapılmamış gibi.

Cumhuriyet mitingleri döneminde şiddetlenen bir nefret ve kamçılanan bir düşmanlık söylemiyle ülkedeki her başını örten kadına ya AKP’ci, ya şeriatçı ya da tarikatçı olarak bakılmasına yol açanlar hiç olmamış gibi.

28 Şubat döneminin –kurmaca olduğu ortaya çıkmış tarikat liderlerinin de gayretiyle- çilesini çekmiş kitlelerin gözünün içine bakarak “türban sorunu yoktu, birileri kaşıdı” demek, kuşatıcı ve hakkaniyetli bir yargı için yeterli miydi?

Şunu da belirtmiş Daire Başkanı: “Katilin geçmişi, söylemleri üzerinden sonuca varmayı yeterli görenler bilgi kirliliği ve yönlendirmeler karşısında düşünce pencerelerini biraz daha aralamalıdırlar.”

Sahiden de, başörtülü veya İmam Hatipli oldukları için veya Humeyni’ye sempatiyle baktıkları için, onlar hakkında belli bir sonuca varmayı yeterli görenlerin düşünce pencereleri de dert edilebilecek miydi aynı şekilde?

Hukuk karşısında herkesin eşit olduğunun bilincine varmak, adalet duygumuzu neyle ölçtüğümüzle alakalıdır. İdeolojilerin, hayat tarzlarının veya belli dünya görüşlerinin hiçbiri adalet ve hakkaniyet için ölçü olamaz. Çünkü tartıya çıkacak olan görüşler değil, yapılan adaletsizliğin yani zulmün kendisidir.

Orhan Pamuk, “Benim ülkemde yargı maalesef siyasi sorunlarla uğraşıyor. Bu, bir ülkede demokrasinin temeli olması gereken adalet müessesesi açısından hiç iyi bir şey değil. Özgürlük yoksa adalet de yoktur” demiş.

Bu son cümleyi bağlamından kopararak şöyle demek isterim: Adalet yoksa özgürlük de yoktur. Çünkü özgürlüğün tanımını yapabilmek için bir ölçüye ihtiyacımız var. Tartımızın ölçüsü burada bir kez daha ideoloji, dünya görüşü, kimlik, sınıf, cinsiyet değil, ancak tüm bunlardan bağımsız olan bir hakkaniyet ölçüsüyse, her şeyi yerli yerine koymak mümkün olabilir.


Taraf
’taki Anayasa Forumu’nda Prof. Serap Yazıcı bunun bir kez daha altını çiziyordu: “Yargıç hiçbir biçimde yargılamakta olduğu uyuşmazlığın taraflarını, kimlik özelliklerini, siyasi düşüncelerini, değer yargılarını dikkate alarak hareket edemez. Adaletin sembolü olan kadının gözlerinin kapalı olmasının anlamı budur.”

Hakikati sahiden arıyorsak: Vicdanın örtüsüyle başörtüsünü yargılamak da, Danıştay saldırısını yargıyı etkilemekten hiç çekinmeksizin ideolojik kılıfıyla anmayı sürdürmek de adaleti her zaman tesis etmemize yetmeyebilir.

TARAF

YAZIYA YORUM KAT