1. YAZARLAR

  2. Sezai Arıcıoğlu

  3. Yaşamanın Anlamı

Sezai Arıcıoğlu

Yazarın Tüm Yazıları >

Yaşamanın Anlamı

Şubat 2000A+A-

Belirleyeni Birlemek

Bu sabah uyanmak istemedim. Sağa, sola döndüm durdum. Uyanmaktan korktum. Kendimle yüzleşmekten belki de...

Battaniyenin altında gözlerimi açtım. Boby'yi hatırladım. Bir günde ne kadar fazla konuştuğumu düşündüm. Suskun kaldığım konuşmadığım anlar hiç yok gibiydi. Şöyle yavaşça başımı çıkardım. Hemen yanı başımdaki tülün artık iyice sarardığını fark ettim. Dışarı baktım, kar yağıyordu. Ne kadar muntazam bir eylem dedim kendi kendime. Gözlerim mahzunlaştı, öylece bakakaldım.

İşte mutluluk karşımda dedim. Binlerce, onbinlerce mutluluk bıkmadan, usanmadan inip duruyordu. İnsanlar aklıma geldi, insanlarım aklıma geldi.

Başkalarının mutlu görünmelerine yaslanmış insanlarım.

Kendi mutluluk imkan ve kabiliyetlerini başkalarının mutlu görünümlerine kaptırmış insanlarım!..

Zavallı İnsanlarım!..

Asırlardır çalışan, didinen, zor zahmet bir tas çorba ile öğün deviren, sömürülen, duyguları, hisleri, benlikleri, sevgileri, paraları ve pullan gasba uğramış insanlarım!,.

Koynundaki mahremini bile çaldılar senin be! dedim kendi kendime.

Van odada yatan kızlarını, motorcuda çalışan oğlunu!..

Neyin kaldı ki çalınmadık, neyin kaldı ki alınmadık, gasb edilmedik. Seni önce aç bıraktılar, çıplak bıraktılar sonra da karşına geçip fotoğrafını çektiler. Sen ne yaptın? Sen alımlı pozlar verdin, çalımından yanına varılmadı. Sana önem veriyorlar zannederek, kendini bir deniz kenarında o sadece kartpostallarda veya eve getirdiğin kese kağıtlarının üzerinde gördüğün denizlerin kenarındayım diye kandırdın. Kimbilir daha neler geçmiştir aklından.

Yorulsun artık çenen şu zenginlerin paralarını konuşmaktan, kendi mutlu olma kabiliyetini çıkar artık ortaya..

Unutma patlat yumruğunu sofrandaki soğana. Özenme şu yılışık kendini beğenmişlere. Onlar seni ya ayakkabılarını boyayan bir boyacı, ya görkemli mabedlerinin önünde nöbetçi olma dışında herhangi bir şekilde görmek istemezler.

Kul gibi görmek isterler seni açıkçası, kul gibi...

Hafifçe başımı kaldırdım. Kar yeri tamamen kapatmıştı. Hala da yağmaya devam ediyordu. Başım çatlayacak gibiydi. Sabah namazına kadar oturmuştum. Yavaşça doğruldum. Gözlerim karardı. Sekiz otuza kadar işimin başında olmalıydım. Tekrar bir hamle yaparak ayağa kalktım. Elimi yüzümü yıkamadan önce çay suyunu koymuştum.

Uykuya direniyordum.

Biraz peynir, üç-beş zeytin ve bir dilim kuru ekmekle iki bardak çayı bitirmiştim ki; saatin oldukça ilerlediğini fark ettim. Hızla kalktım. Üstümü giydim. Kapıdan çıkarken hala mırıldanıyordum;

Kul gibi görmek isterler seni, kul gibi!... kul gibi!...

Talihsiz Çağın Talihli Çocukları

Biz geldiğimizde üçüncü bin yıla girilmek üzereydi. Birçok mertebe katetmişti insanlık aygıtı. Tekerleği bulmuş, ateşi yakmıştı. Güneşe, yıldızlara tapmış, gün gelmiş dağlara devirmişti umutlarını.

Biz geldiğimizde enstrümanlar zoraki bir pembe tona ayarlıydı. Yeşil saçlı insanlarla doluydu yeryüzü. Çayır çimen kokuları yükseliyordu. Çatılar akıyor flört başını almış gidiyordu. Alakasız düşünenler bile flört ederek uzaklaştıklarını terennüm ediyorlardı.

Bir metreküp toprağa binlerce ton bombanın indirildiği bir zamanda geldik biz. Bütün coğrafyalardan feryatların yükseldiği bir zamanda geldik.

Yoksulun itildiği, yetimin hakkının gasp edildiği, fakirin unutulduğu, malın bir yığma tutkusuyla yığıldığı, iyi'nin engellenip kötünün organize edildiği bir zamanda geldik.

Yılgınlık salgını vardı biz geldiğimizde. Güneşi kan tutmuştu. Kemik sesleri Ay'dan duyuluyordu, Siyah beyaz hariç diğer tüm renklere boyanıyordu insanlar. Parayı basan her şey olabiliyordu.

İnsanlar tuz kırıyor, tütün içiyor, çürük portakal arıyorlardı çöplüklerde. Tahıl ekiyorlar, fabrikaya gidiyorlar, at sineği avlıyorlardı. Tenleri kararıyor, elleri nasır tutuyor, bir altılı bile tutturamıyorlardı. Köyleri yakılıyor, evleri yıkılıyor, mobilyalarını yeniliyorlardı. İki göz odada bir Ömür geçiriyorlar, rengarenk elbiselerle raks ediyorlardı.

Yılgınlık salgını vardı biz geldiğimizde. Şarkılar bitmiş, türküler ise popun ağzına düşmüştü. Hoca efendi denilen türler ihtilala duacılığına soyunmuşlardı. "Aman ha... dikkatli olalım, tedbiri elden bırakmayalım." sözleri dökülüyordu itina ile düzeltilmiş bıyıkların altından. Vatan bölünmüyor, ezan susmuyor, en hızlı başörtüsü çıkartma ve en çabuk peruk ve bone takma yarışmaları düzenleniyordu. Yarışmalara katılım serbest bırakılmıştı, kızlarımız birbirleriyle kıyasıya yarışıyor bütün rekorları alt üst ediyorlardı. Düzeni düzenleyenlerin düzenledikleri madalya törenlerinde hep şeref(sizlik) kürsüsüne çıkıyorlardı. Sevinç gözyaşlarımız kırmızılar düşürüyordu gözlerimizin akına. Birbiri ardınca eylemler yapıyorlardı. Peruk seçme eylemi, bone takma eylemi, falan eylemi filan eylemi.

Yılgınlık salgını vardı biz geldiğimizde. Düğün ve dernekler yine oluyordu. Cenazeler kaldırılıyor, tarlalar sürülüyordu. Ütü yapılıyor, rotatifler işliyor, şoförler hatalı sollama yapabiliyorlardı. Yağmurlar yağıyor, ağaçlar dikiliyor, belediyeler ellerinden geleni yapmaya çalışıyorlardı.

Derken biz geldik, Eşiktekiler dağıldı. Kapı kapandı. Tastamam bir Kitab'ın sayfalarını açtık.

Okuduk, anladık ve yaşadık,

Yaşayacağız.

Yaşadıkça yaşayacağız.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR