1. YAZARLAR

  2. Hamza Türkmen

  3. Kur’an Nesli Tasarımında Aşamalar

Kur’an Nesli Tasarımında Aşamalar

Ocak 2007A+A-

Hepimiz insanlarla oluşan bir çevrede doğuyor ve sosyal bir ortamda yaşıyoruz. Yaşadığımız ortamda,  farklı sosyal ilişkiler ve sosyal tabakalaşmalar içinde büyüyoruz. Yaşadığımız ve birbiriyle zorunlu bağlantısı bulunan sosyal birlikteliğe "toplum" diyecek olursak, toplumda sosyal tabakalaşmanın merkezindeki kavrama da "iktidar" diyebiliriz. İktidar toplumsal bir ilişkidir. İktidar, toplumu yani sosyal ilişkileri idare eden statüyü; yani toplumsal tabakalaşmada toplumu yöneten ve yönlendiren bir elit zümreyi ifade eder. Toplum bu elit zümrenin dünya görüşüne/ideolojisine göre bazen rıza göstererek, bazen kandırılarak, bazen de güç ve dayatma ile yönlendirilir.

Bir toplumda siyasal iktidarın ve sisteminin meşruiyetini, dayandığı değerler, normlar ve semboller oluşturur ki bunlara da "siyasal kültür" denilmektedir.

Sistem ve iktidarların dayandıkları değerleri; din, hayat felsefesi, doktrin, ideoloji veya temel hayat ilkeleri olarak ele alabiliriz. Normlar; sistemin işleyişini sağlayan anayasa, kanunlar, yargı içtihatları, tüzük ve yönetmelikler, örfi ve ahlaki kurallar olarak değerlendirilir. Semboller ise;  camiler, kiliseler, heykeller, anıt mezarlar, başörtüsü, haç, siyon yıldızı, bayraklar, marşlar gibi sistemin dayandığı değerleri ve normları temsil edip canlandıran araçlardır.

Toplumlar tarafından kabul edilen siyasal kültür doğru olsun, yanlış olsun ya "gerçek siyasal kültür", yani aidiyet beslenen ve içselleştirilen bir siyasal kültürdür; ya da "empoze edilmiş siyasal kültür" yani manipülasyonla, kandırmayla veya baskıyla dayatılan siyasal kültürdür.

Müslümanlar "vasat ümmet" yani İslam Ümmeti olma dirayetlerini 6-7 yüzyıl önce "gerçek siyasal kültür" değerlerini büyük ölçüde yitirdiklerinde kaybettiler. Ve maalesef ki o dönemden bu yana da gerek örfi hukuk ve saltanat sistemleriyle ve gerek son dönemlerde Batılı paradigmanın kuşatmasıyla "empoze edilmiş siyasal kültür" olgusu ile kuşatılır hale geldiler. İslam ümmetinin çözülmesi, dünya ile ahiret, şahsiyet ile cemaat, siyaset ile ahlak ilişkisini, ikincilerine ağırlık vermek üzere kopardı.

Bugün Müslüman halkların ve cemaatlerin vahiy temelli, adil ve dengeli sosyal ve siyasal bir güç olmalarının önündeki en önemli fiili engeller şunlardır:

1) Kuşatıldıkları ve tebaası konumuna düşürüldükleri ulusal değerler ve sembollerle oluşturulan ulusal yapılar. Örneğin Türk Cumhuriyeti kurulduğundan bu yana Türkiye denilen sınırlar içinde en büyük gerilim, oluşturulan ulusal kimlik ile zaafları olsa da tarihten devralınan İslami kimlik arasındadır. Ancak Türk resmi ideolojisinin manipülasyonları sonucunda çok partili sisteme geçiş sürecinde Müslüman kesimler kuşatılmışlar, ve dindarları, ulusal/milli dindarlık haline evrilerek daha derin bir eklektisizm içine düşmüşlerdir. 

2) Küreselleşen kapitalist sistemin kuşatması altında entegre olunan ve henüz aşılamayan kapitalist tüketim kültürü.

İç Çürüme, Dış Kuşatma

Batı'nın Sanayi Devrimi sırasında Müslüman halklar zaten Kur'anî bir toplum olmaktan veya İslam ümmeti olma ve vahyin tanıklığını sosyalleştirme zindeliğinden uzak düşmüşlerdi. Sanayi Devrimi'nin toplumsal yapılarda meydana getirdiği büyük değişikliklere ve alt üst oluşlara bağlı olarak yaşanan toplumsal çalkantı ve bunalımlar, Müslüman kitleleri "emri bil maruf nehyi anil münker" görevini yerine getirecek bir ümmet dayanışmasını ve zindeliğini yitirdikleri dönemde yakalamış ve büyük ölçüde de çözmüştür.

İslam ümmeti olarak inanç ve amelde yaşadığı zindeliği saltanat rejimleri sürecinde yitiren Müslümanlar, adalete tanıklık yapma görevinden ve medeni özelliklerinden uzaklaştıkça bedevileşmeye başlamışlar ve sosyolojik olarak tarım toplumunun dar ve sınırlı özellikleriyle anılmaya başlanmışlardır. Dolayısıyla Sanayi Devrimi'nden bu yana modernizmin tarım toplumlarında oluşturduğu dönüşüm ve tahribat, İslam Ümmeti olma sahihliğini ve şahitliğini yitirip klasik tarım toplumu özelliğine bürünen Müslüman toplumları da kuşatmıştır.

Yetişmiş Şahsiyet ve Program İhtiyacı

Sanayi Devrimi ile seküler temelde oluşan ulus toplumların kurgusunu, projesini ve analizini yapan sosyal disiplin, sosyoloji idi. Sosyal alanda dinin rolü ve insan ilişkilerinde inancın bütünleştirici gücü ise Din Sosyolojisi'nin ana teması idi. Böylece sosyoloji, sanayileşme sürecinde ve son dönemde de kapitalizmin küreselleşmesi sürecinde, dinin toplumsal bütünleşme için kullanılabilecek bir araç olduğu tartışmasıyla da gündem tuttu. Ulus devletler sürecinde ulusu oluştururken din birleştirici/yapıştırıcı bir araç olarak ele alındı. Küreselleşme sürecinde ise din, "Ilımlı İslam" formatında olduğu gibi pazara ve kapitalist yayılmaya müdahale edemeyecek tarzda  ehlileştirilmeye, ılımlılaştırılmaya çalışıldı.

Sosyal bütünleşme, -yeni ulus inşa etmenin sosyolojisini yapanların dilinde-, toplumsal alt gurupların önceki özellik ve kimliklerini terk ederek yeni ve ortak bir kimlikte buluşmalarını ifade etmektedir. Yani dinden, geleneksel ilişki ve değerlerden uzaklaşılırken akılcı, ben-merkezci, pozitivist, seküler değerlerle yeni bir sosyal inşaya yönelinmektedir. Ancak toplumsal planda bütünleşme ve birleşme amacı, hayatın tümünü veya bir bölümünü anlamlandırmada amaçlı bir tutum içinde olan her türlü ortak anlayış ve toplumsal ilişkinin uyumu için de kullanılabilir. Bu İslam ümmetini yeniden ihya etme çalışmalarında ve Müslümanların inşa süreçlerinde de kullanılabilecek bir terkiptir.

Fıtri duygu ve yönelimler insanı doğal olarak harekete geçiren dinamiklerdir. Dini yönelimden, yardımlaşma çabasına, spor veya müzik tutkusundan bilimciliğe veya insan hakları mücadelesine kadar açılan sosyal dünyalar veya sosyal örgütlenme biçimleri de söz konusudur. Ulusal bütünleşme örneklerinin aksine bu tarz bütünleşmede çoğu zaman fiziksel bir bağ zorunluluğu olmadan sosyo-kültürel alanlar belirleyici olmaktadır. Örneğin Greenpeace hareketi, sınır tanımayan gazeteciler veya doktorlar hareketi gibi. Ancak fıtri ve içgüdüsel yönelimlerin ölçüsü vahyi ölçüyü aşan taşkınlıklarla belirlendiği zaman, yenilik ve yeni arayışlar adına yozlaşma ve çürüme artmaktadır.

Kur'an, sosyal hayatın bütün yönlerini hem kıssalar yoluyla; hem de Rasulullah (s)'ın siretiyle ilgili vurgularıyla insanların dikkatine sunmaktadır. Kur'an, hayat yolunda Rabbani ölçüler bildirmek ve bozulan hayat ve düşünce alanlarını yeniden dönüştürmek veya ıslah etmek için inzal olmuş bir kitaptır. Sünnetullah gereği Allah günleri insanlar arasında döndürür. Eceli gelen toplumlar gider yerlerine yenileri gelir. Kur'an her daim ve her aşamada, vahye inanan mü'minleri vahyin şahidi olacak vasat bir ümmet (vahiy toplumu) olmaya davet eder.

Ümmet yapılarını ve diriliklerini kaybetmiş ve rüzgarları kesilmiş Müslümanlar için Kur'an-ı Kerim "İbrahim gibi tek başına ümmet olmak" vurgusu ile öncelikle nereden başlanılacağına işaret etmektedir. Müslümanlar vahyin şahitliğini yapma bütünlüğünden kopsalar da, aslında bu işaretin hakikatini her gün kıldıkları ve okudukları Fatiha Süresi'nde tekrarlamaktadırlar: "Yalnız Sana ibadet eder yalnız Senden yardım dileriz". Yani tek başınıza da namaz kılsanız, Allah'a ibadet ederken de, yardım dilerken de "biz" bilinciyle davranmak zorundasınız. Ancak nitelikli bir "biz" için, öncelikle İbrahim gibi tek başımıza ayakta duracak, İslam'ı taşıyacak, aktaracak, örneklendirecek yetişmiş, daha doğrusu Kur'an'ın mesajını algılamış ve bu mesajla sosyal ve siyasi olayları, ilişkileri çözümleyen; kültürel birikimi ve tarihi doğru okuyan ve güzel tanıklıklar sergileyen İslami şahsiyetler haline gelebilmeliyiz.

İslam, yaşanmak ve insanlığa yaşanarak tevhid ve adaletin sosyal örnekliğini tanıklaştırmak üzere inzal olmuş bir dindir. İslami mücadelenin lokomotifi olacak bir ümmet nüvesi veya Kur'an nesli nüvesi olacak sosyal bir yapı, ancak tevhidi bilince ulaşmış, vahyi ölçü ve kavramları kavramış insan unsuru ile gerçekleşebilir.

Vahyi bilgiyi kavramış, kavradığı vahyi mesajı içselleştirerek nefsindeki dönüşüm ve arınmayı gerçekleştirmiş ve takvayı kuşanmış Müslümanların, insani ve medeni özelliklerini olgunlaştırmaları önemlidir.  Fikri olgunluk ve sosyal ilişkilerde güzel örneklikler önemlidir.  Fikri ve siyasal dönüşüm ve dönüştürme idealini öncelikle kazanç veya zafer hesaplarıyla değil, ibadî bir görev telakkisiyle yerine getiren ve hayatın sorunlarından ve gerçeklerinden kopuk olmayan İslami şahsiyetler önemlidir. Olgun ve birikimli İslami şahsiyetler var olduğu veya yetiştirildiği oranda da Kur'an nesli nüvelerinin oluşumuna veya vahyin sosyalleştirilmesine de adım atılıyor demektir.

Örnek aldığımız Hz. Muhammed ve tüm nebi ve ıslah önderleri gibi vahyi mesajla donanmak, vahyin tebliğini ve Kur'ani ahlakı üstlenmek, sürekli olarak önde tutmamız gereken ideallerimizdir. Ancak içinde yaşadığımız küresel kapitalist düzende daha karmaşık, örgütlü ve sistemli bir şeytanlaşma süreciyle karşı karşıyayız. Bugün İslami şahsiyetimizi oluşturmak ve devam ettirebilmek, belki fıtri zaaflarımızı tahrik eden ama daha modern biçimde dayatan sapma nedenleriyle sınanmaktadır. Bugün egemen sistem daha kuşatıcı ve yönlendiricidir. Askerlik, iş, evlilik süreçleri bireyselleşmeyi ve egoizmi beslemekte; imkanlı olmak, statü kazanmak, zenginlik gibi hasletler de programlı bir ıslah projesi kapsamında değerlendirilmediğinde tahripkar olmaya başlamaktadır.

İslami şahsiyete değinirken, bu konuda birey olmak veya bireycilik ile İslami şahsiyet olmak vurguları karıştırılmamalıdır. Dikkat edilirse bireycilik liberal eğilimi veya ben-merkezci bir tuğyanı ifade ederken; İslami şahsiyet olmak, Hz. İbrahim gibi tek başına da kalınsa vahye teslim olmayı, cahiliye karşısında eğilmemeyi ve her gittiği çevrede verimli bir tohum gibi Kur'an nesli nüvesini bir ekin gibi oluşturma adaylığını ifade etmektedir.

Bir İslami şahsiyet, yeni İslami şahsiyetlerin hazırlayıcısı demektir. Bir bölge, ilçe veya mahallede ya da küresel platformlar veya konferanslar gibi sınır tanımayan sosyal eğilimler alanında İslami şahsiyetlerin varlığı, istişare temelinde bir sosyal yapıyı temellendirme yönelimi demektir.  Çünkü o İslami şahsiyet, sağlıklı bir tohum olarak zeminini bulduğunda kökleşme ve gelişme potansiyeli demektir. "Mü'min olanlar, ancak o kimselerdir ki, onlar, Allah ve Rasul'une iman ettiler,  sonra hiçbir kuşkuya kapılmadan Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad ettiler. İşte onlar, sadık/doğru olanların ta kendisidir." (Hucurat, 49/15)

Mü'minlerin birlikte namaz kılmasıyla ilgili Kur'an'daki vurgu, ideal İslami sosyal yapının kurulabilmesinde önceliğin ailede veya aşirette veyahut diğer sosyal birlikteliklerde olmadığını ortaya koymaktadır. Müslümanların sosyal birlikteliklerinin, birlikte namaz kılma veya birlikte Kur'an okuma mükellefiyetinden çıkarak inanç, düşünce ve hareket aynılığından kaynaklandığını görüyoruz. "Mü'minler kardeştir" (Hucurat, 49/10) şiarı, Müzemmil Süresi'nde belirtildiği gibi daha vahyin ilk başlangıç yıllarında Rasul ve rasulle birlikte olanların gecenin belirli vakitlerinde düzenli bir eğitimden geçmeleri ve ibadet birliktelikleri ile anlam kazanmaktadır.

Tabii ki vahyi mesajı kavrama sorumluluğu, birlikte yaşamanın ve faaliyet fıkhının hemen oluştuğu anlamına gelmiyor. Hz. Muhammed'in ve öncü arkadaşlarının örnekliğinde de gördüğümüz gibi asıl olanın, mesajı yani vahyi kimliği doğru anlamak ve taşımak olduğudur. Hükümler ve hareket fıkhının esasları, tevhid akidesi ve kimliğinin içinde mündemiçti ve açılımı Rabbimizin lütfuyla tedrici olarak gerçekleşti. Hayatın içinde ve istişari temelde kendi kimliğimizi ve toplumsal planda tevhidi şahitliğimizi gerçekleştirirken, sosyalleşmemiz ve siyasal kültürümüz açısından hayata ve hayat yolumuza dair yeni yeni soruları cevaplamak zorunda kalınacaktır.

İslam Ümmeti'nin temellerinin yeniden inşası anlamına gelen Kur'an nesli ideali, bizim öncelikli projemiz olmalıdır. Çünkü kuşatmalar ve çözülmeler içinde vahyi değerlerle istişari temelde İslam'ı sosyal planda yaşayabileceğimiz en önemli açılım olarak bu temel proje görünmektedir. Ancak sorulacaktır: "Kur'an nesli ideali bir program mıdır,  bir temenni midir?"

Kur'an nesli ideali, öncelikle Kur'an eğitim ve öğrenimini, vahyin şahitliğini üstlenme çabasını ibadi bir görev bilen İslami şahsiyetlerin ve bunların oluşturduğu sosyal öbeklerin (yapı, çevre, örgüt, cemaat) öncelikli olan fikri ve sosyal gayretlerine işaret etmelidir.  Dönüşüm ve dönüştürme, inşa ve hayra çağıran ümmet olma çabası,  emek verilerek kazanılan değerlerdir. Ancak asırlardır sosyal planda vahyi tanıklık görevinden kopmuş veya dağılmış bir sosyal yığını gözettiğimizde, Kur'an nesli olma ve oluşturma yolunda elde edilen kazanımlar hem bir süreci ifade etmektedir, hem de Allah'ın gaybi yardımına layık olup olunamadığı muhasebesini gerekli kılmaktadır.

Türkiye gibi ulusal ideoloji ve sınırlar ile kıskaç altına alınmış bir ülkede  'Kur'an nesli' ile neyin kastedildiği, Müslümanların bile gündemine yeni yeni gelmektedir. Allah'a şükürler olsun ki, 28 Şubat darbe süreci ile zamandaş olan İslami uyanış sürecindeki (veya İslamcılık çabalarındaki) zayıflama ve dağılmaya rağmen, bugün düşünsel, sosyal ve siyasal planda 'Kur'an neslini inşa' söylemi, Müslümanların geleceği ile ilgili ve sosyal alanda en ümitvar değerleri taşımakta ve aşılamaktadır.

Tabii ki İslam ümmetini yeniden oluşturacak sosyal nüveler kurma veya Kur'an neslini inşa etme idealini içselleştirip taşıyabilmek için gerekli donanım ve emeği henüz üstlenemeyenler, projelerin tüketildiği bu çağın bir talebi olarak aceleyle konuyla ilgili tasarımı ve tüzüğü belirlenmiş, yol haritası çizilmiş mükemmel bir plan ve proje istiyorlar.  Oysa Kur'an nesli ile ilgili beklenti öncelikle konunun mesajı, tasarımı ve ilkeleri konusunda yoğunlaşmalıdır. Tabii ki konuyla ilgili içtihadi çözümlemeler ve hükümler işimizi kolaylaştırıcı ve standartlaştırıcıdır. Ancak karşılaştığımız sorunlar öyle çeşitli, seyyal ve çetrefillidir ki, bu konuda öncelikle hap mahiyetinde çözümler ortaya koymaktan ziyade, çözüm üretebilecek yeterlilikte vahiyle yaşadığı sorunlar arasında bağ kurabilecek ve tutarlı görüşler serdedebilecek dirayette zinde şahsiyetler yetiştirebilmeliyiz.

Tabii ki idealimize ulaşma çabalarımızda, kazanımlarımızdan çıkan ve sürecimize kolaylık sağlayacak maruf bir örfümüz ve kurallarımız da olmalıdır. Örneğin aile ve çocuk eğitiminden, kadın-erkek ilişkilerinden ekonomik alana, alternatif eğitim imkanını örgütlemekten tebliğ biçimlerine, ve sistem içi araçları değerlendirme ve ölçme noktasına kadar ortaya bir program koyabilmeli, bu konularda gerçekleştirdiğimiz örnek ve tutarlı uygulamaları bir kazanım olarak yaygınlaştırabilmeliyiz. Dolayısıyla oluşum sürecimizin kaldırabileceği kadarıyla hayatın içinde hal ilmimizi yani ilmihalimizi de istişari temelde örneklendirerek üretmek durumunda olmalıyız.

Asıl Olan Önceliğimiz ve Dayanışmada Ölçü

İslam iktidar bağımlılığı olan bir din değildir. Ama o dönüştürme ve değiştirme eksenli devrimci bir dindir. O, Müslümanlara ahireti kazandıracak olan ifsada, bozulmaya, zulme, yabancılaşmaya ve her türlü şirke karşı; bu dünyada tevhid ve adaleti yeniden ikame edecekleri ve vahyin tanıklığını yapacakları ıslah/düzeltme sorumluluğu veya ibadeti yüklemektedir.

İslam'ın tebliği ve akaidi de,  eğitimi ve hukuku da, vahyin sosyalleşmesi ve sosyal siyaseti de İslam'la var olabilir. İslam eklektik, parçacı bir kimliği kabul etmez. Hem Müslüman hem mezhepçi olunmaz. Hem Müslüman hem panteist olunmaz. Hem Müslüman hem ulusçu, liberal veya solcu olunmaz. İslam ancak kendi sisteminde uygulanır ve kendi tanımlarıyla yaşamlaştırılabilir. Çünkü İslam'ın kaynağı olan Kur'an insanların ürettiği değil, Rabbimizin tüm insanlığa rahmet ve rehber olarak gönderdiği iletilmiş mutlak ölçüdür.

İslam, hududlarını belirleyerek cahili sistem içi araçların kullanılmasına cevaz verebilir; ama muhalefeti cahili sistem içi bir muhalefet değildir. İslami muhalefet her zaman sistem üstü, yani cahili sistemin bütün kurumlarını hedef alan bir muhalefettir. Yani İslami muhalefet, cahili sistemin içinde A'nın iktidarına karşı iktidar bağımlısı B değildir. İslam, cahili yapı içinde iktidarı kullanmayı bir kaynak değiş tokuşu olarak görmez. Bu nedenle İslam, iktidar bağımlılığı ve hedefi içinde değil, Allah'ın rızası çerçevesinde sünnetullah gereğince davranılmasını ister. 

İslam, kendine sahip çıkan mü'minlerin içinde bulundukları sosyal ve siyasal safhaya göre yaşamlaştırılması gereken bir dindir. Asıl olan iktidara gelmeyi mutlaklaştırmak değil; kuşatılmada, oluşum aşamasında, muhalefette, direnişte veya iktidarda örnek alınacak fikri ve sosyal bir örneklik göstererek tevhid ve adaletin tanıklığını gerçekleştirebilmektir.

Birey ve toplulukların sıkıntı çekmesini önlemeye veya refah düzeylerini yükseltmeye yönelik çabalar, nevi/cins eğilimlerinin fıtratımızda oluşturduğu insani yönelimlerdir. Ancak hayır amaçlı bu eğilimler, sağlıklı bir kimlikle ve ıslah projesi doğrultusunda yapılmalı, romantik bir beklenti üretilmemelidir. Hayır eğilimi insani özelliklerin açığa çıkması ve güzelleşmesidir. Ama gönüllülük esasına dayanan bu eğilimler verimlilik adına profesyonelleşmeye başladığında, iki sorun karşımıza çıkmaktadır. Birincisi, kurumlaştırılan bu sosyal hizmet anlayışının nasıl bir perspektifle yapıldığı ve bir ıslah projesine dayanıp dayanmadığıdır. İkincisi; sosyal ilişki ve dayanışmanın sıcak yüzünü ifade eden gönüllü sosyal hizmetlerin kurumlaşmasıyla oluşacak doğrudan ilişkilerdeki kopukluk ve soğukluktur.

Müslümanların sosyal hizmetler konusunda yapacakları gönüllü katkıları, öncelikle Kur'an neslini inşa projesinin ihtiyaçlarını karşılamak üzere koordine edilebilmelidir. Bu tarz koordinasyonlar, inşa çabalarında sadece düşünsel ve tavırsal tutumlardaki aynılıklar yanında, sosyal hizmetler ve dayanışma konusunda da bir sosyal bütünleşmenin imkanı olacaktır. Ancak bu konudaki hizmetler, zaten dar olan imkanların merkezden çevreye doğru dağılmasını değil, çevreden ihtiyaç sahiplerine doğru istişari ve planlı bir dağılımını sağlamalıdır.

Kur'an Esaslı Aynılaşma

Müslümanların Kur'an eksenli yeniden inşa süreçleri, tüm peygamberlerin sünnetinde olduğu gibi, tepeden aşağıya doğru değil, kitle içinde yer tutarak aşağıdan yukarıya yani iktidara doğrudur. İslam'a yönelik çabalar ve Müslümanların sosyal, siyasal, kültürel sorunlarıyla ilgilenmesi, İslami duyarlılığı ifade eder. Sosyolojik olarak İslami duyarlılık İslami hareket midir, değil midir tartışılır; ama İslam'ı yaşama ve İslam adına zulüm ve haksızlıkları giderme duyarlılığını yani İslami duyarlılığı taşımayan bir kişi ile müşterek eğitim, tavır ve sosyal örneklik konularını ya da İslami bilincin yükümlülüklerini konuşmamız adeta mümkün değildir.

Kitleler içinde hayatı anlamlandırmada veya zulüm ve ifsada tavır almada vahyi mesaja kulak kabartan insanların, İslami şahsiyet olma yoluna ve birlikte vahyin şahitleri olma ibadetine yöneldiklerinde aşağıdan yukarıya doğru yükselecek bir mücadele süreci de başlamış olur.

Gönüllü olarak yükselecek Kur'an eksenli bir sosyal oluşum, örnekliğini Kur'an'ın ilk inzal olan sürelerinde gördüğümüz ve Siret-i Rasul'ün örnekliğinden anladığımız kadarıyla, hayatın içinde, Kur'an'la eğitimini pekiştiren, başından itibaren kimliğini gizlemeyen ve her türlü zulüm ve şirke "hayır" diyen, akidevi ve siyasi uzlaşmacılığı aşan, gücü oranında egemen münkeri değiştirmeye çalışan istikrarlı, kararlı ve adanmış bir çabayı ifade eder.

Bir bölge veya yörede Kur'an eksenli bir oluşum, bilinçli Müslümanların veya bilinçli bir Müslümanın öncü girişimleriyle başlar. Kur'an neslini inşa etme veya sosyal planda bir Kur'an nüvesi oluşturma çabası, birbirini besleyen beş aşamayı içerir:

1)  İlk olarak, hakkı ve adaleti talep eden bireyler arasında hayatı ve Kur'anî bildirimleri anlayacak, ortak kimlikle ilgili değerleri kavrayacak ve kendisine mal edecek, ortaya konan sahih sosyo-kültürel değerleri kazanacak bir nüveleşme veya sosyal bütünleşme sağlanır. Bu fikri aynılığı taşıyan sosyal bir nüvedir.

2) İkinci olarak inanç temelli sevgi ve saygının gelişmesi ve ortak zevklerin veya kültürün yeşertilmesi ile birlikteliğin biyografik ve manevi kazanımları zenginleştirilir. Ziyaretler, yardımlaşmalar, kültürel etkinlikler, ortak marşlar ve sanat faaliyetleri, tutarlı cemaat düğünleri, bayramlaşmalar, taziyeler gibi. Bu aşamada Kur'an'da belirtilen mü'minlerin özelliklerine ait bildirimler içselleştirerek bir kardeşlik paylaşımı içinde sosyalleştirilmelidir.

Birinci ve ikinci bağlamda yakalanacak düşünsel, sosyal, kültürel ve ahlaki bütünleşme, sonraki aşamaların da katılım ve sahiplenme şartını gerçekleştirmiş olacaktır.

İlk oluşum aşamalarında nitelikli tohum örneği olarak zikrettiğimiz ıslah önderlerinin veya İslam'ı yaşamayı ve kavramayı önceleyen müteşebbislerin öncü rolü söz konusudur.

3) Üçüncü olarak da, bu çabalar sonucu oluşacak sosyal nüveler, artık doğal liderlik veya oluşum aşamalarını bırakıp, ahengi sağlanmış ve tanımlanmış bir iş bölümü aşamasına geçebilmeli ve katılımcılar aralarında istişari işleyişi kurumlaştırabilmelidirler. Bu aşamaya nizami örgütlenme aşaması da denilebilir.

4) Dördüncü aşama ise,  beraberliği yönlendirecek olan kuralların, yükümlülüklerin ve ortak beklenti sistemlerinin belirlenme sürecidir. Böylece iç ve dış işleyiş kuralları belirlenip, yeni oluşan bir Kur'an halkası içinde sosyal istikrar ve sosyal sistemin sürekliliği sağlanmış olur. Bu Kur'an nesli nüvesinin olgunlaşma aşamasıdır.

5) Beşinci aşama ise, aynı eğilimde olan teşebbüslerle koordinasyonun gerçekleştirilmesidir. Bunun için başka bölge, yöre veya alanlarda yeni yeni Kur'an nesli halkalarının oluşumu için katkıda bulunulmalı,  oluşmuş mevcut diğer İslam Ümmeti nüveleri ile fikri ve metodik konularda sıkı bir diyaloga girerek aynılıklar konusunda dayanışılmalı, farklılıklar ise çözümleyici diyaloglar örgütleyerek çözümlenmeye çalışılmalıdır. Bu düzeyde gerçekleştirilecek ilişkilerde ortak inanç, usul, metod ve hedef  kaygısını taşıyan sosyal nüveler arasında ciddi bir sorun yoksa,  irtibatları derinleştirip üst istişari birimler oluşturulmalıdır.

Kur'an esaslı bir aynılaşmada üç esas öne çıkmalıdır. a) Gaybi konularda veya akaid alanında Kur'an'ın delaleti açık nasslarının belirleyici olması. b) Hadis'ten Fıkıh ve Kelam ilmine kadar üretilmiş olan İslam kültürünün Kur'an'ın hakemliğinde tenkide-değerlendirmeye tabi tutulması. c) Tarih ve toplum analizinde ve metodik ilkeleri değerlendirmede Kur'an bütünlüğü içinde ilahi bildirimlerin temel ölçü edinilmesi.

Kur'an'ın sosyal nüveleri arasında teorik vahdeti, fiili vahdete dönüştürecek en önemli diğer ameller ise şunlardır:

a) Kamuoyuna yönelik tebliğ ve tepki faaliyetlerinde eş zamanlı ortak tavırlar içinde olabilmek.

b) Eğitimde, sosyal ve siyasal davranış ve ilişkilerde alt birimler içinde üretilen güzel örneklikleri karşılıklı paylaşabilmek.

c) Ehil elamanlarla ortak müşküllerin çözümü için ortak çalışmalar yapıp ortak ürünler üretebilmek.

Geleneksel ve muharref çürümenin ve küresel kapitalizmin dayatmaları ve yaşamımızı kuşatması karşısında küresel intifada bilinci önemlidir. Ancak yakını olduğumuz bölgede, tüm İslam coğrafyasında veya uygun olan herhangi bir coğrafyada insanlığın ve Müslümanların adil bir dünya için kalıcı ve sahih bir direniş ve sosyal örneklikler zinciri oluşturabilmelerinin, ancak Kur'an nüveleri şeklinde bir sosyal halkalanma süreci ile başarı sağlayabileceğini düşünüyoruz. Kur'an halkalarını üretmek, kalıcı ve geliştirici tarzda küresel direniş ve diriliş zincirinin de halkalarını oluşturmak demektir. Küresel kapitalizm karşısında vereceğimiz cevap, bugünden başlamak üzere böyle orta vadeli bir projeyi yaşamlaştırmakla mümkün olacağı kanaatindeyiz. Dünyadaki münkeri kovma ve vahyi ikame etme amaçlı bu projeyi, bizlere iki cihan saadetinin de kapısını açacak bir açılım olarak görmekteyiz.

Rahmetli Seyyid Kutup sadece bu projeye işaret ettiği için ikinci kez tutuklandı ve idam edildi. Ancak bu projeyi başlık düzeyinden indirip, programının nasıl olması gerektiği konusunda bir açılım gösteremedi. Çünkü ömrü vefa etmedi. Bize düşen de "Kur'an Neslini Yeniden İnşa Etmek" başlığını sürekli tekrar ederek ütopik bir beklenti oluşturmak değil; bu konunun nasıl bir programa kavuşacağı konusunda kafa yormak ve tespitlerimizi örneklendirmeye çalışmak olmalıdır.

Yukarıda 5 maddede bahsettiğimiz aşamalar, sadece teorik tespitler olarak kalan değerlendirmeler değil; bizzat yaşadığımız coğrafyada Özgür-Der örneğiyle, ayrıca bazı Kur'an ve Tevhid eksenli gönüllü girişim ve irtibatlarla yaşamlaştırılmaya çalışılan salih niyetli önemli bir sosyal denemedir. Ve Rabbimize hamdolsun ki bu çabalar ve açılımlar başarılı bir şekilde devam etmektedir. Muradımız bu sosyal açılımın bölgemizde kurumlaşması, ulusal sınırları aşması veya aşanlar varsa onlarla bütünleşme sürecine girilmesidir.

Uyanış Sürecinin Zaafları ve Eleştiride Denge

İslam tarihinde, Müslüman toplumunu koruyacak ve iktidarı İslami değerlerle sevk ve idare edecek siyasi kültür çökmeye başladığında, toplumsal ve düşünsel çözülmeler de şiddetlenmişti. Siyasal kültürün dağılması veya çökmesi, zaman zaman cemaatler için de elem verici sonuçlar doğurmaktadır. İnsanların İslamî ölçüler gibi İslam'ın yaşanmasında bir araç olan cemaate bağlılığı da üst bir iman haline getirmeleri ciddi bir kafa ve duygu karışıklığıdır. Bu durumda cemaatler çözüldüğünde çözülme de şiddetli olmaktadır. Buradaki yanlışlık, aidiyet görevini vahiyle iletilen değerlere ve ölçülere göre değil de, insani üretime göre yapılmış olmasındandır.

Müslümanlar için aidiyet "fikri liderlik"e, yani Allah'ın bildirdiği ölçülere ve gösterdiği üst görevlere göre yapılmalıdır. Onun dışındaki tespitlerimiz insani çıkartımlarımızdır. İnsani çıkartımlarda hata olduğunda başvurulacak mercii, fikri liderliktir. İtaat ettiğimiz ulu'l emir, yani lider veya yapı hata yaptığında, sorunu Kur'an'a ve Rasulullah'a götürme bilincine erememiş ve ıslah sorumluluğunu veya yalnız kaldığı sosyal bir çevrede ne yapılacağını "Tek başına bir ümmet" bilinci içinde kavrayamamış insanların, hatayı cemaate veya yapıya çıkarttıkları kadar, öncelikle kendilerine dönüp bakmaları ve kimliklerinin yeterliliği hakkında özeleştiri yapmaları gerekmektedir.

Türkiye'deki 30-35 yıllık İslami uyanış sürecimize rağmen, Kur'an perspektifli sağlıklı bir tarih ve toplum değerlendirmesine ulaşılamadığı için, büyük ölçüde Kur'an neslini inşa projesi yerine, devlet olmanın imkanları konusundaki spekülasyonlarla oyalanıldı.

Tevhidi uyanış sürecine adım atan cemaatlerin büyük çoğunluğu bu oyalanmadan kurtulup, vahyin sosyal şahitliğini gündemleştirecek ve içinde yaşadığımız toplumu gereğince vahyi mesajla uyaracak sosyal bir örneklik oluşturamadılar. Ama tüm bu zaaflara rağmen mezhepçi ve batini bir din telakkisinin ölçüsüzlüğü içinde cahili devlete, ulus yapılanmasına, sağcılığa, itikadi ve siyasi uzlaşmacılığa meyleden bir dini kültürden arınıp, tevhidi kavramlara, Kur'an'a ve Rasulullah'ın örnekliği ile irtibat kurmaya yönelen; ulus devletten, Amerikancılıktan, sağcılık ve ulusalcılıktan kopan, dindarlık anlayışındaki "milli"liği ayrıştırmaya çalışan kazanımlarımız oldu. Bu olumlulukları içinde İslami cemaatlerimiz bir çok insanın ulusal ve gelenekçi kirlerden arınmasına vesile oldu. İslam'ın evrensel değerleriyle çoğu kez cemaat yaşantısı içinde tanışıldı. Zaman zaman cemaatsel örgütlülüğün katkısıyla, gündeme İslami talepler veya itirazlar taşınabildi.

Ancak "Nasıl bir sosyal şahitlik ve siyasal yapı?" sorusunu hala tartıştığımız bir süreçte, gündemdeki cemaatlere yüklenen değerlerin başından beri abartılı olduğunu görmeliyiz.  Bu çerçeveden baktığımızda ne iflah olmaz bir cemaat düşmanlığı yapmalı, ne de hizipçi bir cemaatleşme putçuluğu içinde olmalıyız. Ayrıca cemaat eleştirisi adına yapılan bazı duygusal ve ölçüsüz eleştirilerden de kaçınmalıyız.

Daha kendisi oluşum aşamasında olan Müslüman bir cemaate/yapıya, oluşum ve kurumlaşma merhaleleri düşünülmeden yapılan eleştiriler çoğu zaman adalet ve insaf ölçülerini aşmaktadır. Türkiye'deki tevhidi uyanış süreci içinde yapılanan bütün cemaatler, aralarındaki bazı düşünsel ve metodik farklılıklara rağmen, oluşum aşamasını yaşamaktaydılar. Cemaatlerle ilgili olarak da sürecin yeni olduğunu aklımızdan çıkartmamalıyız.

Kendi tüzel varlıklarını tutundurmaya çalışan bu yapıları, elemanlarını veya sempatizanlarını niçin istihdam edemediği, geçim sıkıntısı çekenlere yardım elini uzatamadığı, kurumsal olarak farklı alanlarda açılım gerçekleştiremediği ve profesyonel bir görüntü vermediği şeklindeki eleştiriler, çoğu kez bir müşküle çözüm üretmeyi değil, açık arayıp zorda bırakmayı ve sorumluluktan kaçmayı ifade etmektedir. Yine niçin eğitim ve kültür alanlarında güçlü ürünler verilemediği, İslami hareketlerin toplamının başaramadığı konularda niçin şunu bunu yapamadığı tarzındaki özeleştiriler, yapıcı bir muhasebeyi ve planlı bir hedef tespitini değil, yıkıcı eleştiriyi ifade etmektedir. 

Cemaate yönelik eleştiriler, öncelikle tevhidi mücadele adına başak verecek tohum niteliğinde elemanlar yetiştirilip yetiştirilemediği konusunda söz konusu olursa makuldür ve istişare edilmeğe değerdir.

Ayrıca İslami şahsiyet yetiştirmek konusunda kadınlar cephesinde görülen eksiklik, sadece kadınların tevhidi mücadele saflarına sonradan katılmalarıyla alakalı değil, erkeklerin belki haklılık da taşısa modernizme kayılır endişesi içinde geleneksel alışkanlıklarını fiili anlamda aşamamalarından kaynaklanmaktadır. Belki bu konuda teorik ve adil çözümlemeler yakalanmıştır. Ama, mü'min ve mü'mine insanların birbirlerinin velisi oldukları hükmü çerçevesinde yeterli sosyal ve siyasal örneklikler ve istişari zeminler oluşturulamamıştır.

Bu konularda ilk Kur'an neslinin iffetli ve adil uygulamasını Rasulullah'la birlikte Erkam'ın evinde görüyoruz. Onlar birlikte namaz kılıyorlar, birlikte Kur'an'ı talim ediyorlardı. Ayrıca bu örnekliği "Müslümanların işleri istişare iledir" hükmünün uygulamasından çıkartabiliyoruz. O uygulamalardan birisi de, Müslümanlar 40 kişi olduklarında müşriklerin taşına, sopasına ve hakaretlerine rağmen vahyi hakikatleri gündeme getirmek için kadın erkek kan revan içinde kalmalarına rağmen Kabe'ye doğru yaptıkları yürüyüş ve toplu şahitliktir.

Ancak cemaatin işleyişini ve kültürünü beğenmeyenin yapacağı iş ise, istişari mekanizmalarda gerekli uyarıları yapmak veya istişari mekanizmaları gereğince uyarmaktır. Ama sonuç alınamıyorsa yapılacak şey küsmek ve pasifleşmek veya menfi eleştiri değil, daha idealini gerçekleştirmek için yeni örneklikler oluşturmak olmalıdır.  Zaten İslami oluşumların birikim açısından da, işleyiş açısında da, tecrübe açısından da yeni ve eksiklerle malul olduğu bilinmektedir.

Dağılmış İslam ümmetinin enkazı arasından çıkmak kolay bir uğraş değildir. Takip edebildiğimiz kadarıyla İslam dünyasındaki İslami cemaat ve hareketler de düşünsel ve metodik açıdan yeteri kadar Kur'an merkezli bir arınmayı gerçekleştirebilmiş değillerdir. O halde eleştirilerde, var olan yetersizliğin kasıttan değil yenilikten ve imkansızlıklardan kaynaklandığı bilinci ile, zaafları abartmadan, panik ve tereddütler oluşturmadan ve hayali beklentiler öne sürmeden davranılması gerekir.

Ayrıca eleştirinin değeri kadar, eleştirmenin tutumu da önemlidir. Eleştiren kişi gerçekten bir ıslah çabasının içinde midir, yoksa kişisel olarak ekonomik veya siyasal bir gelecek kurgusunun cahili heyecanı içinde mi konuşmaktadır? Birinci yaklaşım katılım, üretim ve inşa ruhunu taşıyan bir sorumluluğu ifade ederken; ikinci yaklaşım uzaklaşma ve bireyselleşmenin sorumsuzluğunu yayıcıdır.

Akabeleri Aşmaya Kararlı mıyız?

En azında Türkiye denilen sınırlar içinde ulus devletin tebası konumuna düşürülen biz Müslümanların, 30-35 yıllık İslami uyanış süreçleri, sosyal planda yaşanmış önemli bir tecrübeyi ifade etmektedir.  Tabii ki bu yaşanmış deneyimden çıkartacağımız önemli dersler olacaktır. Ancak bu süreç içinde oluşarak tevhidi uyanışa adım atan veya yapısal beraberliğinden ayrışarak aynı süreç içinde daha iyiyi amaçlayan iddialarla devam eden sosyal yapıların İslami kimlik yaşları aynı değildir. Üstelik bu cemaatlerin İslam'ı bütün üniteleriyle aynı düzeyde algıladıkları da söz konusu değildir. Yönelim benzerliklerine ve paylaştıkları bir çok ortak doğrulara rağmen, bu grupların aralarında gerek düşünsel gerek metodik farklılıkların olduğu da bir gerçektir. İhtilaflarda liderlik konusunda inisiyatif oluşturma çekişmesinden çok, anlayış ve algılayış farklılıkları belirleyici olmaktadır.

Türkiye'deki İslami uyanış sürecinden kalan veya o süreçten gelip de pasifleşme ve dağılma halinin can sıkıntılarını yaşayan kişi ve sosyal öbekler arasındaki farklılıkları yok saymamız mümkün değil. Türkiye'deki İslami uyanış sürecinin, başka bir tanımlamayla İslamcılığın geldiği sosyal, siyasal, kültürel boyutu üç halde izah edebiliriz: 1) Savrulma, 2) Muhafazakarlaşma, 3) Aşma.

1) Türkiye'deki İslami uyanış sürecinde yer alan önemli bir insan yekünü ve cemaat, çözülme şeklinde değerlendirilebilecek şekilde çoğu zaman da öz eleştiri adına eski ilkelerinden alabildiğine uzaklaşan bir esneme içine girmiştir. Uyanış sürecinin bu büyük sosyal dilimi, ağır bir bunalım ve savrulma halini yaşamaktadır.

2) Az bir kesim ise, savrulmamak için erdemli duygular taşımakta; ama içe kapanmaktadırlar. Bunlar gelinen mevcut seviyeyi sorgulayıp aşmak yerine, tercih ve içtihadlarında muhafazakarlaşan bir tutum içine girmektedirler.

3) Sürecin birikim ve deneyimlerini bilen, hayat tecrübesi yüksek bir kısım insan da, kendileri gibi canlı bir iradeyi taşıyan yeni insanlarla birlikte mevcut hali aşmaya, sorgulamaya ve yeniden düşünsel ve yapısal dinamizmi oluşturmaya gayret etmektedirler. Bu kesimin sayısı oldukça azdır. Ancak deney, tecrübe ve birikimleri oldukça yüksektir. İşte mevcut hali sorgulamaya ve aşmaya çalışan bu birikim, her geçen gün çıkış yolunu hayatın içinde siyasi özgünlüğünü ve devrimci tavrını koruyan bir tanıklıkla,  Kur'an nesli projesinin anlamını daha çok kavramakta ve fıkhetmektedir.

Böyle bir ortamda İslami uyanış sürecinin sosyal bakiyesi arasındaki farklılıkları çatıştırmaya dönüştürmeden, hikmet eksenli bir diyalog süreci ile İslami kimliğimizin, sosyal ve siyasi tutumumuzun, öncelikli hedeflerimizin ve yeni bir yapısal birlikteliğin nasıl olması gerekliliğini konuşup gündemleştirebilmeliyiz. Bu çerçeve içinde İslami şahsiyeti ile temayüz eden insanlarımız ve yetişme sürecindeki İslami şahsiyetlerimiz en önemli kazanımlarımızdır. İslami şahsiyet, biz bilincidir. Biz bilinci ise İslami şahsiyetlerin istişari organizasyonudur.

Bugünkü organizasyonumuzun veya toparlanışımızın, cemaatimizin, yapımızın, öbeğimizin, örgütümüzün dayandığı değerler, oluşum örnekliği ve işleyiş modeli iyi ise,  bu sosyal örnekliğimizden çıkarak, gelecekteki muhtemel siyasi iktidar yapımız hakkında da bir kanaat sahibi olunabilinecektir. Çünkü muhtemel yarınımızı, her basiret sahibi, bugünkü duruşumuzdan ve pratiğimizden okuyabilir.

Bizim için yani Kur'an neslini inşaya yönelen beraberliğimiz için siyasal örneklik, hem kuşatıldığımız yerel ve küresel cahili yapı karşısında direnişi örgütlemek ve mesajımızı her daim değişik etkinliklerle gündeme sokabilmektir; hem de yeterlilik ve öz güven içinde birlikte yaşama ve sosyal bütünleşme örnekliği sergileyebilmektir.

Zorluklar içinde de olsak bugünkü safhanın mücadele pratiğini doğru tespit edip üstlenemeyen ve içinde bulunulan safhanın sürecine ve gerekliliklerine göre iyi bir sosyal ve siyasal örneklik ortaya koyamayan çaba ve oluşumların, yarınlar için iddialı konuşmaya hakları olmamalıdır. Yarını bugünden tasarlamak mümkündür. İmkanları ölçüsünde bugünkü fikri, siyasi ve sosyal ödevlerini bir ibadet olarak yerine getirmeyenlerin, yarınımız için söz söylemeye ne kadar hakları olduğu sorgulanmalıdır.

Bu nedenle hiç kimse elindeki fidanı yarına saklamamalı, hemen toprağa ekmeli ve büyütmeye çalışmalıdır. Çünkü her an hayatımız sona erebilir veya kıyamet saati gelip çatabilir. Kapalı/gizli alanlarda ekim yaparak gürbüz fidanımızın, sağlıklı tohumlarımızın boy atmasına mani olunmamalıdır. Çünkü İslami şahitlik biz bilinciyle gelişir. Biz bilinci ise tevhid ve adaleti kavramak ve onun sosyal şahitliğini gerçekleştirmektir.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR