1. YAZARLAR

  2. M. Naci Bostancı

  3. Yumruklu siyaset
M. Naci Bostancı

M. Naci Bostancı

Yazarın Tüm Yazıları >

Yumruklu siyaset

28 Nisan 2010 Çarşamba 00:20A+A-

Genel olarak bakıldığında, şiddet ile siyaset arasında güçlü bir bağ vardır. Alman General Clausewitz'in "Savaş, politikanın başka araçlarla devamıdır." sözü bu gerçeği özetler.

Teorik olarak siyasetin dışında alanın yokluğu şiddeti de siyasetin bir parçası haline getirir.

İnsanoğlunun şiddetle ilişkisi iki yöne sahip olmuştur. Birincisi, şiddeti başkalarını baskılamak için kullanma, hasımlarını yıldırma, yok etme, kendisine yönelik tehdit potansiyellerini aynı yöntemle ortadan kaldırmadır. İkincisi, şiddeti doğallaştıran teorilerin aksine şiddeti rehabilite etmeye çalışan, onu hayatın dışına itmek isteyen, ilişkilerin nezaket, zarafet, karşılıklı iletişim ve anlayış temelinde kurulmasına çalışan yaklaşımdır. Şüphesiz bunlar iki uç tutumdur. Hayat daha çok aralarda bir yerde gerçekleşmekte, şartlara göre insanlar bazen şiddete yaklaşmakta, bazen ise karşılıklı anlayışı yüceltmektedirler.

Şiddete karşı olanlar tutumlarını, sadece insanlık onuruyla çeliştiği, temel insani tutumlarla telifi mümkün olmadığı için gerekçelendirmezler. Bunlarla birlikte şiddet şiddeti çağırdığı, mukabil gelişmeleri hızlandırdığı, ilişkilerin şiddete göre anlam kazandığı bir yenidünya teşekkül ettiği için bu yöntemi reddederler. Öte yandan hayat içinde şiddeti bütünüyle sıfırlamak, itişip kakışmayı, dövüşmeyi, savaşmayı unutmak, en azından mevcut şartlarda mümkün gözükmemektedir. Herkesin birbirinden emin olduğu, huzurun, esenliğin ve selametin her yere nüfuz ettiği bir dünya henüz sadece zihinlerde bir varsayımdır.

Şiddete mesafeli duran insanlar bile, bazen şiddetin kaçınılmaz olduğunu kabule mecbur kalırlar. Hukuki düzenlemelerdeki meşru müdafaa hallerine yapılan atıf, şartlar doğduğunda kişinin belayı def için şiddeti kullanmasına yakılan yeşil ışık bunun göstergelerindendir. Siz şiddeti reddedebilirsiniz, karşınızdaki, her türlü sorunda daha ilk adımda şiddeti bir yöntem olarak düşünebilir. Bu tür dengesiz durumlarda şiddetin bir tercih olarak yedeklenmesi, onu belli şartlarda meşrulaştıran bir aklın devrede olması kaçınılmazdır.

Siyaset, bilindiği gibi toplumsal, kültürel, iktisadi farkların ürünü olarak karşımıza çıkar ve onu güç ilişkileriyle yeniden üretir. Ancak tüm farkların ortadan kalktığı bir dünyada siyaset de gereksiz hale gelir. P. Clastres, avcılık ve toplayıcılıkla uğraşan, doğal olarak fark yaratıcı bir birikimin mümkün olmadığı toplumlarda şefin de iktidarsız bir figür olduğunu belirtir. Onun güç kazandığı ve kayıtsız şartsız itaati emrettiği haller, savaş halleridir. Üç beş kişinin değil kolektif varlıkların mücadelesi olarak savaş, mantığı gereği şiddeti en uç noktalara kadar götürür. Savaştaki şiddete de kural getirmek amacıyla Cenevre sözleşmesi gibi düzenlemeler söz konusu olsa da sık sık bunların ihlal edildiğine dair iddialar eksik kalmamıştır. Savaş durumlarında dahi haklı ve haksız savaşlardan bahsetmek mümkündür. Açık bir şekilde başkalarının malına ve canına kast eden savaşlar haksız, kendi ülkesini, hayatını korumak için silaha sarılanlar ise haklı bir savaşın içindedirler. Cumhuriyet'in kurulduğu İstiklal Savaşı'nda da elbette şiddet kullanılmıştır, ancak bu haklı bir sebebe dayalıdır: Milletin varlığını, özgürlüğünü, selametini sağlamak.

Bizim yakın tarihimizde siyasetle şiddet arasında ibret verici birçok olay yaşanmıştır. Seksen öncesindeki silahlı siyasi çatışmalar, altmış ihtilalinin ardından başbakan ve üç bakanın asılması bunlar arasındadır. Bir de zaman zaman siyasilere yönelik olarak şiddete başvuranlar olmuştur. Kimi siyasetçilere yumurtalı, domatesli, taşlı saldırılar, şu son zamanlarda olduğu gibi yumruklu hücumlar bunlara örneklerdir.

'SÖZÜN BİTTİĞİ YER' ÇILGINLIĞI

Bizim burada üzerinde duracağımız husus, BDP'li Ahmet Türk'e ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız'a yapılan aynı türden saldırılardır.

Samsun'da bir gösterici Ahmet Türk'ün yüzüne vurmuş, keza Kayseri'de bir şehidin cenaze töreninde bir öğretmen Yıldız'a yumruklu saldırıda bulunmuştur.

Bu tür olayların bir arka plan örgütlenmesi, öndeki gösterinin muhtemel sonuçlarına ilişkin bir siyasal beklenti ümit eden çevreler var mıdır, bilemiyoruz. Eğer varsa, ön tarafta milletin gördüğü ve yorumladığı ile arkadaki beklenti arasında kesinkes farklı bir kasıt ve strateji vardır. Türk'e yapılan saldırı ile beklenen yeni bir şiddet dalgasının yükselmesi, çatışmaların hızlanmasıdır. Böyle düşününler olabilir mi? Mümkün. Şiddetin yükseldiği bir ortam, çözümü de kılıca havale eden radikal bir iklim doğurur. Bunun hesabını yapanlar olabilir. Yıldız'a yapılan saldırının arkasında ise, ortada bir "Türk sorunu" olduğunu kamuoyuna bildirmek, ılımlı, barışçı çevreleri radikal bir çizgiye çağırmak stratejisi takip edilmiş olabilir. Şiddetin yükseldiği yerde akıl ve sağduyu iptal olur. Örneklerin buluştuğu ortak yer burasıdır.

Böyle bir arka planı olmadığını, her ikisinin de fevri eylemler olarak gerçekleştiğini varsayalım. Bu durumda, Türk'e vuran kişi, ortadaki gerilimi keskinleştirerek insani temelli çözümü güçleştirecek bir eylem yaptığını düşünmez mi? Kişisel bir husumet değil kolektif bir acı doğurma kastı, aynı doğrultudaki mukabil potansiyeli harekete geçirmeyecek midir? Bu yumruğun ilgili kişinin fikrine ve hissiyatına zarardan başka ne katkı sağlayacaktır? Öyleyse önü ardı düşünülmeksizin yapılan bir eylemdir. Fevri denilirken "bir anlık" eylem akla gelir. Hiçbir kişi anlık eylem yapmaz, bunun arkasında kişisel bir potansiyel, "şeylerle" ilişkide o tür bir aklın birikimi vardır. İlgili kişi acaba eylem üzerinden öne çıkmak, dikkat çekmek, kendi kamusunda popüler olmak arayışlarının mı peşindedir?

Aynı durum Yıldız'a yapılan saldırı için de söz konusudur. Haberlerde yumruğu vuran "Bu yumruk Türk milletinin yumruğudur" diye bağırmaktadır. Bir insan kendisini milletle nasıl özdeşleştirir, yumruğunu nasıl milletin yumruğu yerine koyar? Milletin yumruğundan bahsedilecekse, zaten o elin gerçek zeminlerde temsilcisi olarak Yıldız orada, cenaze törenindedir. Temsil ettiği kendisi değil, milletin desteğini almış bir siyasettir. Yumruğunu milletin yumruğu sayan kişi acaba bu temsiliyeti nereden almıştır? Hiçbir yerden! Kendi zihin dünyasından. Bir şehidin acısını milletle birlikte paylaşmak için orada olan bir bakan, kendisini acının sahibi yerine koyan kişinin saldırısına uğramıştır. Resim budur. Buradaki sorun, şehidin acısını sadece kendi anlayışının üstüne kapanabileceği, başka herkesin dışarıda kalması gerektiği bir acı olarak gören "akıldan" kaynaklanır. Ona göre, yüreği yananlar ancak yumruğunu hazırlayanlardır. Oysa bir acı ancak en geniş şekilde paylaşıldığında, uzak görülen kişi ve çevreler de ortak olduğunda insani bağlamını bulur, yeni kanların dökülmemesi şartlarına yol verir. Aksi tutum, "sözün bittiği yer" gibi bir okuma üzerinden çılgınlıklar doğurur. Türkiye'de herkes akıllı, sağduyulu, sakin olmalı, vakar içinde davranmalıdır. Burada trajik olan, yumruğu atan kişi ile Yıldız'ın yaşanan acıya ilişkin hislerinin ortak oluşudur. Farklı olan, hissiyatı da kucaklayarak ortaya konulan yaklaşım, siyasettir.

Siyaset yollarının açık olduğu, milleti temsil etmek isteyenlerin ancak bu yöntemler üzerinden hak kazanacakları bir zeminde kimsenin çıkıp keyfe keder bir şekilde "benim hissiyatım milletinkidir" iddiasında bulunamaz. Şiddet, uzun tarihinin de işaret ettiği gibi, onu kullananın ötesinde çok geniş bir çevrede haklılık ve meşruiyet doğurmuyor, evrensel insani değerlerle buluşmuyorsa dönüp sahibini vurur. Siyasetle şiddet arasındaki "belli şartlar altında teşekkül eden" bağı sürekli hatırlayarak siyaset yapanlar ve bunu müdafaadan saldırıya taşıyanlar sonuçta kendi şiddetlerinin kurbanı olurlar. İki örnekte olduğu gibi, aynı ülkede aynı kolektif varlığın parçasıysanız durum daha da trajik demektir.

ZAMAN

YAZIYA YORUM KAT