1. HABERLER

  2. RÖPORTAJ

  3. Yazıcı: Çocuklar Panzerle Oyun Oynuyor!
Yazıcı: Çocuklar Panzerle Oyun Oynuyor!

Yazıcı: Çocuklar Panzerle Oyun Oynuyor!

“Taş Atan Çocuklar” kavramı Türkiye’de son dönemlerde en çok tartışılan konuların başında geliyor. Psikiyatr ve Psikanalist Ayla Yazıcı, Hakkari’ye giderek bu konuya farklı bir pencereden bakmaya çalıştı ve görüşlerini Zaman gazetesinden Nuriye Akman’a ak

04 Ağustos 2010 Çarşamba 20:58A+A-

Psikiyatr ve Psikanalist Ayla Yazıcı, Türkiye'nin kimlik problemlerine barışçıl çözümler arayan Ekopolitik Derneği etkinlikleri kapsamında bu ayın başında Hakkari'ye gitti ve orada yaşayan insanların ruhsal durumlarını inceledi. Kendisiyle Ekopolitik'in geçtiğimiz Salı günü Beykoz'da yapılan son toplantısında karşılaştım ve anlattıklarından çok etkilendim. Bu toplantılar Ekopolitik'in koordinatörü dün gazetede röportajını okuduğunuz Tarık Çelenk ve dünyaca ünlü psikiyatr ve psikanalist Vamık Volkan'ın rehberliğinde yapılıyor. Bugün Psikeistanbul Derneğinin başkanı olan Dr. Ayla Yazıcı'yla tanıştırıyorum sizi.

Röportaj: NURİYE AKMAN

-Hakkari'de neler gördünüz?

-Şehre girdiğiniz anda o terörize ortamı hissediyorsunuz. Adım başı kimliğinizi göstermeniz, ben buyum, şu gerekçe ile geldim diye kendinizi birilerine kanıtlamanız gerekiyor. Caddelerde öyle başınızı alıp rahat rahat gezemiyorsunuz. Bir tek ana cadde var. Adı başka ama ona "Mecburiyet Caddesi" diyorlar. Çünkü herkes bu caddeye mecbur. Öbür caddelere gidip gelmeniz gerekirse bir tereddüt hali oluyor. İnsanlar sizi bazen üstü kapalı, bazen açıkça uyarıyor. Hakkari'li Kürtler, görevli polisler, bütün devlet çalışanları ve askerler, bir cezaevindeymişcesine yaşıyorlar.

-Coğrafi konumu da bu metaforu destekliyor olsa gerek.

-Evet. Hakkari dağlarla çevrili kocaman bir tasın içinde gibi. Dağların üzerinde gözetleme noktaları var. Şehre bakan bir dağda "Ne mutlu Türküm diyene" yazıyor. Halkın çoğu Kürt. Bunların yarısı çevre ilçe ve köylerden zorunlu göç etmişler.Geri kalan da kamu personeli. Dağdaki o yazı, şehirdeki Türklerin kendilerini güvende hissetme ihtiyacını karşılarken, Kürtlerin kendilerini yokmuş, aşağılanmış gibi hissetmelerine yol açıyor.

-Oraya insanlarla konuşmak için gittiniz. Bunu başarabildiniz mi?

-Herkes grup olarak konuşmak eğilimindeydi. Hâlbuki ben insanlarla, özellikle annelerle tek tek görüşme yapmak istiyordum. Psikanaliz yaparken insanın bireysel olarak iç dünyasını anlarsınız. Ondan sonra dönüşümü hedeflersiniz. Orada herkes grup halinde sizinle görüşüyor ve durmaksızın siyaset konuşuluyor. İlk başta özel görüşme yapamayacağımı düşündüm. Ama sonradan ailelerle tanıştırıldım. Onlarla konuştukça oradaki ağır acı duygusundan hareket edemez hale geldim. Adeta felç oldum. Sürekli bir kaygı halinde ve ağır yas içinde yaşamak özellikle kadınlarda ruhsal bir ölülük hali yaratmış. Babaların durumu da onlardan farklı değil.

-Tabii kayıpları çok büyük...

-Herkesin ailesinde muhakkak birden fazla kayıp var. Faili meçhuller, cezaevine girenler, PKK'ya katılanlar...Olağan kayıplar değil bunlar.O yüzden yas süreci de olağan yaşanmıyor ve çok acı çekiyorlar. Cezaevlerine girenlerin önemli bir kısmının ailelerinin kafasında yakınlarının suçu net değil, neden tutuklandıklarını bilmiyorlar. Bunun gerçeklik zemini olmakla birlikte psikolojik kısmının etkisi daha fazla. Veya ihanet etmedikleri halde neden başlarına bunun geldiğini anlayamıyorlar. Faili meçhullerde ise kaybedilen kişiden haber alınamaması ve kuşkular içinde kıvranılması sözkonusu. PKK'ya katılımlar ise geleceğini bu devlet içinde göremeyenlerin en son çaresi olarak görülüyor, tabii giden geri gelmiyor. Bu da ciddi bir kayıp yani. O yüzden büyük kaos içindeler. Doğal biçimde yaşayamadıkları yasları katlanarak büyüyor ve onları kolsuz bacaksız bırakıyor bir anlamda.

-O zaman da tabii çocuklarını sarıp sarmalayamıyorlar.

-Aynen. Kolları olmayan bir annenin bir çocuğu kucaklaması ne kadar zorsa, bu acı içindeki ailelerin kendi çocuklarını psikolojik olarak sarıp sarmalaması da o kadar zor. Son yirmi beş yılda doğmuş kuşak için durum çok daha üzücü. Yaşlı ya da zorunlu göç etmiş anne-babanın hiç olmazsa hatırlayacağı bir anısı var. Mesela görüştüğüm bir kadın, "Bizim bir ceviz ağacımız vardı köyde. Şimdi kim bilir ne olmuştur?" dedi. Kocası hanımına dedi ki, "Ooo çoktan yakılmış, yıkılmıştır. Yoktur artık orada".

-Ceviz ağacı çok sembolik. Ne çok şeyi bir çırpıda anlatıyor.

-Evet. Köyün ortasında bir ceviz ağacı. Şimdi onun anısı var. Ama ondan sonraki kuşakta o ağacı da bilmiyor çocuk. Ve onun yerine koyduğu bir şey de yok artık. İşin çok üzücü kısmı burası. Hepimiz bir kökümüz, dikili bir ağacımız olsun isteriz. Ağaçsız olmak emin olun acıların en büyüğü. Üstelik şehirde çektikleri onca ekonomik soruna rağmen köylerine dönemeyeceklerini, dönerlerse yine olaylar çıktığında orada yaşayamayacaklarını düşünüyorlar.

-Taş atan çocuklar, daha çok bu zorunlu göç eden ailelerin çocukları mı?

-Evet. Bu çocukların ana babaları şehre gelip de kendine başka bir ağaç yapabilseydi o zaman o kaybettiği ceviz ağacı bir anı olarak kalabilirdi. Fakat kalmadı. Sürekli akılları orada kalıyor. Burada onun yerine koyduğu, onu besleyecek başka bir ceviz ağacı yok. Bu ortama doğan bir çocuğu düşünün. Anne babası ağaçsız bir çocuk böyle bir ortama doğuyor.

Şöyle bir benzetmeyle anlatayım. Çocuk, elinde bir oyuncak arabayla ölümcül bir oyun oynuyor otobanda. Anne babanın kolu bacağı yok ki çocuğu oradan geri çeksin ve ona başka bir oyun alanı versin. Çok ağır ölümcül kazalar oluyor orada.

-Türk tarafı ne yapıyor bu arada?

-Devlet erkanında da aynı korkular ve psikolojilerinde gerilemeler var. Hakkari'de bir tür anahtar-kilit ilişkisi oturmuş durumda. Bir taraf ezilen, tanınmayan, kurban, acı çeken durumunda. Diğer taraf ise acı çektiren, kurban eden, tanımayan durumunda. Başka bir ilişki biçiminin yerleşmesi gerekiyor artık. Taş atan çocuk, polise sığınıyor aslında. Tek canlı ilişkiyi polisle kuruyor. Polis de aslında bir insan şeklinde bile değil, panzer şeklinde karşısında çocuğun.

-Çocuk, kendisine zarar veren bir şeyle özdeşim mi yapıyor?

-Maalesef. Anne ve babasının aynasında kendisini göremediği için, başka bir ayna arıyor.

Tek canlı olarak gördüğü şey üstüne gelen panzer. O zaman o panzere taş atıyor. Panzer de ona cevap veriyor. Ölümcül bir oyun bu. Ama yine de ölümün içinde bir canlılık var. Bu madde bağımlılarındakendilerine fiziksel olarak zarar veren insanlarda da vardır. Kendilerini neden keser insanlar? Kan görmek, canlı olduğunu hissetmek için. Çocuklar da güçlü olarak panzeri görüyorlar. Ve onun gibi olmaya çalışıyorlar. Ana-babası onu saramadığımda da bu çocuğun sarılma ihtiyacı ne olacak? O zaman kendine başka kollar arayacak. Genis aile ve asiret yapisi da burada onemli. Biri cocugu tam saramayinca bir cok digerlerinin hafif dokunusuyla yetinmek zorunda kaliyor cocuk. Bu da yetmiyor tabii ki. Sokağa çıkıyor

-Polisten aslında sevgi mi istiyor?

-Polisten aslında ilişki istiyor. Canlı ilişkiyi tek onunla kuruyor. Bir bağ kuruyor aslında. Ama biz ona saldırganla özdeşim deriz. Tipik, hepimizin anılarında vardır. Çocuk mesela dişçiye gider. Dişçiye gitmek korkulu bir şeydir çocuk için. Ama gider, annesi yanındadır, elinden tutar vesaire. Döndüğünde, bir gün sonra kendi oyununda çocuk kendisi dişçi rolüne geçer. Niye? Oradaki o korkusuyla, kaygısıyla baş etmek için.

-Aslında polis kadar güçlü mü olmak istiyor?

-Tabii, tabii. Ama bunu öğreniyor. Trajedi burada işte. Öğrendiği şey yine saldırganlık. O zaman büyüdüğünde de, başkasına kendisi bir şey vereceği zaman, topluma, diğer insanlara, çocuklara vereceği şey de yine saldırganlık oluyor.

-Panzerin içindekiler ne hissediyor?

-Polislerle görüşme yapma imkanı bulamadım ama bence polis de, asker de aynı durumda. Bu konuda ayrıntılı çalışma yapmak gerekli. Nasıl Hakkârili Kürtler korku içindeler ve buna bağlı bir psikolojik gerileme yaşayıp, grup kimliğine sığınıyorsa, polis de aynı psikolojik gerilemenin içinde. Polisler de kendilerine taş atan çocukların polise verdiği rolle özdeşim yapmış durumdalar. Kafa travması geçirenler, bir gözlerini kaybedenler olduğunu duydum. Polisler de aynı "cezaevinde", psikolojik gerileme içinde. Bu da onların bireysel kimliklerini belirsizleştiriyor ve suçluluk duygusu içinde, toplu olarak saldırgan, saygısız, aşağılayıcı rolüne giriyorlar.

-Bundan sonra ne yapılabilir?

-Polisi de panzer olmaktan vazgeçirmek lazım. Polisin kimliği yok mu? Baba kimliği var, abi kimliği var, insan kimliği var. Türk olmaktan başka bir sürü meziyeti var polisin. Onların da yine o meziyetlerini kendilerinin hissetmesini sağlayacak bir psikolojik yardım lazım.

Ciddi bir sivil toplum hareketi başlatmak gerekli diye düşünüyorum. Bir üçüncü göz lazım. Şu anda Ekopolitik en güçlü aday olarak görünüyor. Hakikaten oradaki insanların acılarını duymak lazım. Kürtler kendilerini, bir ailenin daha az verilen, daha kötü davranılan, dayak atılan evladı olarak, Türkleri de daha tercih edilen, eğitimini iyi yapan evladı gibi algılıyorlar Bence Türk tarafı da böyle algılıyor. Ama baba aynı baba. Ya da anne aynı anne. O yüzden ben durumu o kadar ümitsiz görmüyorum. Eğer ortak ana-baba tutumunu değiştirebilirse belki biraz daha adil olmak, biraz daha ekmeği eşit pay etmek, onlara da bir takım seçenekler sunmak fırsatı olur diye düşünüyorum. Bu anahtar-kilit ilişkisinin değişmesi ciddi bir zaman ister. Başka bir seçeneğin tohumunu atıp onu yeşertmek, canlı ve ölümsüz hale getirmek lazım ki bu var olan seçeneği insanlar bırakabilsin.

-Şimdi bu taş atan çocuklar yasası çıktı. Birer birer dönüyorlar evlerine. Bir şey değişecek mi?

-Umarım değişir. Dediğim gibi başka somut şeyleri orada yeşertmek lazım. Çocuklara sosyal alanlar oluşturulmalı. Mesela hiç sinema, tiyatro yok Hakkâri'de. Yaşamınızdan emin olmadığınızda, o akşam rahat uyku uyuyamadığınızda sinemaya gitmeyi düşünemezsiniz zaten. Bu temel güven duygusunun sağlanması lazım. Her şeyden önemelisi anne babalarını geri vermek lazım çocukların. Hani otobana gidiyor ya çocuk, öyle bir yetişkin olmalı ki onu oradan çekmeli. Bu ortam içinde yetişen bu çocuklara yastan, ölümden, depresyondan, kaostan başka, farklı, iyicil bir seçenek sunmak lazım.

-Bunlar orta ve uzun vadeli şeyler. Kısa vadede ne yapılabilir?

-Eğer kendileri isterlerse O çocuklarla bireysel görüşmeler yapmak lazım. Bireysel ihtiyaçları, farklı gelişimleri vardır muhakkak. Belki tek tek o çocukların bireysel olarak sorunlarını anlayıp, ona göre bir yardım planı düzenlemek lazım. Bunu şu anda bana sorarsanız oradaki yetkili kurumlar da yapabilir. Kürtlere ait kurumlar da olabilir.

-Şimdi devlet bu yasayı çıkardı diye sorumluluğu bitmiş değil yani.

-Asla. Ama polisin çocuklarla oynadığı oyunun biraz çehresini değiştirir bu yasa. Hani bu kadar zarar verici olmayabilir. Yine otoban örneğinden gidecek olursak kamyon şimdi bir durdu. Çocukları ezmiyor. Bu çok önemli bir şey. Şimdi bu ezilmeyen çocuğu yoldan çekmek, güvence altına almak lazım. Oynayacağı başka bir alan vermesi lazım. Bu da bütün yetişkinlerin etnik kimliklerinin dışında sorumluluğu değil midir?

NURİYE AKMAN / ZAMAN

HABERE YORUM KAT