1. HABERLER

  2. HABER

  3. MEDYA

  4. Yaltaklanamama Sıkıntısından Doğan Acziyet
Yaltaklanamama Sıkıntısından Doğan Acziyet

Yaltaklanamama Sıkıntısından Doğan Acziyet

Yaltaklanmaksızın yaşamayı başarması mümkün olmayan biri için hayat biçiminin değiştirilmesi açık bir baskı olarak yansır.

04 Eylül 2013 Çarşamba 17:05A+A-

1 Eylül 2013 tarihli Cumhuriyet gazetesinde Cüneyt Arcayürek hakaretlerini şöyle kusmuştu:

“At gözlüğüne benzer türban. İki kaş, iki göz, bir burun ve ağzı açık. Bir de eli. İlla ki baştan aşağı örtülü başkumandan (Cumhurbaşkanı) eşi Hayrünnisa Hanım’ın elini sıkarken, önünde baştan aşağı kapalı siyahlar giymiş, şişmanlıktan adeta yuvarlanarak yürüyen eşi Emine Hanım; John Kerry ile bir zamanlar dostu olan Obama’nın açıklamalarına aklı takılı...
...maaşlara açıklanan yıllık zammı işitince düş kırıklığına uğrayan memurlar gibiydi.
Nerede o bir dokun on bin cümle ile karşılık veren Başbakan...”

Arcayürek’in bu ifadeleri üzerine Yeni Şafak yazarı Ömer Lekesiz, gazetecilerin yaltaklanamama sıkıntısı nedeniyle yaşadıkları travmayı oldukça güzel betimlemiş:

***

Yaltaklanamama Sıkıntısı

Ömer Lekesiz / Yeni Şafak

Son üç aydır asıl yazacaklarımızı bırakmış, Taksim Darbe Komitası'nın demokrasi karşıtlığını, imtiyaz tutkusunu, kültürel sanatsal hegemonik tasallutunu normalleştirmeye çalışan köşeli, köşesiz yazarlara cevap vermeye çalışıyoruz.

Bu manada yazı çabamız hadsizliklere, kindarlıklara, ukalalıklara, şımarıklıklara karşı cevaplar yetiştirmeye dönüştü.

Dolayısıyla, Taksim Darbe Komitası da bu yolla ciddi meseleleri sokağın diline bitiştirerek seviyesizleştirmeye, düşüncesizliğin düşüncesini yaygınlaştırmaya, gösterinin cazibesini artırmaya çalışırken bizleri de gereğinden fazla meşgul etmeyi başardı.

Çünkü, kaynağını ve nedenini iyi bildiğimiz bu başarısızlık başarısını elimizin tersiyle itip, 'siz kumda oynayın çocuklar, bizim ciddi işlerimiz ve söyleyecek önemli sözlerimiz var' diyerek asıl yazacaklarımıza her yönelişimizde, o kesimden, tek başına bir samanlığı kirleten dana türünden biri çıkıp terbiyesizliğin, haysiyetsizliğin dibini bulan bir tutumla yine saldırıya geçince bizim de konularımız zorunlu olarak değişiverdi.

İşte şimdi de sanatla ilgili birkaç problemi dile getirmek maksadıyla şu masaya oturduğumda, imtiyazıyla birlikte itibarını da yitirmiş bir gazetecinin Cumhurbaşkanı'nı, Başbakan'ı ve eşlerini muhatap alan çirkin ithamları internet medyasına düşüverdi.

Böyle olunca bana yine sanatı bırakıp, o gazeteciyi de içine alan bir olguyu anlamaya çalışmak kaldı.

Bence hadise şudur: Son on yıldır artık sağır sultanların da duyduğu, aptalların da ikna olduğu şekliyle yeni bir devrim sürecini yaşıyoruz.

Bu devrimin göze batmayan ama bence çok önemli olan uygulamalarından biri yaltaklanma üzerine kurulmuş devlet-gazeteci, yönetici-yazar ilişkisini ortadan kaldırmasıdır.

Bununla 'Filan gazeteci sen mi geldin? Ne o? Köylünün vaziyetini iyileştirme raporu mu? Bırak şimdi onu, ben duydum ki sen iyi zeybek oynarmışsın, iki kadeh atıp şu zeybeği döktür bakalım' deme devri kapatılmıştır.

Buradaki problem söz konusu devrimde ve onun uygulanmasında değil.

Problem, bundan dolayı yaltaklanamama sıkıntısına giren gazetecinin yitirdiği şey nedeniyle hayatında büyük bir boşluğun meydana gelmesi ve bu boşlukta davranışlarını kontrolden aciz kalmasıdır.

Problemin büyüklüğüne dikkatinizi çekmek isterim: Yaltaklanmaksızın yaşamayı başarması mümkün olmayan biri için hayat biçiminin değiştirilmesi açık bir baskı, yoğun bir dayatma olarak yansır.

Bunlar eskiden yaltaklanamama sıkıntısına düştükleri anlarda aldıkları 'filan kuruma filanca genel müdür yapılacakmış; eğer bu gerçekleşirse bizim oradaki ekmeğimiz kesilir; o adam hakkında iki sıkı yalan haber patlat da işimize bakalım' türünden emirlerle olsun bir geçici yaltaklanma tatminine uğrarken şimdi bundan da mahrum kaldılar. Bu da ne denli bir kıstırılmışlık sorunuyla başbaşa kaldıklarının açık delilidir.

Bunların Köşk merkezli korku efsanesi üretme, aba altında sopa göstermeye çalışanların görünen yüzü olma, bakanlık katlarında viski yudumlayarak dedi-kodularla kulak parlatma devirleri de bitti üstelik. Hiç değilse bunlar üzerinden yaltaklanamama sıkıntılarını giderecek kemik kırıntısı kabilinden işlerle uğraşmak suretiyle avunabiliyorlardı ama bunlara da son verildi.

Artık onlar ipleri boyunlarına asılarak kendi hallerine salınmış, sözlerine itibar edilmeyen, nerede yazdıkları bile hatırlanılmayan, ölmeden önce unutulma yoluyla öldürülmüş gazeteciler...

Evet biz de geleceğin inşası üzerine konuşmayı bırakıp, şimdinin bu vb. problemleriyle uğraşmak zorundayız.

Çünkü on yıllık (ve hala sürmekte olan) bir devrimin ardından netleşen sosyal olguları tanımlamamız ve bunları ilgili olaylar üzerinden doğru yorumlamamız önemli.

 

HABERE YORUM KAT