“Vakit” düşmanlığı, niyesi...
Tevatür bu, ağızlar torba değil ki büzesin...
12 Eylül sonrasının sol tevatür zenginliği içerisinde yer almıştı, dünyanın en zengin generalinin bir Türk oluşu... 12 Eylül asimetriğinin hazırlık sürecinde ise bir başka tevatür dudaklar arasında dolaşmaya başladı. Dünyanın en zengin sendikacısının da bir Türk olduğunu duyup işitmeyen kalmadı.
Para ile imanın kimde olduğu bilinmezmiş. Kim imanlıdır, kim değildir başkalarını ilgilendirmez ise de, paranın kimlerde istiflendiğini bilmek, şeffaf demokraside hepimizin hakkı olmalı...
•
Sendikalar da, sendikalizm olarak Cumhuriyet gibi, laiklik ve rejim gibi tepeden indirilmiştir, Ankara’ya... Devletin takımı, ne gerekiyor ise onu getirip yerleştirmiştir, zemine...
İlk ağızda sendikalar devletin hediyesi olarak sarı zemin üzerinde kullanıma hazır bir paket olarak işçilere armağan edildi. Bilâhare Türkiye’nin demirbaş politikaları kendi simge renklerine uygun birer sendika kotarınca, güneş tayfına benzer bir sendika tayfı gökyüzünü kapladı.
Özelleştirme hareketinin ilk mimar mühendislerinden Turgut Özal’ın köprü satışına karşı ‘sattırmam’la direnen bir siyasi parti liderimiz vardı. Silindi gitti... Gitti ama sattırmadı da. Köprülerle otoyollar da kamunun elinde kaldı... Helâl olsundu Halkçı Parti Genel Başkanı’na...
Türk Metal Sendikası da Erdemir’in özelleştirilmesine karşı aynı cevvaliyeti, milli menfaatler ve kamu hakları konusunda da benzer bir direnç gösterdi. Erdemir nasıl satılırdı özel teşebbüse, hele hele yabancılara...
Mustafa Özbek’in Türk Metal’ine yürekten meftun idim. Özelleştirme karşıtı mitingler, Erdemir gibi milli ve stratejik bir kamu kuruluşunun yabancı tekellere satışını protesto amaçlı otoyolları kapatmalar ve ihaleye katılacak yabancı şirketleri düşman ilan etmeler ve bunlara benzer milliyetçi hassasiyetler ve sivil itaatsizlikler karşısında helal olsun diye haykırmamak elden gelmiyordu...
“Helâl olsun bu memleket sana, Mustafacığım” sayıklamalarıyla kan, ter içerisinde tatlı uykumdan fırlayarak uyandığım çok geceler oldu.
Erdemir, Mustafa Özbek’in arzuları doğrultusunda yerli kaldı. Gerçi çok yabancı bizim, has yerlilerimizin yanında kutsal su ile yıkanmıştır ya, o da ayrı bir yürek yarası...
Erdemir, askeriyenin diğer sermaye odaklarıyla birlikte ticari ve sınai zeminde kapitalistik faaliyet gösteren sermaye şirketi ya da grubu OYAK’a satılınca, hep birlikte derinden derine bir oh çekildi.
“Erdemir’in yeni sahibinin OYAK olması bir bakıma ulusal değerlere sahip çıkanların, ulusal emeğin, ulusal sermayenin gözü kara özelleştirme çetelerinde attığı tokadın sesi” Ereğli’nin Türk Metal’inden afaka yayıldı...
Türk Metal ve Türk Metal’in Erdemir işçileri, elde ettikleri bahtiyarlığın ve zaferinin karşılığını ödemeliydiler. Her nimet bir külfet karşılığı değil midir?.. Mutluluk da, kolay kazanılabilir ucuzundan bir nimet değildi. Kendilerine bu nimeti sunan OYAK’a şükürlerini eda etmeliydiler. Yapılacak toplu sözleşmede ücretlerinden yüzde otuzbeşlik bir azaltmayı kabullendiler. Erdemir’de çalışan binlerce işçinin ücretlerinde yüzde otuzbeşlik bir indirime gidildi...
İstiklâl Harbi günlerinde kıçı açıkta kalmış köylümüz ayağındaki bir çift çarığının bir tekini “Tekâlif-i Milliye” olarak askeriyeye vermiş ise, nisbi bir refah seviyesine ulaşan günümüzün işçisi de niye fedakârlık göstermesindi?..
OYAK’ın Erdemir işçileri, ücretlerinin yüzde otuzbeşlik bölümünü bir iki seneliğine askeriyesine hediye etti...
Etti mi, ettirildi mi... İşte bütün mesele...
•
OYAK, kapitalist sınıf içinde nev’i şahsına münhasır bir şirketler topluluğudur. Benzerleri ya da sınıf içerisinde yer alan niteliğindeki benzer hemcinsleri gibi o da kârını azamileştirmenin yoluna bakar. Ne kadar çok kâr edilmiş ise, o nisbette de yüksek prim veya ikramiye, üyelerine...
Erdemir’in kamu şirketi statüsünden çıktığında kapitalizmin tabiatı gereği, yaşı kemali bulmuş işçilerinin yüksek ücret yükünden kurtulması, kurtarılması gerekiyordu. Onların emekliye sevkedilmeleriyle boşalacak yerlerine daha düşük seviyeden işçi alımı, her hesap kitap adamının ilk yapacağı işler arasında yer almaz mıydı?.. Atatürk’ün “müdebbir tüccar” tanımı da esasen bundan başka ne ola idi?..
Ücretlerin düşürülmesi, sirkülasyon hızının yükseltilmesi ve OYAK Renault’nun Bursa fabrikasından kriz gerekçesine rapten bir kısım işçinin işten çıkarılması ve bunlardan bazılarının kendi şahsi gayretleriyle baş vurdukları kanun yolundan geriye gelmeleri karşısında Türk Metal’in, sessiz kalışını bir şekilde örtülemesi gerekecekti.
Milli hisler uyandırılmalı. Milli değerlere atıfda bulunulmalı. Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlarının da çanlarına ot tıkamaya kalkışmalıydı. Kutsal devlet her şeyden öte ve üstündü...
•
‘Vakit gazetesi Cumhuriyet karşıtıdır. Asker düşmanıdır. Padişahçıdır. Bölücüdür ve şudur, budur. Memleketin baş belâsıdır.’
‘Dayanın kapısına, vurun kahpeye söyletmeyin...’
•
Büyüklerim derlerdi, tecrübeyle sabit olmuş zahir...
‘Çok lâf yalansız olmaz, çok para da haramsız...’
Zenginin malındaki yoksulun hakkı da, sanırız bu tecrübelerden sonra atasözleri arşivinde yerini almış...
VAKİT
YAZIYA YORUM KAT