1. YAZARLAR

  2. KENAN ALPAY

  3. Suriye ve Irak’ta da Bir Jacinda Ardern Görülür mü?
KENAN ALPAY

KENAN ALPAY

Yazarın Tüm Yazıları >

Suriye ve Irak’ta da Bir Jacinda Ardern Görülür mü?

22 Mart 2019 Cuma 11:15A+A-

Sadece coğrafi olarak değil ilgi ve bilgi olarak da bize çook uzaklarda bir ülke Yeni Zelanda. Geçen hafta girişilen o korkunç katliam olmasa herhalde çoğumuzun gündemine Christhurch diye bir şehir hiç girmeyecekti. Ama temel insani vasıflarını kaybetmeyen herkesin içine o yakıp kavuran büyük acı paslı bir hançer gibi saplanınca Yeni Zelanda da küçük bir şehir olan Christhurch da siyasal ve toplumsal aktörleriyle, nitelikleriyle hızla giriverdi.

Kana susayıp 50 masum insanı Cuma namazı için hazırlık yaptıkları sırada büyük bir neşeyle mescidde katleden ırkçı-faşist Brenton Tarrant bütün dünyanın gözlerini bir anda Yeni Zelanda’ya çeviren birinci figürdü hiç şüphesiz. Ancak mescidden Christhurch şehrine, Christhurch’dan bütün Yeni Zelanda’ya akan kanların önüne set çekmeye, yaşanan derin acıları dindirmeye dönük olağanüstü nezaket ve basiretiyle öne çıkan Yeni Zelanda Başbakanı Jacinda Ardern ise meselenin sadece rengini değil gidişatını da değiştiren baş aktör olarak sahne aldı.

Irkçı-Faşistlere Karşı Duran Kadın Başbakan

Şüphesiz bu tabloda ırkçı-faşist katil Tarrant’ı yaratan iklimi bütün yönleriyle analiz etmek, çığ gibi büyüyen üstelik sadece bireyleri değil örgüt ve devlet politikalarını da şekillendiren ırkçı-faşist ideoloji ve sembollerle nasıl mücadele edileceği enine boyuna konuşulmak durumundadır. Peki ya şimdiye değin hemen hiç örneğine rastlamadığımız bir siyasetçi, hem de başbakan sıfatıyla bir taraftan ırkçı-faşist saldırganlığa karşı mücadelede kararlılık gösterirken diğer taraftan da Müslüman göçmenlerin rengine, kökenine, mesleğine bakmaksızın kucaklayarak onları Yeni Zelanda’nın onurlu bir parçası kılmaya dönük samimi, kuşatıcı ve de kalıcı çözümler üretmeye girişen Jacinda Ardern’i bir rol-model olarak daha çok konuşmalı değil miyiz?

Mescidde katledilen kardeşlerimizin kanı henüz kurumadan sokaktaki vatandaşlarıyla, emniyet teşkilatıyla, bürokrat ve siyasetçileriyle Yeni Zelanda’yı en üst düzeyde temsil eden hanım Başbakan Ardern’in gösterdiği refleksin önemi çok büyük. Başörtüsü jestinden Meclis’in Kur’an okunarak açılan ilk oturumuna, televizyonlardan canlı olarak okunan ezanlara değin sükûneti ve sağduyuyu telkin eden yapıcı ve birleştirici bir atmosfer özenle inşa edildi.

Katliamı meşru gösterecek veya mazur kılabilecek en küçük bir işaret verilmedi, aşırı sağcı-ırkçı kesimlere cesaret verebilecek hiçbir söylem ve duruş sergilenmedi mesela. Ülkeye gelen göçmenleri tedirgin edecek, sahipsizlik hissine ve intikam duygularına sürükleyecek adaleti ve emniyeti temin edemeyen güvensiz, tutarsız bir devlet görüntüsü verilmedi mesela.

Irkçı-faşist saldırganları görmekten, işledikleri cinayetlerin acılarını yaşamaktan fazlasıyla bıktık zaten. Bu düzeyde henüz bir örneğini göremediğimiz muhacirlere sahip çıkma ve ırkçı-faşist saldırganlıkla mücadelenin sembolü olan Jacinda Ardern’i sadece bu dönemin Yeni Zelanda Başbakanı olarak değil de mesela Avrupa ve Amerika’ya, mesela daha yakınımıza Orta Doğu ülkelerine getirmeyi düşünsek nasıl olur acaba?

Tarrant’ı Aratmayacak Karakterler Kol Geziyor

Niye uzaklara gidiyoruz ki, Türkiye’den başlayalım tartışmaya. Düşünsenize Suriyeli muhacirleri ülkemizden bir an önce def edilmesi gereken yabancı, asalak ve de düşman olarak tanımlayan ne çok siyasi parti, dernek ve aydın-sanatçı var aramızda.

Katil Esed/Baas rejimiyle el sıkışmadığı için Hükümete düşmanlık eden, Esed/Baas rejiminin katliamlarından kaçarak ülkemize gelen insanlara kucak açtığı için nefretinden, hasedinden çatlayan siyasi partiler, medya organları, sosyal medya fenomenleri, sendikalar cirit atıyor ortalıkta.

Örneğin Fatih’in cadde ve sokaklarını “Fatih’i Suriyelilere Teslim Etmeyeceğim” afişleriyle donatan İYİ Partili İlay Aysoy kameralar eşliğinde Arapça tabela avına çıkıyor hiç utanmadan. Meral Akşener ve Ümit Özdağ’ın açtığı yolda, kurduğu ülküde Suriyeli muhacirlerle savaş, stratejik konseptin önceliği durumunda. Söz konusu Suriyeli muhacirler olunca Kemalist ve sol-sosyalist partilerin durumu hiç tereddütsüz ırkçı-faşist karakter olarak tecelli ediyor maalesef.

Suriye’ye geçersek ne göreceğiz. Halkını varil bombalarıyla katleden yarım asırlık Baas cuntasının Cumhurbaşkanı Beşşar Esed’i göreceğiz tabii ki. Baas/Esed cuntasını ayakta tutmak üzere Suriye halkının üzerine şehirleri yakıp yıkan, halkın kanını döken acımasız ordular gönderen Rusya ve İran’ı bir düşünelim mesela. Ne Vladimir Putin ne de Ali Hamaney Suriye halkına kendi toprakları Suriye’de hayat hakkı tanıyor.

Suriye halkı Rusya veya İran’a sığınmış değil. Rusya veya İran’ın kendilerine iş, aş ve güvenlik sağlamasını bekleyen muhacirler olmadığı halde bu katliamlara maruz kalıyorlar. Christhurch’ta camiyi basıp cemaati katletmeye girişen ırkçı-faşist Brenton Tarrant’ın Ümmete yaşattığı tabloyu Putin ve Hamaney Suriye halkına tam sekiz senedir yaşatıyor zaten. Şarjörlerinin üzerinde Haçlıların Müslümanlar savaşına dair sembolik isimler ve tarihler yoksa da Rusya ve İran orduları ne cami ve fırın, ne hastane ve okul ayrımı yaptılar üzerlerine bomba yağdırdıkları mekânlarda.

Irkçı-faşist katil Tarrant’ın post-moder haçlı manifestosu sadece Yeni Zelanda’ya gelen muhacirlere değil bir bütün olarak İslam’a ve Müslümanlara düşmanlığın ideolojik, ırki ve sınıfsal temellerini ayrıntılarına kadar nasıl da detaylandırarak kaleme aldığını okuduk. Ancak İran’ın Kudüs Orduları Komutanı Kasım Süleymani’nin Irak’ta, Suriye’de, Yemen’de oluşturduğu kanlı tabloya ilişkin motivasyonunu Fatımi-Safevi tecrübesinin hangi aşamalarından devşirdiğini okuyamadık nedense.

Suudi Arabistan ve Mısır örneklerine geçecek olursa buradaki tablolar Irak ve Suriye’de yaşanan tablolardan hiç de aşağı kalmıyor ne yazık ki. Amerika ve İsrail’le yapılan zillet verici işbirliğinin Suudi Arabistan ve Mısır halkına faturası ödenemeyecek kadar ağır. Ne Suudi Arabistan halkı ne de Mısır halkı sığıntı, mülteci oysa. Kendi ülkelerinde can güvenliğine, temel hak ve özgürlüklere ilişkin yakıcı sorunu yaşıyorlar. Faili meçhul cinayetler, siyasi idam ve hapis kararları, sürgünler yolsuzluk ve yoksulluklarla yarış halinde.

Şimdi Yeni Zelanda’nın hanım Başbakanı Jacinda Ardern’e bir daha kulak verelim:  “Bazıları burada doğmamış olabilir; ama onların yurt olarak seçtikleri yerdi Yeni Zelanda. Gelip yerleştikleri ve bağlandıkları yer. Çocuklarını büyüttükleri yer. Sevdikleri ve sevildikleri şehirlerin, kasabaların, mahallelerin sakinleri oldukları yer. Kiminin, can güvenliği için geldiği yer. Kültürlerini ve dinlerini özgürce yaşayabildikleri yer. Biliniz ki … Bu eylem için seçilmemizin sebebi ırkçılığın kabul gördüğü ve  aşırılığın barınabildiği bir yer olmamız değil. Tam aksine; … biz çeşitliliği, iyiliği, merhameti temsil ediyoruz; değerlerimizi paylaşanlara yurt, ihtiyaç duyanlara sığınak oluyoruz. Ve sizi temin ederim ki bu değerler bu saldırıyla sarsılmayacak ve sarsılamaz.

Irkçı-faşist ideoloji ve örgütlerle, muhacir düşmanlığını yükselten söylemlerle mücadele ederken örnek alınacak söylem ve siyaset için kim ne derse desin Jacinda Ardern bir rol-model olarak tarihe geçmiştir. Temennimiz yolundan sapmaması, yolunun kesilmemesidir.

Yeni Akit

YAZIYA YORUM KAT

5 Yorum