Sudan’da son aylarda yaşanan çatışmalar ve Hızlı Destek Kuvvetleri’nin (RSF) artan etkinliği, hem bölgesel hem de uluslararası gündemde kritik bir yer tutuyor. Bu bağlamda, Zehra Türkmen, İstanbul’da ikamet eden Sudanlı gazeteci Naci el-Kirşabi ile bir röportaj gerçekleştirdi.
Röportaj, Sudan’daki insani kriz, iç siyasetteki gelişmeler, dış müdahalelerin etkileri ve halkın direnişi hakkında bilgiler sunuyor.
- Öncelikle bize kendinizi tanıtır mısınız? Naci el-Kirşabi kimdir?
Ben Sudanlıyım ve 2021’den beri İstanbul’da yaşıyorum. Ailem ise Sudan’da kalmaya devam ediyor. Savaş nedeniyle ailemden birkaç kişi hayatını kaybetti ve ne yazık ki evlerinin içine gömülmek zorunda kaldılar. Teyzelerimden biri de korkudan yaşamını yitirdi. Ailemin bir kısmı farklı bölgelere göç etmek zorunda kaldı, bir kısmı ise hâlâ evlerinde. Çok zor şartlar altında yaşıyorlar; hem umudu hem de acıyı birlikte taşıyorlar.
- Ömer el-Beşir ve Hasan Turabi iktidarından sonra Sudan’da baş gösteren ve bugüne uzanan krizi kısaca nasıl izah edersiniz?
El Turabi, Beşir’in devrilmesinden çok önce vefat etmişti. Ancak asıl kriz, Beşir’in düşüşünün hemen ardından başladı. Bu dönemde dış güçler Sudan’ın karar alma süreçlerine doğrudan müdahale etti ve orduda istihbarat bağlantılı bazı isimlerin ön plana çıkmasını sağladı; bu isimler de Abdullah Hamduk hükümetini kurdu. Bu hükümet, devlet kurumları içinde yabancı nüfuzun güçlenmesine ve ulusal karar mekanizmasının zayıflamasına zemin hazırladı. Ardından devletin içeriden eritilmesi, ordunun ve ulusal kadroların tasfiye edilmesi hedeflendi. Buna karşılık Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) güçlendirildi ve Genel Komutanlıktan ayrıldı. HDK’nin Genel Kurmay’a bağlılığını düzenleyen yasalar değiştirildi, personel ve silah kapasitesi artırıldı. Öyle ki bu yapı, darbe yapması ve ülke yönetimini ele geçirmesi yönünde adeta cesaretlendirildi.
- Nisan 2023’te ikinci kez başlayan iç savaşın bugün geldiği nokta nedir?
Bugün yaşananlar bir iç savaş değil, Devlet’e karşı açık bir isyandır; bu isyanı Hızlı Destek Kuvvetleri yürütmektedir. Şu anda Sudan Silahlı Kuvvetleri ülke topraklarının yaklaşık %90’ında kontrolü elinde tutarken, HDK yalnızca bazı çevre bölgelerle sınırlı kalmıştır. Bu milis güç, uluslararası kuruluşlar tarafından belgelenmiş olan sivillere karşı geniş çaplı suçlar işlemektedir; bunlar arasında etnik temizlik, toplu tecavüz ve çeşitli ağır ihlaller bulunmaktadır. Ordu, kontrol dışı kalan bölgeleri de en kısa sürede kurtarmak için faaliyetlerini sürdürmektedir.
- Hızlı Destek Kuvvetleri’ni destekleyen Birleşik Arap Emirliği (BAE) Libya’da da Yemen’de de vekil güçler oluşturmaya çalışıyor. İhvan-ı Müslimin’e ve HAMAS’a da İsrail gibi düşmanlık yapıyor. İslam Birliği fikrini dinamitleyen bu ifsad planları ile BAE özel bir strateji mi takip ediyor; yoksa Müslümanların güçlenmesini engellemeye çalışan küresel kapitalizmin bir aparatı olarak mı çalışıyor?
Açıkça görüldüğü üzere, Birleşik Arap Emirlikleri, İslam ülkelerini zayıflatmayı ve gerçek birlik projelerini boşa çıkarmayı amaçlayan bir strateji doğrultusunda hareket ediyor; bu aynı zamanda İsrail ve diğer bazı uluslararası güçlerin çıkarlarına hizmet ediyor. Hızlı Destek Kuvvetleri’ne sağlanan silah, teçhizat ve paralı asker desteği bu politikanın bir parçasıdır. Bunun yanında bölgede altın, limanlar ve stratejik kaynakların peşinde olan; nüfuz haritasını yeniden şekillendirmeye çalışan başka ülkeler ve kapitalist büyük şirketler de bulunmaktadır. Sudan bugün geniş bir jeopolitik mücadelenin merkezidir ve BAE bu karmaşık tablonun yalnızca bir unsurudur.
- Sudan’da yaşanan insani trajediyi nasıl değerlendirmemiz gerekir?
Sudan’da yaşananlar bir insani kriz değil, tam anlamıyla bir insani çöküştür. Milyonlarca insan yerinden edilmiş durumda; şehirler, Hızlı Destek Kuvvetleri’nin düzenlediği insansız hava aracı saldırılarıyla felç olmuş hâlde. Bu saldırılar elektrik, su ve hastaneler gibi temel altyapıyı hedef alıyor. Çocuklar açlıktan ölüyor ve dünya büyük ölçüde sessiz kalıyor. Sudan bugün dünyanın en büyük insani trajedilerinden birine sahne oluyor ancak buna rağmen, çok daha küçük ölçekli krizlerin gördüğü ilgiyi bile göremiyor.
- Sudan bir zamanlar “Arap dünyasının gıda deposu” olarak anılıyordu. Bugün gelinen noktada durum nedir?
Bir zamanlar Arap dünyasının gıda ambarı olarak bilinen Sudan, bugün açlık ve kıtlık tehdidiyle karşı karşıya. Ülke, bir dönem hem kendi halkını hem de bölgeyi besleyecek kadar güçlü bir tarım altyapısına sahipti. Ancak çatışmalar, altyapı yıkımı ve ekonomik çöküş Sudan’ı, kendi halkını dahi beslemekte zorlanan bir noktaya getirdi. Şehirlerde ve kırsalda temel gıda ve suya erişim ciddi ölçüde azaldı; milyonlarca insan yerinden edildi ve açlık tehlikesi büyüdü. Sudan, artık ulusal ve bölgesel ölçekte büyük bir gıda krizinin merkezine dönüşmüş durumda; bu da uzun yıllardır süren istikrarsızlığın doğrudan bir sonucudur.
- Özellikle son aylarda Faşir’de yaşanan katliam, savaşın seyrini nasıl değiştirdi? Hastanelerin bombalanması, sağlık sisteminin çökmesi… Sahada sağlık çalışanlarının ve sivillerin yaşadığı son durumu bize anlatır mısınız? Açlık, yetersiz beslenme ve çocuklar üzerindeki etkiler şu anda hangi seviyede?
El-Faşir Katliamı, Hızlı Destek Kuvvetleri’nin savaşının gerçek doğasını ortaya koyan bir dönüm noktasıydı; hiçbir kırmızı çizginin olmadığı bir savaş. Siviller doğrudan hedef alındı, hastaneler bombalandı, hastalar öldürüldü. Bugün sağlık çalışanları tamamen insanlık dışı şartlarda, ekipmansız ve korumasız biçimde görev yapıyor; bazıları yalnızca mesleklerini icra ettikleri için öldürülüyor.
El-Faşir’den 2 milyondan fazla kişi, ülkenin kuzeyindeki Dabbah şehrine kaçtı. Bazı aileler, ordu ve hükümet kontrolündeki bölgelere ulaşabilmek için yaklaşık 940 kilometreyi yürümek zorunda kaldı.
Bu trajedinin en ağır yükünü ise çocuklar taşıyor: Çoğu, günde yalnızca bir öğün yemek bulabiliyor, bazen hiçbir şey yiyemiyor. Yetersiz beslenme artık uzun vadeli bir felaket hâline geldi.
- Uydu görüntülerinde ortaya çıkan toplu mezarlar ve işlenen ağır ihlaller hakkında sahadan size ulaşan bilgiler neler?
Yerel tanıklar ve uydu görüntülerinden elde edilen doğrulanmış bilgiler, Darfur ve El-Faşir çevresinde toplu mezarların bulunduğunu gösteriyor. Bunlar münferit olaylar değil; sistematik bir öldürme ve gizleme politikasının parçasıdır. Hükümet bölgelerine sığınan yerinden edilmiş insanlar, masum sivillere yönelik yaygın öldürme, işkence ve ağır ihlaller hakkında son derece sarsıcı tanıklıklar aktarıyor.
- Bir konuşmanızda uluslararası medyanın Sudan trajedisini yeterince yansıtmadığını vurguluyorsunuz. Sizce bu sessizliğin sebebi nedir?
Uluslararası medya Sudan trajedisini yeterince yansıtmadı. Bunun başlıca sebepleri Sudan’ın güçlü bir bölgesel desteğinin olmaması ve küresel medyayı harekete geçirecek namuslu iletişim kanallarına ulaşamamasıdır. Dünya, yaşanan felaketin büyüklüğüne rağmen Sudan’ı ikincil bir haber başlığı olarak görüyor. Buna ek olarak, BAE kaynaklı mali etki, gerçeğin çarpıtılmasına ve çatışmanın Sudanlı gruplar arasında sıradan bir iç savaş gibi lanse edilmesine yol açıyor. Oysa uluslararası belgeler binlerce yabancı paralı askerin ve insan avı için bu savaşta bulunmaya çalışan bazı cani ruhlu Amerikalı ve Avrupalı seçkinlerin rol aldığını açık biçimde ortaya koyuyor.
- Medyanın ilgisizliği, sahadaki insani durumu nasıl etkiliyor?
Medyanın ilgisizliği, Hızlı Destek Kuvvetleri’ne suçlarını sürdürmek için çok daha geniş bir alan sağlıyor. Haber yapılmayan bir kriz, uluslararası baskının da oluşmaması anlamına geliyor; bu da sivillerin hedef alınmasını, hastaların ve çocukların temel ilaç ve gıdadan yoksun kalmasını beraberinde getiriyor. Oysa medya bu süreçte hayat kurtarabilecek en güçlü araçlardan biri olabilirdi. Sessizlik, doğrudan yüz binlerce masum insanın ölümüne katkıda bulunuyor.
- Sudanlı gazeteciler sahada nasıl bir baskı altında çalışıyor? Hayatlarındaki en büyük riskler neler? Sahadan bilgi toplamak bugün ne kadar mümkün?
Sudanlı gazeteciler, özellikle Hızlı Destek Kuvvetleri’nin kontrol ettiği bölgelerde, hiçbir kurumsal koruma veya hukuki güvence olmadan çalışıyor. Yalnızca gerçeği aktardıkları için tehdit, tutuklama ve öldürülme riski altındalar. İletişim hatlarının kesilmesi, şehirlerin kapatılması ve bilgi kaynaklarının yerinden edilmesi nedeniyle sahadan bilgi toplamak neredeyse imkânsız hâle geldi. Bugün dünya tarafından görülen suçların büyük kısmı, aslında Hızlı Destek Kuvvetleri mensuplarının kendi çektikleri görüntüler sayesinde belgelenebiliyor.
- Tüm bu karanlık tablonun içinde Sudan halkının en güçlü yanı nedir? İnsanlar nasıl ayakta kalmaya çalışıyor?
Sudan halkının Silahlı Kuvvetler’den sonraki en büyük gücü, olağanüstü dayanma ve direnme becerisidir. İnsanlar her gün hayatlarını yeniden kuruyor. Komşular aile gibi davranıyor, sivil toplum bir “gölge hükümet” işlevi görüyor. 15 milyon insan yerinden edilmiş olmasına rağmen çoğu kamplarda değil, akrabalarının ve dostlarının yanında yaşıyor. Bu dayanışma ve direnç ruhu, Sudan’ı bugün hâlâ ayakta tutan en güçlü unsurdur.
- Sudan’ın geleceğine dair sizin kişisel öngörüleriniz ya da umutlarınız nelerdir?
Sudanlılar tarihlerinin en zor dönemlerinden birinden geçiyor. Umudum, ülkeye kırılgan ve geçici uzlaşmaların değil; gerçek barışın gelmesidir. Savaşın sorumlularının hesap vermesi, halkına karşı suç işleyenlerin cezasız bırakılmaması ve Sudan’ın silah zoruyla değil, gerçek seçim sandıklarıyla doğru rotaya dönmesi en büyük dileğimdir.
- Dünya kamuoyuna iletmek istediğiniz mesaj nedir?
Dünyaya mesajımız nettir: Bu ölümcül sessizlik artık son bulmalıdır. Dış müdahaleler Sudan’daki savaşın ana yakıtıdır; özellikle BAE’den gelen silahların engellenmesi, felaketi durdurmanın ilk adımıdır. Sudan’da işlenen suçlar için bağımsız, adil soruşturmalar yapılmalı ve uluslararası toplum, ülkenin parçalanmasını önlemek için kararlı bir baskı uygulamalıdır. Sudan halkı imkânsızı talep etmiyor; yalnızca her insanın en temel hakkı olan yaşam hakkını istiyor.