فَوَجَدَا عَبْدًا مِنْ عِبَادِنَٓا اٰتَيْنَاهُ رَحْمَةً مِنْ عِنْدِنَا وَعَلَّمْنَاهُ مِنْ لَدُنَّا عِلْمًا ﴿٦٥﴾
65- Derken, katımızdan kendisine bir rahmet verdiğimiz ve tarafımızdan kendisine bir ilim öğrettiğimiz kullarımızdan bir kulu buldular.
قَالَ لَهُ مُوسٰى هَلْ اَتَّبِعُكَ عَلٰٓى اَنْ تُعَلِّمَنِ مِمَّا عُلِّمْتَ رُشْدًا ﴿٦٦﴾
66- Musa ona dedi ki: "Doğru yol (rüşd) olarak sana öğretilenden bana öğretmen için sana tabi olabilir miyim?"
قَالَ اِنَّكَ لَنْ تَسْتَط۪يعَ مَعِيَ صَبْرًا ﴿٦٧﴾
67- Salih kul Musa´ya şöyle dedi: "Sen benimle arkadaşlığa sabredemezsin".
وَكَيْفَ تَصْبِرُ عَلٰى مَا لَمْ تُحِطْ بِه۪ خُبْرًا ﴿٦٨﴾
68- “Sebeplerini kavrayamayacağın olaylar karşısında nasıl sabrédeceksin.”
Derken orada katımızdan bir rahmet verdiğimiz ve kendisine bilgilerimizden bazılarını öğrettiğimiz kullarımızdan bir kul buldular. Allah’ın kendisine rahmet verdiği ve kendisine kimseye öğretmediği bilgilerinden bazısını açtığı bu kul, güvenilir tüm hadis kitaplarında bu zatın adından Hızır olarak söz edilir.
O Allah tarafından gönderilmiş, görevlendirilmiş bir kul. Yaptığı, gösterdiği her şeyi Allah emretti, Allah görevlendirdi diye yapan bir kul.
Buradaki “ledün” ifadesine kafayı takıp Allah’ın muradının dışında akıllarına estiğince çok yanlış mânâlara çekenler olmuştur. Bu konuyla alâkalı sadece birkaç söz söyleyip esas diyeceklerimi daha sonraya bırakacağım. Dikkat ederseniz azap konusunda da “min ledün” denmişti. Azap Allah’tan, ilim Allah’tan, hayat Allah’tan, ölüm Allah’tandır, rahmet Allah’tan, her şey O’ndandır. Öyleyse söylesenize hangi peygamber sahip olduğu ilmi Allah’tan almamıştır? Ledünnî olmayan bir ilim, ledünnî olmayan bir hayat varımdır? Yâni Allah’tan olmayan, Allah kaynaklı olmayan bir şey var mı? Her şey Allah’tan değil mi?
Peki birinde “min indina”, ötekisinde ise “min ledünna” dendi. Yâni rahmet kelimesi “min indina” şeklinde ifade edilirken, ilim kelimesi ise “min ledünna” şeklinde kullanılmış. Ayette geçen “ledünnî ilim”, “gaybî ilim ve ilahî esrarı kavrama” manasında bir terimdir.
BASAİRUL KUR’AN
Öyle anlaşılıyor ki, bu buluşma Hz. Musa ile Rabbi arasında bir sırdı ve Musa buluşma gerçekleşene kadar genç arkadaşını bundan haberdar etmemişti. Bu yüzden hikâyenin az sonra sunulacak sahnelerinde Hz. Musa’nın, bilge kulla başbaşa kaldığını görüyoruz!
Bir peygambere yakışan bir edep tavrı ile peşinden gelip gelmeyeceğini soruyor. Ve işi oldu bittiye getirmeye kalkışmıyor. Bir peygamber olarak bilge bir kuldan olgunlaştırıcı gerçek bilgiyi öğretmesini istiyor.
Fakat adamın sahip olduğu bilgi sebepleri belli, sonuçları bilinen beşeri bilgilere benzemiyor. Bu gayba ilişkin dolaysız bilginin bir türüdür. Yüce Allah öngördüğü bir hikmetten dolayı ve dilediği oranda ona bu bilgiden öğretmiştir. Bu yüzden bir peygamber, bir resul olmasına rağmen, Hz. Musa bu adama ve uygulamalarına karşı sabredemiyor. Çünkü bu uygulamalar dış görünüşleri itibariyle akıl ve mantıkla, eşyanın tabiatına ilişkin hükümlerle çelişiyorlar. Bu yüzden bu uygulamaların gerisindeki gizli hikmeti kavramak zorunludur. Aksi taktirde şaşkınlık uyandıracak, hoşnutsuzluğa neden olacaklardır. Bunun için kendisine dolaysız bilgi öğretilen bu kul da Musa’nın, arkadaşlığına ve uygulamalarına karşı sabredemeyeceğinden, bunlara katlanamayacağından korkuyor:
FİZİLALİL KUR’AN