Rusya-Ukrayna Savaşı: Cephede gürültü, masada sessizlik

“Rusya-Ukrayna savaşında çatışmalar yalnızca cephede değil, medyanın şekillendirdiği algı alanında da yürütülüyor.”

Cephede Gürültü, Masada Sessizlik: Rusya-Ukrayna Savaşında İletişim ve Müzakere 

Rana Canan Cömert / Fokus+


Rusya-Ukrayna savaşında çatışmalar yalnızca cephede değil, medyanın şekillendirdiği algı alanında da yürütülüyor. Kremlin düşük beklenti ve çok katmanlı propaganda ile müzakere esnekliği kazanırken, Ukrayna’nın yüksek duygusal mobilizasyon yaratan direniş anlatısı diplomatik manevra alanını daraltıyor. 

Kitle iletişim araçlarının evrimi ile birlikte, müzakerelerin artık sadece kapalı kapılar ardında, diplomatik masalarda gerçekleşmediği reddedilemez bir gerçek. Liderlerin tavrı ve aktörlerin pozisyonu, giderek daha fazla medyanın şekillendirdiği iç dinamiklere ve uluslararası kamuoyunun anlık tepkilerine göre belirleniyor. 2022’den bu yana devam eden Rusya-Ukrayna Savaşı, bu dönüşümün en keskin örneklerinden biri haline geldi.  

Pandemi sonrası küresel istikrarsızlıklar, art arda yaşanan bölgesel krizler ve yakın dönemde Gazze’de sağlanan sınırlı ateşkes uluslararası toplumda barış beklentisini yükseltirken, bu baskı büyük güçlerin manevra alanlarını da daraltıyor. Trump yönetiminin Ukrayna krizine müdahil olma isteğine rağmen beklenenden daha az etki yaratmasının nedenleri yalnızca jeopolitik hesaplarda değil; aynı zamanda Rusya ve Ukrayna’nın kendi kamuoyları için ürettikleri anlatılarda, yani bu savaşın “medyatik cephe”sinde yatıyor.  

Siyaset bilimci Robert Putnam’ın “iki düzeyli oyun” modeli, bu dinamikleri anlamak için güçlü bir çerçeve sağlar. Liderler bir yandan müzakere masasındaki aktörlerle uzlaşmaya çalışırken, diğer yandan kendi iç kamuoylarını bu uzlaşmaya ikna etmek zorundadırlar. İç politikada kabul edilebilir olan uzlaşı aralığı (win-set) iletişim stratejileri tarafından genişletilebilir ya da daraltılabilir. Bu nedenle modern diplomasi, giderek artan biçimde iletişim mühendisliğine dönüşmüştür.  

Bu yazıda NATO Stratejik İletişim Mükemmeliyet Merkezi’nin (NATO StratCom COE) Kremlin’in iletişim stratejilerine ilişkin bulguları ve İsveç Savunma Araştırma Ajansı’nın (FOI) Ukrayna üzerine raporları temel alınarak şu soruyu ele aldım: Rusya ve Ukrayna’nın iç kamuoylarına yönelik iletişim stratejileri, müzakere masasında liderlerin seçeneklerini nasıl dönüştürüyor?  

Kremlin’in parçalı gerçeklik üretimi: “Kolaj” stratejisi  

NATO’nun raporunda Rusya’nın iletişim stratejisi bir “kolaj” olarak tanımlanıyor. Kolaj, farklı birimlerin, hatta birbiriyle uyumsuz parçaların üst üste getirilerek oluşturulan bir görüntüdür. Kremlin’in medya mimarisi de tam olarak bu mantıkla işler: tek bir tutarlı gerçeklik yerine, farklı kitlelere hitap eden, zaman zaman çelişen fakat toplamda rejimi ayakta tutan bir gerçeklik çoğulluğu yaratır.  

Bu kolajın ilk bileşeni, devlet kurumlarının resmiiletişimidir. Savunma ve Dışişleri Bakanlıklarının internet siteleri steril, soğuk ve teknokratiktir. Terminolojik tercih bile başlı başına stratejiktir, örneğin “savaş” ifadesinin yerine ısrarla “Özel Askeri Operasyon” (SVO) kullanılır. NATO raporuna göre bu sitelerde “Ukrayna” veya “operasyon” terimlerinin görünürlüğü çoğu zaman %20’nin altındadır, geri kalan %80 ise günlük duyurular ve bildirilerden oluşur. Bu bilinçli “rutinleştirme” halkın savaşın ağırlığını tam olarak hissetmesini engelleyen bir normallik illüzyonu üretir.  

Bunun tam tersine, kolajın ikinci parçası Telegram’da ise kaos ve karmaşa hakimdir. Dijital çağın en etkili silahı, sanılanın aksine viral videolar değil, hiç kimsenin okumadığı ama herkesin maruz kaldığı o arka plan gürültüsüdür. Rusya'nın Telegram stratejisinin görünmez motoru, NATO raporunda “Kirletici” (Polluter) veya “Yükseltici” (Amplifier) olarak anılan, etkileşimi düşük ama hacmi büyük hesaplardır. Bu hesapların amacı organik bir kitleye ulaşmak değil, resmi anlatıyı çoğaltarak yapay bir kalabalık yaratmaktır. Bu amplifikasyon, bilgi uzayında yoğun bir gürültü ve veri kirliliği yaratarak hakikate ulaşmak isteyen sıradan kullanıcının görüş alanını tamamen perdelemektedir.  

Milblogger ekosistemi ise bu karmaşanın hem avantajı hem riski olarak öne çıkar. Eski askerler, milliyetçi figürler ve sahadan içerik üreten yarı-resmi aktörlerden oluşan bu grup, savaşın ilk döneminde Kremlin adına moral yükseltici bir rol oynamıştı. Ancak devlet ile kurumsal bağları zayıf olduğu için kritik anlarda kendi anlatılarını üreterek resmi söylemle çatışabiliyorlar. Bu durum, Kremlin’in medya yapısının dışarıdan göründüğü kadar yekpare olmadığını ortaya koyuyor. Telegram’daki bu özerklik, bilgi kontrolünü zorlaştıran fakat aynı zamanda sorumluluğun dağıtılmasını sağlayarak rejime esneklik de sunan çift yönlü bir olgu haline gelebiliyor.  

Kolajın üçüncü ayağı ise televizyon. TV hala kırsal ve yaşlı kesim için Rusya’da en etkili medya. Telegram’daki kaosu dramatize eder, resmî açıklamaların soğukluğunu duygusal çerçevelerle yumuşatır. Böylece devletin steril dili ile dijital kaos arasında “duygusal bir köprü” işlevi görür.  

Tüm bu bileşenler tek bir makine gibi çalışmaz ama parçalı halleri tam da Kremlin’in istediği şeydir. Bu yapı, toplumu farklı gerçeklik odacıklarına ayırarak hem itirazı dağıtır hem de sistemin bekasını sağlar.  

Düşmanı yeniden çizmek: Kremlin’in reaktif ve proaktif taktikleri  

Rusya’nın iletişimi yalnızca mevcut tartışmalara tepki veren bir mekanizma değildir; zaman zaman gündem yaratır, yön değiştirir ve karşı tarafın sinyallerini gölgede bırakır. Leopard tanklarının Ukrayna’ya gönderilmesi kararı bunun çarpıcı bir örneğidir. Batı medyasında büyük yankı uyandıran bu gelişme Rusya’nın resmî kanallarında neredeyse tamamen sessizlikle karşılanmıştır. Bu sessizlik, Telegram’da teknik analizler ve spekülatif içeriklerle doldurulurken televizyon ise meseleyi tarihsel sembollere bağlayarak 2. dünya savaşından görüntüler ile bu savaşı eşleştirerek yeni bir düşman figürü üretmiştir. Tankların imha edildiği görüntüleri “Denazifikasyon” olarak isimlendirmiştir. Düşman eskiden Ukrayna iken şimdi Avrupa olmuştur fakat Nazi’ler ile eşleştirilmiştir. Bu hikaye olay örgüsüne göre değişir, düşman tekrar Ukrayna olur, Avrupa olur, Amerika olur…   

Bu “yeniden çerçeveleme” taktiği, diplomaside sık kullanılan bir araçtır. Somut bir aktöre karşı başarısızlık riskliyken, belirsiz bir düşman yığınına karşı savaşmak propaganda açısından son derece elverişlidir. Kremlin bu sayede hem askeri aksaklıkları perdeleyebilir hem de iç kamuoyunun öfkesini sürekli değişen dış hedeflere yönlendirebilir.  

Kiev’in hikaye anlatısı: Dijital bir direnişin sınırları  

Ukrayna’nın iletişim stratejisi, Rusya’nın dikey ve kurumsal yapısından oldukça farklıdır. Savaşın ilk saatlerinden itibaren Kiev, yatay, hızlı ve ağ merkezli bir iletişim modeli benimsedi. FOI raporunun “harnessing chaos” (dağınık enerjiyi yönlendirme) olarak adlandırdığı bu model, Zelenski’nin kişisel performansıyla birleşerek küresel çapta güçlü bir rezonans yarattı.  

Zelenski’nin sığınaklardan çektiği videolar, protokol dışı üslubu, sade görünümü ve sivil bir liderin savaş koşullarındaki direniş imajı, Batı kamuoyunda olağanüstü bir sempati mobilizasyonu sağladı. Bu kişisel anlatı, devletin diplomatik çabalarına hız kazandırdı; silah ve fon desteği büyük ölçüde bu iletişim stratejisinin yarattığı duygusal atmosfer sayesinde ivme kazandı.  

Ancak bu model aynı zamanda “siyasetin spektakülerleşmesi” olgusunu da barındırıyordu, iletişim performansı politik içeriğin önüne geçmeye başladı. Zelenski merkezli bu mimari, savaşın uzamasıyla birlikte sürdürülebilirliğini kaybetti. Kişisel karizmaya aşırı bağımlılık, devletin kurumsal dayanıklılığını zayıflattı ve iletişimin çeşitliliğini sınırladı.  

Bu nedenle 2024 sonunda Kiev, iletişimini kurumsallaştırmaya yönelik bir adım atarak Kültür ve Stratejik İletişim Bakanlığı’nı (MCSC) kurdu. Bu yeni yapı, iletişim kapasitesini bireysel performanstan kurumsal sürekliliğe taşımayı amaçlıyor. Aynı dönemde kurulan Stratejik İletişim Uzman Konseyi, AB destekli uzmanları sürece dahil ederek daha profesyonel bir yönetişim zemini sağladı.  

Yine de Ukrayna’nın iletişim dili bir ulusal kurtuluş anlatısına dönüştükçe, bu anlatı müzakere alanında bir bariyere dönüştü. “Kurtuluş” çerçevesinin siyah-beyaz doğası diplomatik gri alanlara yer bırakmıyor; kısmi geri adımlar, esnek pazarlıklar veya geçici uzlaşılar kamuoyu tarafından moral bozucu “taviz”ler olarak algılanıyor. Hikayenin dramatik gücü, diplomatik esnekliğin siyasi maliyetini artırıyor.  

Tabii unutmamalıdır ki bu sınırlamalar yalnızca iletişimle açıklanamaz; iç siyaset, zorunlu seferberlik, ordu-sivil gerilimleri ve dış destek dengesi de Ukrayna’nın müzakere kapasitesini belirleyen önemli değişkenlerdir. Ancak iletişim, tüm bu bileşenleri belirli bir algısal çerçeveye sokarak etkilerini yoğunlaştırır.  

Masadaki sessizlik: Müzakerenin sıkıştığı yer  

İletişim stratejileri, savaşan tarafların müzakere alanlarını yalnızca genişletmek için kullanılan bir araç değildir; çoğu durumda tam tersine, hareket alanını daraltan psikolojik sınırlar yaratır. Rusya açısından iletişim stratejisinin en kritik işlevi müzakerede “beklenti yönetimi”dir. Kremlin resmi söylemi minimal tutarak hem iç baskıyı azaltır hem de müzakere masasındaki taleplerini makul gösterir. Bu düşük beklenti çizgisi, literatürde “derin çapalama” olarak anılan etkiyi doğurur: karşı taraf, Rusya’dan gelecek en küçük yumuşamayı bile büyük bir ödün olarak görmeye başlar.  

Ukrayna’nın iletişim modeli ise tam ters bir dinamik yaratır. Direniş ve fedakarlık üzerine kurulu anlatı, müzakere masasında her tavizi neredeyse imkansız hale getirir. Anlatının yarattığı kimlik ve moral çerçevesi, siyasi liderliğin diplomatik manevrasını daraltır. Böylece iletişim, başlangıçta uluslararası desteği mobilize eden güçlü bir araç, zamanla müzakerenin önündeki görünmez duvara dönüşür.  

Sonuç olarak Rusya ve Ukrayna’nın iletişim stratejileri, bu savaşta sadece kamuoylarını şekillendiren araçlar değil; aynı zamanda müzakere masasında belirleyici kısıtlar yaratan yapısal etmenlerdir. Rusya, düşük beklenti, kontrollü kaos ve çok katmanlı medya kolajı ile esnek bir müzakere alanı kurar. Ukrayna ise yüksek duygusal mobilizasyon ve dramatik anlatı nedeniyle kendi pozisyonunu katılaştıran bir çerçeve üretir.  

Bu iki zıt iletişim modeli, paradoksal biçimde, müzakere alanını ortak bir zeminde buluşturmak yerine daha da daraltmakta; savaşın psikolojik boyutu diplomatik süreci teknik bir anlaşma olmaktan çıkarıp toplumsal kimlikler arası bir sınava dönüştürmektedir. Barışın imkanı bu nedenle yalnızca sahadaki güç dengesine değil; her iki toplumun benimsediği anlatıların esneyebilme kapasitesine de bağlıdır.  

Yorum Analiz Haberleri

İlahiyat ve diyanet eğitimlerinde İslami özgünlük geliştirilebilir mi?
Bir tarafsızlık masalı: BBC’nin Gazze sınavı
ABD’nin Batı Yarımküre’ye dönüşünün yeni çerçevesi: “Donroe Doktrini”
Her şeyi dış güçler mi belirliyor?
“Biz düşünmeyi erteledikçe, arpacı kumrularının dalgın bakışı yüzlerimize yerleşiyor”